havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

"Aranan düşman" (!) bulunmuştur!…

Dışişleri Bakanının Hollanda'ya sokulmaması ile başlayan süreç, ciddi bir krize dönüşmüş durumda. Konuya en genel ifadelerle iki açıdan bakılabilir; Birincisi, diplomasinin bilinen normları, ülkelerin saygınlığı ve onuru açısından… Buradan bakıldığında alışılmamış, görülmemiş bir skandaldan söz edilebilir ve herkes bulunduğu yerden, baktığı yönden bir yorum yapabilir. Ama nereden bakarsanız bakın, durumu bir skandal olarak niteleyebilirsiniz. İkinci nokta ise, "Eyyy" diplomasisinin ve dış politika söyleminin vardığı, hatta tosladığı bir sonuç olarak değerlendirebilirsiniz

5901

 Tam bu yazıyı yazarken Hollanda’nın İstanbul Başkonsolosluğundan Hollanda bayrağının indirildiği ve yerine Türk Bayrağının çekildiği haberi altyazı olarak ekranlara düştü. Eğer bu haber gerçekse bu girişimin Hollanda’nın hava sahasını dışişleri bakanına kapatması gibi bu daha bir skandaldır.  Eğer gerçekse, bu olayı aynı zamanda diplomatik bir provokasyon olarak değerlendirebilirsiniz.

 

Buradan mağduriyetler üretileceğinin/üretilmek isteneceğinin farkındayız!... Hatta şöyle söyleyebiliriz; nihayet aranan düşman(!) bulunmuştur… Bu düşmanın, 16 Nisan’da ‘Evet’e hizmet etmesi için, etinden sütünden yararlanacağınız ve mağduriyetler çıkaracağınız bir fırsat olarak tepe tepe kullanabilirsiniz.

 

Buradan hareketle ve karşılıklı ülkeler olarak sırf seçimlerde birkaç puan fazla alacağım diye halklar arasında, ülkeler arasında düşmanlığa hizmet edecek, ırkçılığı, şovenizmi güçlendirecek politikalara karşı çıkmak ülkelerimizin ve halklarımızın kazancı olacaktır. Düşmanlığa hayır. Kışkırtıcılığa hayır demeliyiz. Karşı çıkmalıyız.

 

Buradan sayın başbakanın geçen hafta Düzce’de yaptığı konuşmada, “Ezan ve bayrak için evet” (özetle) isteği üzerine birkaç söz edelim. Bildiğimiz kadarıyla, anladığımız kadarıyla 16 Nisan’da “Ezan” ve “Bayrak” ile ilgili bir oylama yapılmayacak!... Bu eskiden de çok kullanılan, tanıdık bir silahın, daha doğrusu bütün toplumun üzerinde hassasiyetle birleştiği bir konunun ve değerlerin istismarıdır. Esas sözü Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın söylüyor; “Devlet otoritesinin tek adamda toplanması” gibi bir genel ifadeyle yapılmak istenen anayasa değişikliğinin içeriğini özetliyor.

 

Tam da bizim niçin bu değişikliğe “Hayır” dediğimiz konuya işaret ediyor. Yani, devlet otoritesinin tek kişide toplanmasının, dünyanın ve ülkemizin geldiği bu çağda, geriye doğru büyük bir sıçrama olarak anlam taşıdığını ifade etmemizin gerekçesini söylüyor sayın Kalın!... Bu durum, yani bugün, bu çağda ve oylamaya sunulan anayasa taslağının gerçekleşmesi durumunda, ortaya çıkacak yönetimin, seçilecek şahsiyetlerden bağımsız olarak “Post-Fermanist” ya da ve belki de “Neo-Fermancılık” dönemine geçiş olarak tanımlayacağımız bir yönetim şekli olduğunu ifade etmeliyiz.

 

Buradan “tek adam yönetimi” tanımlamaları ve nitelemeleri çoğaltılabilir. Ama bizler açısından, bunun geleceğe dair Türkiye’ye hiçbir şey kazandırmayacak, tam tersine ekonomiden siyasete, kültürden sanata, gericiliği, toplumsal tahribatı, eşitsizliği yoğunlaştıracak bir dönem olarak değerlendirdiğimizden karşı çıktığımızı ifade ediyoruz…

 

Bugün çoğu yazımızda da yinelediğimiz gibi; demokratik, eşitlikçi, laik bir anayasaya ülkenin ihtiyacı olduğu gerçeği ortadadır.

 

Bir de şunu söyleyelim; yani Avrupa ülkelerine bağırıp çağırıyoruz ama, kendi ülkemizde “hayır” diyen muhalifler, özellikle MHP’li muhalifler binbir saldırı ve engelleme ile karşı karşıyadırlar. Diğerlerini hiç sıralamayayım… Ekonomi sıkışmış, borç gırtlağa kadar çıkmış, Sanki düşmanlar azmış gibi yeni yeni düşmanlarla kendilerine nefes borusu açtıklarını sananlar yanılıyorlar… Ülkemizin ciddi sorunları var. Düşmanlaştıran diplomasiden ülkeleri ve halkları karşı karşıya getiren dış politikalardan kimseye bir yarar gelmez. Ülkelerin, diplomasisi; barış içerisinde yaşamayı, iç işlerine karışmamayı ve karşılıklı yarar ilkesini esas alan bir eksende ilerlemelidir.

 

Son cümlem; Barbaros Mahallesi’nde parkta köpeğini gezdiren genç kadına saldıran sayın “türbanlı bacılarımız” köpek gezdirmenin günah olduğunu ifade etmiş gazete haberlerine göre… Kendileri herhalde insan dövmenin, daha doğrusu genç bir kadını darp etmenin sevap olduğunu sanıyor herhalde!... Ama en önemlisi polis çağıran genç kadına, eşinin savcı olduğunu, polislerin kendisine bir şey yapmayacağını ifade ediyor. Bu hanım, bir sayın savcının eşi midir, değil midir bilmiyorum… Ama savcı eşlerinin kamuya açık parkların tapusuna sahip olduğunu ve başkalarını darp etme özgürlüğüne sahip olduğunu yazan bir anayasa maddesi veya yasa olmadığını biliyorum. Öyle anlaşılıyor ki; dün, mağdur diye savunduklarımız bugünün mağrurları olarak karşımıza çıkmaktadırlar ve siyasi iktidardan güç aldıklarını sananlara da karşı çıkacağımız bilinmelidir. Eğer bugünün yaratılmak istenen psikolojik ortamına baktığımızda duyduğumuz gelecek kaygısı, niçin hayır dememizin gerekli olduğunu sanıyorum daha iyi anlatmaktadır.