havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

"Hak, hukuk, adalet!.."

Sınıflı toplumlarda ve esas olarak kapitalizmle birlikte egemen sınıf olarak örgütlenmiş olan burjuvazi, devletin varlık nedenini; "Kamu düzeni", "Kamu yararı", "Kamu güvenliği" gibi toplumsal ihtiyaçların ortaya çıkardığı bir "gereklilik" ve "zorunluluk" olarak bütün topluma kabul ettirmek için, diğer başka şeylerin yanı sıra ve yine esas olarak hukuk ve adalet kavramlarını gerçekleştirebilmek gibi bir propagandaya ve bütün bu kavramların yasal zeminini sürekli uygulanabilir, elde edilebilir, eşitleyici uygulamalar olarak vazgeçilmezlik önermesi ile canlı tutar.

6367

 

 
Toplumların gerçekten bütünü ile eşit yaşadıkları, eşit haklara sahip oldukları önermesine inanmaları için hukuk ve adalet kavramlarına ihtiyaç vardır. Hukuk ve adalet kavramları, biri olmazsa diğerinin olamayacağı, birisinin işlevsizleşmesi doğrudan diğerini etkileyen ve belirleyen-belirlenen, etkileyen-etkilenen ilişkisi içerisinde olan iki kavramdır. Yani, hukuk olmazsa, adaletin, adaletin olmadığı yerde hukukun tartışmalı hale geleceği, işlevsizleşeceği ve hakların, özgürlüklerin kullanılamayacağı sonucunu doğuracağı/doğurduğu yaşanmış gerçekliklerdir. 
Ancak bilinmektedir ki, burjuva egemenlik sistemleri (en demokratik olanı bile) gerici siyasi iktidarların, faşist diktatörlüklerin, şu veya bu biçim altında sürdürülen, halkçı olmayan egemenlik sistemlerinin neredeyse tamamında, egemen sınıflar, klikler, zümreler, azınlıklar kendi çıkarlarını tehlikede gördükleri anda, sadece evrensel bir kavram olan hukuk ve adaleti değil, kendi ulusal yasalarını bile çiğnemekten geri durmamaktadırlar. 
Peki, buradan şeyle bir sonuç mu çıkarmalıyız; nasılsa egemen sınıflar canları istediği zaman çıkarlarını tehdit altında gördükleri zaman hukuku çiğnerler ve bu işin doğasından kaynaklanmaktadır!... Hayır. Mesele bu kadar mekanik değildir, bütün değerleri yaratan geniş halk yığınları, hukuk ve adalet kavramlarının bilincine vardıkları ölçüde yurttaşlık bilincinin gelişmesi ölçüsünde ve toplumların tarihsel birikimi, deneyimleri, örgütlülük düzeyleri, egemen sınıfların, hukuku ve adaleti çiğnemelerine engel olabilir ve kendi çıkarlarına olabilecek uygulamaların gerçekleşmesini sağlayabilirler. 
Hukuk ve adalet kavramları, insanlığın tarihsel yürüyüşünün, mücadelelerinin, birikimlerinin sonucu olarak elde edilmiş kazanımlardır… Burjuva egemenlik sistemleri, hukuk ve adalet kavramlarına, hak ve özgürlüklerin kullanılabilir olmasına, çok istedikleri için rıza göstermiş değillerdir… Bu hakları vermek zorunda kaldıkları için, mücadele eden yığınların eyleminin sınıf egemenliklerini ortadan kaldırması sonucunu doğurmaması için hak ve hukuk kavramlarını genel kabul düzeyinde yasalarla güvence altına almak zorunda kalmışlardır. Kendilerini güçlü hissettiklerinde, yığınların eyleminin zayıfladığı anlarda, kitlelerin bilincinin bulanıklaştığı, örgütlerinin zayıfladığı ve genel bir parçalanmışlık durumunda bu hakları geri almaktan, hak, hukuk ve adaleti çiğnemekten geri durmamışlardır. 
Bu hakların kullanılabilir olmasının, yaşanılır olmasının, sürekli ve sürdürülebilir olmasının tek güvencesi, toplumların demokratik muhalefetinin boyutları ile kullandığı araçların çeşitliliği ve etkisiyle doğrudan ilişkilidir.   
Şimdi bu genellemelerden sonra, Kılıçdaroğlu’nun başlattığı adalet yürüyüşüne dair şunu söyleyebiliriz; siyasi iktidar özellikle 16 Nisan halkoylamasından sonra elinin daha da güçlendiğini düşünerek, anayasalarda ve yasalarda yazılı olan hakları yok saymaktan, çiğnemekten geri durmamıştır. Siyasi gericiliği adım adım yoğunlaştırarak neredeyse toplumsal muhalefetin nefes alamayacağı bir siyasal iklimi gerçekleştirmek için bütün devlet olanaklarını ve propaganda araçlarını sürekli kullanır hale gelmiştir. Kılıçdaroğlu, toplumun uzun süredir biriktirdiği tepkilerle örtüşen ve bütün talepleri içeren; hak, hukuk adalet sloganına, daha doğrusu talebine sahip çıkarak toplumsal psikolojiyle örtüşen ileri bir hamle yapmıştır. Haklı bir hamle yapmıştır. İktidarın ezberi bozulmuştur bu hamle ile… 
Bu yürüyüşten kısa sürede mucizevi sonuçlar beklenmemelidir. Ancak, bu yürüyüşün ortaya çıkardığı sonuçlar üzerinden daha örgütlü adımlar, adalet için, hak ve hukuk için kazanımlar elde etmek adına daha ileri adımlar atılmalıdır. Geniş emekçi yığınları birleştirerek ve toplumun farklı kesimlerinin taleplerini birleştirerek ve hatta mücadelelerini birleştirerek, küçük dereleri bir ırmakta toplarcasına bir seyir, bir yol haritasını oluşturmak, gelecek açısından ertelenemez bir görev olarak ortada durmaktadır…
Hep birlikte, el ele, akıl akıla vererek, deneyimleri ortaklaştırarak ve bir programa bağlayarak, laik, demokratik cumhuriyetin kazanımlarını büyütmek ve bu alanlara yönelik saldırıları püskürtmek, adalet isteyenlerin önünde duran en temel görev olmalıdır. 
Sonuç olarak, uzun süre ülkenin hafızasından silinmeyecek olan ve izler bırakacak olan bir hak, hukuk, adalet yürüyüşü gerçekleştirilmiştir. Bundan sonrasının, birleşik ve örgütlü mücadelesinin, yürüyüşün sağladığı moral değerler üzerinden daha ileri adımlara ve kazanımlara evrilmesi, tüm örgütlü güçlerin temel görevi olarak ele alındığı sürece, bu eksen üzerinde birlikte yüründüğü sürece, geleceğe dair umutların büyümemesi için hiçbir neden yoktur.