havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

6 Mayıs1Mayıs

2002
Bugün 6 Mayıs. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın 12 Mart cuntasının Amerikancı generalleri tarafından görevlendirilen sözde mahkemelerin emirle, talimatla karar veren yargıçlarınca idam sehpasına çıkarıldıkları günün yıldönümü.
 
İdamlarının üzerinden tam kırk bir yıl geçti. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan Türkiye halklarının gönlünde, bilincinde, vicdanında gençliklerinin ve devrimciliklerinin olanca sıcaklığıyla yaşamaya, yaşatılmaya devam ediyor.
Bu üç genç devrimciyi darağacına götürenler yalnızca 12 Mart’ın cuntacı generalleri değil; en az onlar kadar suçlu olanlar, başta Süleyman Demirel olmak üzere idam kararına parlamentoda evet oyu veren; ruhunu, iradesini militarizme ve Amerika’nın politik çıkarlarına teslim etmiş olanların cümlesidir!...
İdam kararına evet diyenlerin, idamlardan doğrudan ve dolaylı sorumlu olanların hiçbiri Türkiye halkları tarafından şerefle, onurla anılmıyor!...
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ise; aradan kırk bir yıl geçmiş olmasına karşın halkın belleğinden silinmiyor, silinemiyor!...
Denizleri idama gönderen mahkemenin başkanı Ali Elverdi; yediği lokma boğazında kalarak ve boğularak öldü. Diğerleri ise halkın gözünde itibarsızlaşarak her gün biraz daha küçülmekte ve değersizleşmektedir.
Bu idam kararı siyasi bir karardı. Olağan hukuk kurallarının bir yana itildiği, önceden planlanmış, tasarlayarak adam öldürmekten başka bir anlam taşımadığı bugün daha iyi anlaşılmaktadır.
Tarihsel tecrübe bir kez daha kanıtlanmıştır ki; hukuk, farklı sınıflara dayalı toplum ve ülkelerde kurulu düzenin yasal zırhını oluşturmaktan başka bir anlama gelmiyor ve egemen sınıflar çıkarlarının tehdit edildiğini gördükleri anda bütün hukuk kurallarını ellerinin tersiyle bir yana itmekten, ayaklarının altına almaktan, ihlal etmekten bir an bile geri durmamışlardır!...
Türkiye halkının Denizlere olan sevgisi; bugün birçok siyasi çevrenin Denizleri sahiplenme ve anma ikiyüzlülüğünü de ortaya çıkarmıştır. Denizleri ehlileştirmek, düzene bağlamak ve onların ihtilalci, devrimci duygularını, düşüncelerini perdelemek sıkça yaşadığımız, tanık olduğumuz bir durum olarak yaşanmaktadır. Ancak hiçbir çaba, soldan ve sağdan yapılan değerlendirme; Denizlerin devrimciliğini, sosyalizme olan bağlılıklarını, inançlarını belleklerden silmeye yetmeyecektir.
 
Dünyanın ve Türkiye’nin 68’ini anlamadan ve yine aynı dönemin toplumsal iklimini bir bütün olarak ve tüm yönleriyle, bağlantılarıyla, ilinti ve etkileşimiyle kavramadan; Denizleri anlamak gerçekçi olmayacaktır.
Bugün; idamlarının üzerinden 41 yıl geçmesine rağmen, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan Türkiye halkının bilincinde halka bağlılığın, düzene başkaldırının, bağımsızlık, demokrasi ve devrimci mücadelenin, halkların kardeşliğinin birer sembolü olarak karşılık bulmaktadır.
Denizleri; yaşadıkları dönemin bütün ilişkilerinden soyutlayarak dönemin ilişki ve çelişkilerini, Türkiye’nin özgün koşullarını atlayarak yapılan kitabi değerlendirmelerin gerçekliği ve hayat karşısında karşılığı bulunamayacaktır.
Bugün için anlaşılabilir olan tüm yanlışlarına, eksikliklerine rağmen Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in devrimcilikleri, sosyalizmin ideallerine bağlılıkları ve özellikle idam sehpasında aldıkları tutum ve söyledikleri son sözler ile; bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine; işçi sınıfının, Türk ve Kürt halklarının kardeşliğine ve birlikte mücadelesine işaret etmeleri, önemini ve değerini bir kez daha ve yeniden göstermiş olmakta, korumakta ve güncellemektedir.
Sonuç olarak; hangi amaç ve niyetle söylenmiş olursa olsun Denizler üzerine söylenen sözler, yazılan yazılar bu üç devrimcinin bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde birer değer olarak yaşamasını, yaşatılmasını engelleyemeyecektir.
Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i idam edilişlerinin 41. Yılında saygı ve sevgi ile anıyoruz.
 
1 Mayıs Kutlamaları
 
2013 1 Mayıs kutlamaları; gazetelerden okuduğumuz, televizyonlardan izlediğimiz haberlere göre geçmiş yıllara oranla daha çok alanda ve daha kitlesel olarak kutlandı. İstanbul’daki engelleme ve inatlaşmayı kendi içinde değerlendirmek ve sonuçlar çıkarmak gerçeğinin altını çizerek; genel tabloyu değerlendirdiğimizde sorunların arttığını, hükümet politikalarına ve düzene muhalefetin ivme kazandığının bir göstergesi ve geleceğin şekillenişinin ipuçlarını daha belirgin olarak ortaya çıktığının verileri olarak özetleyebiliriz.
1Mayıs’ın bize gösterdiği bir başka sorun; kitlelerin bütün mücadele isteğine ve kararlılığına rağmen ve hatta katılımın kitleselliğinin artmasına rağmen sendika üst yönetimlerinin ve konfederasyonlarının verili durumu değerlendirmekten uzak, sınıfın ve emekçi kitlelerin birliğini ve genel çıkarlarını hesaba katmayan, bölünmüş bir durumu sergilemiş olmalarıdır. Sendikal rekabeti, sınıfın ve emekçilerinin genel çıkarlarının önüne koyan, geleceğe yönelik mücadele geleneği yaratmayı reddeden, sınıfı zayıf düşüren bir politik-pratik hat izlemiş olmalarıdır.
1 Mayıs’ın birlik, mücadele ve dayanışma temel, tarihsel ilkelerini ve bu ilkelerin bugün taşıdığı ekonomik, sosyal ve politik anlamını kavramaktan ve hayata geçirmekten uzak bir sendikal anlayışın yarattığı tahribat ve bölünmüşlük görüntüleri bir başka handikap olarak ortaya çıktı.
Hükümet; sendikaların ve konfederasyonların bölünmüşlüğünden ve sendikal rekabetin aştığı çatlaklardan nasıl yararlandığını, İstanbul’da yapılan müdahalelerle açıkça ortaya koydu.
İstanbul’daki müdahale yeterince eleştirildi ve tartışıldı. Ancak biz İstanbul Valisi’nin başından yaralanarak hastaneye kaldırılan genç bir lise öğrencisi için yaptığı değerlendirmeyi aktarmak istiyoruz. Vali diyor ki ; “ yaralanan kızımız (!) örgüt üyesidir” sonra örgüt mensubiyetini şöyle açıklıyor; “ marjinal grup üyesi ” ve “ bizde kaydı var“. Şimdi buradan belleklerimizi yoklayarak, emekçilere yapılan her saldırı için ileri sürülen gerekçeleri hatırlamaya çalışalım. “Tethişçiler “, “ anarşistler “, “ideolojik gruplar “, “ provokatörler”, “bölücüler”, “gizli örgüt mensupları”, “ huzuru ve düzeni bozmak isteyenler”… Daha da sıralayabiliriz. Emekçi eylemlere müdahalelerin, uygulanan şiddetin, yasaklamaların, copların, göz altıların ve bilumum uygulanan baskı ve şiddetin tarihsel yalanları ve demagojileri!...
Şimdi bir çağrı yapıyorum; ey hukukçular size sesleniyorum, hukuk açısından “marjinal grup mensubu” olmak hangi suça giriyor, ne demektir marjinal olmak!... Ceza yasalarında, marjinal olmanın karşılığı kafatasının parçalanması mıdır!? Devlet terörünü hak etmek midir!? Yargısız cezalandırmalara maruz bırakılmak mıdır!? Bir demokratik hukuk devletinde valinin açıkladığı gerekçelerin değeri nedir!? Kamu vicdanında inandırıcı bir karşılığı var mı!?
Ama; halka, emekçilere şiddeti reva görenler, dillerinde vatan, millet, sakarya lafını düşürmemişlerdir!... Ancak geldiğimiz noktada biliniyor ki ; vatan, millet, sakarya edebiyatı yapanlar statükonun, haksızlığın, zulmün, şiddetin, hukuksuzluğun kılıfını hazırlamaya çalışan, işçi sınıfına ve emekçilere karşı olmanın yeminli ve gönüllü savunucularıdır!...
Eğer sendikacılar; emek ve sermaye arasındaki çelişkide emekten yana açık, net, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinin taktik ve stratejik hedeflerinden uzak davrandıklarında, hükümet ve egemen sınıf politikalarının ve propagandalarının karşısında yalpaladıkları sürece tarihsel rollerini yerine getiremezler ve sınıfın yenilgisinde, mevzi kaybetmesinde sorumluluk listesine yazılmaktan kurtulamazlar.
Birkaç sözde Çanakkale için söylemeliyiz; Memur-Sen vatan-millet edebiyatına “ Çanakkale ruhu” (!) katkısını yaptı. Dikkat! Tam da 1 Mayıs günü!... Uluslararası bir günde!... Enternasyonalist dayanışmanın gerçekleştiği bir günde!... Birlik, mücadele ve dayanışma gününde!... “ Çanakkale ruhu” adına ayrı duruşunu ve aykırılığını meşrulaştırmaya çalıştı.
Pratik bir soru daha soralım; neden şimdi!? Neden 2013 yılı 1 Mayıs’ında!? Birdenbire akıllarına “şehitler” ve “Çanakkale ruhu” geldi. Yoksa Çanakkale’yi zapt etme projelerine ve gelecek yerel seçimlere yönelik hesaplarına bir lojistik destek sunma cinliğini yutturma çabası olmasın sakın!... Ama akıllarda kalan gerçek 1 Mayıs kutlamaları; Salı pazarından Cumhuriyet Meydanında yürüyen Çanakkaleli emekçilerin sloganları, coşkuları ve halayları ile gerçek değerini ve karşılığını buldu.