havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

BARIŞ İÇİN YENİDEN MEVZİLENME

1600
Kimi çevrelere göre “Kürt sorunu”; kimi çevrelere göre “Terör sorunu” olarak ifade edilen, tanımlanan bu coğrafyanın en eski ve en sancılı sorununun çözümümüne yönelik atılan adımlar, yapılan görüşmeler, ileri sürülen öneriler-önermeler aynı zamanda eski politikalarında yenilenmesini zorunlu kılmaktadır.
 
Biliniyor ki, sosyal ve toplumsal temeli olan tarihsel sorunların keskinleştiği anlarda olağan zamanların politik tutumları, mevzilenmeleri ve yine olağan zamanların politik pozisyonları sarsılmakta, derinden etkilenmekte, yeni pozisyon alışları bir ihtiyaç olarak gündeme taşınmaktadır. Böylesi durumlarda politik güçlerin, partilerin, grupların ve hatta ve daha önemlisi politik ve sosyal katmanların yeni bir mevzilenmeye zorlanması, hem “iç” hem ”dış” dinamiklerin basıncı ile yüzyüze gelmesi, hayatın işleyiş yasalarının zorunlu bir sonucu olagelmektedir.
 
Bugün de Kürt sorununun çözümünün yoğun ve çok boyutlu biçimde tartışılması, çözüme yönelik önerilerin ileri sürülmesi tüm siyasi çevrelerin politik tutumlarını, pratik adımlarını, taktik planlarını yenilenmeye zorlamaktadır.
 
Esas büyük mevzilenme; barış isteyenler ile savaşve çatışmaların sürmesini isteyenler arasında gerçekleşmektedir.
 
Ancak, şunu da belirtmeliyiz ki; ne barış isteyenler ne de çatışmaların sürmesinden yana tavır takınanlar homojen bir bütün oluşturmamaktadır.
 
Kuşkusuz ki; çözüm sürecinin inişli çıkışlı, sancılı, gelgitlerle dolu bir süreç olacağı bu konuyu önyargısız ve gerçekçi bakanların ortak bir belirlemesidir.
 
Bu konu üzerinden güncel gelişmelere, siyasi partilerin ve çevrelerin açıklamalarına baktığımızda; ifade edilsin veya edilmesin, farkında olunsun ya da olunmasın, hayat ve yaşanılan çelişkiler tüm bu parti ve çevreleri yeni bir pozisyon almaya zorlamaktadır. Parti sözcülerin ve yetkililerinin açıklamaları, bu belirlemeleri doğrulayacak sayısız ipucunu ortaya çıkarmaktadır. Süreci doğru okumayanların, çelişkilerin gelişme yönüne uygun davranmayanların, güç ilişkilerini doğru kavrayamayanların bastıkları zeminin kayganlaşacağını; parti ve gruplarının farklılaşmalarını söylemek kehanet sayılmamalıdır.
 
Çatışmaların ve verili durumun sürmesini isteyenlerin veya Kürt sorununun eski biçim ve yöntemlerle çözümünü isteyenlerin kullanabilecekleri en temel argüman; şovenist bir dalga yaratarak kitleleri kışkırtmak, buradan toplumsal ve siyasal bir güç elde ederek kendi pozisyonlarını bu gerici medcezir üzerinden “ yenileme” ve “ sağlamlaştırma” ve hatta “ yeni kitle tabanı” yaratma yoluna başvurmak olacaktır.
 
Şovenizmin özel bir versiyonu olan, sözde sol, ilerici, halkçı; özde ise ırkçı, kaba milliyetçi, sosyal şovenizm yeniden eski savunucuları tarafından bir kurtuluş ve kitleselleşme umuduyla sahneye sürülmek istenmektedir.
 
Bu sosyal şovenizmi anlamak isteyenler; siyasi geçmişi zikzaklarla dolu olan Aydınlık ve İşçi Partisi şefinin arşivlerini bir karıştırsın. 2000`e Doğru dergisinde yayınlanan ve sonra broşür haline getirilen, Diyarbakırlılar’a hitaben yaptığı bir konuşma olan “Karpuz Değil Cesaret Ekin” makalesini okurlarsa, bu tarihsel savrulmanın ibretlik siyasi oportünizmini daha iyi anlamış olurlar.
 
Başkaca örneklere gerek yok. Görünen odur ki hayat, her çevreyi yeni bir pozisyona ve yeni bir söyleme zorluyor. Ya gericileşerek barışın, demokratikleşmenin karşısında yer alarak savaş lobilerinin basit bir figüranı haline geleceksiniz, ya da barış cephesinde yer alarak politikalarınızı ve taktiklerinizi barışın ve demokratikleşmenin ihtiyaçlarına uygun olarak yenileyecek; gönüllü birlikteliği barış içinde, kardeşçe bir arada yaşamanın gerçekleşmesine bulunduğunuz yerden ve noktadan katkılar yapacaksınız. Bu süreç; çok yönlü, çok boyutlu, çok sayıda nüansları olan bir tarihsel-toplumsal süreçtir.
 
Ülkenin birçok sorununu etkileyen Kürt sorunu ve silahlı çatışmalar, çözümü imkansız olan sorunlar değildir. Barış için, demokrasi için, demokratik Türkiye için; tüm toplumsal güçlerin birlikte, gönüllülük esasına dayalı, kardeşçe ve tüm bunların demokratik bir anayasada güvenceye alındığı bir ülkeyi inşa etmek gibi tarihsel bir sorumluluğu olduğu bilinmeli ve bu noktada yapılacak en küçük katkının bile tarihe ve geleceğe dair insani bir sorumluluk olduğu unutulmamalıdır.
 
Özetle ve son söz olarak; artık hiç bir politik organizasyon eski pozisyonlarını koruyarak alışılmış, rutine bağlanmış politik taktiklerle ve söylemlerle varlığını ve yapısını, kitle desteğini koruyamayacağı bir durumla karşı karşıya bulunmaktadır. Yalnızca karşı tarafın tezlerini eleştirmek, kendisi hiç bir şey söylemeden politika yapmak, her gün biraz daha inandırıcılığını yitirecektir. Ya bu çelişkinin çözümüne bulunulan pozisyondan katkı sunulacak ya da çözümün karşısında direnilecektir.
 
Çözüm ve çözümsüzlük karşısında alınacak tutum; barış ve savaş karşısında alınacak tutumla eş değer hale gelmiştir.