havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

“Huzur” içinmiş!

1795
Bizim siyasi kültürümüz huzur ile hemhal olmuş, huzur için çileler çekmiş, bedeller ödemiş bir siyasi kültürdür.
 
En son benzin fiyatlarında Norveç’i sollayıp Dünya şampiyonluğuna ulaştığımız cümle zamlardan sonra Bakan Ali Babacan yine “huzur” sözcüğüne sarılma gereği duydu.
 
Ne dedi Babacan; “ zamlar; huzur, güven ve istikrar için gerekliydi.”
 
Biz Ali Babacan’ın diplomat yanını, ekonomist yanını bilirdik, meğer mizahçılığı hepsinden daha güçlüymüş.
 
Kimin huzuru için bu zamlar? Senin, benim, onun huzuru için!... İşsizin, asgari ücretlinin, açlık ve yoksulluk sınırında yaşayanların, işçilerin, köylülerin, emeklilerin yani kısaca memleketin cümle ahalisinin huzuru için zamlar gerekliymiş.
 
Eh, pes doğrusu!... diyemeyeceğim. Onu zaten herkes söylüyor. Ben daha farklı bir noktadan bakıyorum.
 
Bu memleketin huzuru için darbeler yapıldı, muhtıralar verildi, idam sehpaları kuruldu, şimdi de zam yapılıyor. Öpüp başımıza koyalım.
 
Neden mi?
 
Eğer zamlara karşı çıkarsak huzur bozucu, memleketin birliğine, dirliğine nifak sokucu oluruz.
Baksanıza, Hükümetin Suriye politikasına karşı çıkanlar Esad(onlar, Esed diyor) yanlısı, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümünü isteyenlere terör örgütü yandaşı diye yaftalar asılıyor. Bu yönetme siyasetinin ve kültürünün doğal sonucu olarak da zamlara karşı çıkanlara huzur bozucu etiketini yapıştırabilirsiniz.
 
Neyse ve çok şükür Suriye ilişkileri köpürtülüp kızıştırılınca, zamlar ve zamlara karşı oluşan tepkiler gündemin dışına süpürülmüş oldu.
 
Ülke sathında huzuru zamla sağlayan, memleketi ihya eden hükümet şimdi yönünü dönüp enerjisini büyük bir iştah ile Suriye için, Suriye’nin huzuru için kullanabilir. Yalnız bir farkla; Suriye’ye yönelik zam yapamayacağına göre orada “kırbaç politikası” izlemek zorunda.
 
Tezkere, sınırları silahlarla donatmak, presi arttırmak, tehditlerin dozunu yükseltmek ve tüm bunları besleyen ve destekleyen diplomatik ataklar ve propagandalar!...
 
Olası bir sıcak çatışmanın ve savaşın Dünya kamuoyu(halkları kastediyoruz) nezdinde savaşı meşru gösterecek gerekçeleri şimdiden hazırlamaya yönelik çabalar ve girişimler!...
 
Ancak biliniyor ki 1. ve 2. Paylaşım Savaşları dahil olmak üzere saldırgan devletler savaşı ve saldırganlığı meşru gösterecek, haklı kılacak gerekçeleri bulmak, eğer böylesi gerekçeler yoksa yaratmak, imal etmek, yol ve yöntemini denemekten geri durmamışlardır.
 
Sıcak savaş ve çatışma öncesi dönem, savaş gerekçelerinin üretildiği, provokasyonların gerçekleştiği, diplomasi tarzının ve dilinin değiştiği dönemler olmuştur.
 
“ İçeride ve dışarıda” halkları savaşa ikna etmek için hükümetler bütün savaşçı geçmişlerinin tarihsel tecrübesini kullanmak, bu tecrübeleri günün ihtiyaçlarına uygun olarak güncelleyip politik hedeflerinin ve izlenecek eksenin önemli, vazgeçilmez bir motifi olarak biçimlendirip ortaya koyarlar.
 
Ama, hükümetlerin tüm bu çabaları, savaşı meşrulaştırma gayretleri; “savaş politikanın başka araçlarla devamıdır.”( Carl von Clausewitz) tanımlaması üzerinden savaşa yol açan politikaları, insanlığın ortak sorusu olarak sorulmasına, haklı ve haksız savaşları anlamasına, savaşa karşı alınacak tutumların belirlenmesine yön veren bir pusula olma işlevini ve bir ilke haline gelmesini engelleyememiştir.
 
Şimdi, Suriye ile savaşı besleyen, ihtimal dahiline sokan politikalar her iki ülke halklarının çıkarına olan politikalar mıdır?
 
“Suriye bizim iç meselemizdir.” diyerek daha çok ahlaki ve vicdani referanslar üzerinden savaş ihtimalini tırmandıran ve ülke halkını buradan ikna etmeye yönelen propaganda ve diplomasinin militarize olması kaçınılmaz hale gelmektedir/gelmiştir.
 
Nedense bu ahlaki ve vicdani referanslar Irak’ta milyonun üzerinde insan katledilirken, bir halk aşağılanırken; tarihi, kültürü, onuru çiğnenirken akıllara gelmemiştir.
 
Bu nedenledir ki Suriye için söylenen sözler, ileri sürülen gerekçeler inandırıcı ve ikna edici olamamıştır.
 
Buradan baktığımız zaman hükümetin savaş karşıtı gösterilere ve göstericilere karşı uyguladığı anayasal, yasal, hukuksal karşılığı olmayan “ tatlı sert”(!) müdahaleleri, gazlı, joplu, tazyikli su kullanılarak engellemeleri anlıyoruz.
 
Ve yine tarihi tecrübelerden biliniyor ki savaş politikaları kaçınılmaz olarak içeride demokratik hakların kısıtlanmasını, toplumun militarizasyonunu hedefler. Hatta anayasal hakların ve özgürlüklerin kullanılmasını pratik olarak imkansız kılmaya çaba gösterir.
 
Özetle; dış politika iç politikadan bağımsız ve soyutlanmış bir alan değildir. Suriye’ye demokrasi ve huzur götürmek isteyen politikalar ve politik aktörler, bunun bedelini iyi hesaplamak zorundalar. Halkların barış isteği, savaşa karşı çıktığı en temel politik referans olmalıdır.
 
Unutulmasın ki rüzgar ekenler fırtına biçer, hele bu rüzgarı Ortadoğu coğrafyasında ekiyorsanız değil fırtına, kasırga biçebileceğiniz ihtimalini gözden ırak tutmamalısınız.