havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

BARIŞ VE DEMOKRASİYİ BİRLİKTE SAVUNMAK

1324
               Bugün 1 Eylül!... Bugün Dünya Barış günü!... Bugün 1939 yılında Hitler ordularının Polonya’yı işgal ettiği günün yıldönümü!... Bugün tekelci Alman sermayesinin Avrupa’yı, sosyalist Sovyetler Birliğini egemenliği altına almak için başlattığı ikinci dünya savaşının yıldönümü!... Bugün; ırkçı, şoven bir ideolojinin sapkın bir kültürün ve düşüncenin, faşizmin insanlığın belleğinden silinmeyecek barbarlıkları, zulmü, katliamı, işkenceyi ve soykırımı gerçekleştirmek istediği ve gerçekleştirdiği bir tarihin başladığı günün yıldönümü!...
                Evet, bugün Dünya Barış günü; dünya halklarının faşizmi lanetlediği, onun ırkçı, şoven, asimilasyoncu ideoloji ve politika kültürünü ret ve inkar ettiği bir gün!... Barış yalnızca bir “savaşsızlık durumu” değildir. Son çeyrek yüzyıldır barış kavramı toplumsal ilişkilere, çelişkilere, ilerlemelere ve halkların taleplerine uygun olarak bir anlam derinliğine ve zenginliğine ulaşmıştır. Bugün açısından bakıldığında kendi başına ayrıca bir öneme sahip olmakla birlikte savaşsızlık durumu barışı, barış talebini yeterince ifade etmemektedir!... Barış; artık en genel ifadesiyle ve “savaşsızlık durumunun” yanı sıra ve en az onun kadar önemli ve değerli olan günlük hayatın demokratikleşmesi, ülkelerin bağımsızlığı ve halkların inançları, dilleri ve tüm etnik özelliklerini özgürce yaşayabilme talebine ulaşarak derinlik ve genişlik kazanmış bir kavram olarak değer bulmuştur. Barış kavramı demokrasi ile halkların iradelerinin ve taleplerinin uygulanabilir özellikler kazanmasıyla günümüzde gerçek anlamına uygun bir disiplinler bütünü olarak ele alınmaktadır. Gerçek barışın yaşanmadığı hiçbir ülkede gerçek demokrasiden, günlük hayatın ve ilişkilerin demokratikleşmesinden ve gerçek anlamıyla bağımsızlıktan söz etmek olanaklı değildir. Bugün barış; toprak kadar, hava kadar, su kadar insanlığın yaşaması için gerekli ve neredeyse bir temel element durumuna gelmiştir. Acil, güncel, ertelenemez, ötelenemez temel bir talep!...
                Yalnızca komşu coğrafyalarda ve ülkemizde yaşanılan olayların kaba bir gözlemi bile bize barışın ne denli yaşamsal bir öneme sahip olduğunu göstermeye yetmektedir. Yakın coğrafyalarda mazlum halklar; etnik kimlikleri, dinsel inançları, mezhepleri nedeniyle barbarca katledilmekte, köleleştirilmekte, cariyeleştirilmekte; insanlık suçunun çaresiz objeleri, nesneleri durumuna düşürülmektedirler. Emperyalist merkezlerin ve onların bölgedeki yerli işbirlikçi hükümetleri, uşakları eliyle silahlandırılıp eğitilen, beslenen canilerin, katiller sürüsünün katliamlarına terk edilmiş durumdalar!... O güzel insanlar, Ezidiler, mazlum Türkmenler, Araplar, Şiiler, Kürtler ve diğer Ortadoğu’nun azınlık halkları, grupları; tarihin az sayıda rastladığı bir cinayetin, soykırımın kurbanı durumuna getirilmişlerdir!...  Ülke içerisinde kadına yönelik şiddet tırmanmakta, giderek kadını ikinci cins gören anlayış derinleştirilmek istenmekte; işçiler, emekçiler yoksulluğa mahkum edilmekte, gençler geleceksiz bırakılmakta, çocukların düşleri, hayalleri, oyunları çalınmakta, denizler kirletilmekte, HES’lerle topraklar susuz bırakılmakta, siyanürlerle doğa zehirlenmekte, yaşamın ve hayatın sürekliliği için gerekli olan tüm elementler kar uğruna geriye dönülemez tahribatlara uğramakta; kısacası insanlık canlı hayatı var eden bütün çevresel değerleriyle birlikte büyük bir tehdit ile karşı karşıya gelmiş durumdadır!...
                Zulmü üretenler, modern zorbalar ve barbarlar, kendi saltanatlarını sürdürmek için düşünen insanı, muhalif aydını, sanatçıyı, sendikaları etkisiz kılmak için psikolojik savaşın ve Goebbels’den devraldığı kara propagandanın her türlü ahlak dışı versiyonunu sergilemekten, bu çürümüş ideolojiyi güncelleyip propaganda etmekten geri durmamaktadır!... Medya köleleştirilmiştir; hükümetleri, siyasi iktidarları ve güç odaklarını savunmanında ötesine geçerek yozluğun, yobazlığın, hayasızlığın, akıl ve vicdan donduran, ,insanlık adına kabul edilemez bir çürümenin savunuculuğuna yönelmiş, basın ilkelerini, hukuku, insan haklarını çoktan terk etmişlerdir!...
                Burada söylemeliyiz ki; umut, her türlü sıkıntıyı göğüsleyen yerel basında ve bu kokuşmuş medya düzenini reddeden basın emekçilerindedir!... Burada başlıklarını sıralamaya çalıştığımız problemlerin belki sizler kendi tecrübeleriniz ve yaşadıklarınızla daha fazlasını sıralayabilecek olduğunuz sorunların çözümü için diğer taleplerin yanı sıra barış talebine, barış talebinin demokrasi ile kopmaz bağına sahip çıkmamızın bir kez daha ve yeniden haykırılması gereken bir gün olmalıdır, 1 Eylül Dünya Barış Günü!...
                Gerçek bir barış demokrasiyi, gerçek bir demokrasi ise barışı besler, büyütür, kalıcılaştırır!... Bir kez daha yinelemeliyiz ki, yakın coğrafyamızda ve ülke içerisinde yaşanılan sorunlar; komşu ülkelerle barış içerisinde, içişlerine karışmadan, karşılıklı yarar ilkesi gözetilerek, ilişkileri geliştirmek ve yaşatmak ülke içerisinde kadınlara, çocuklara, gençlere, emekçilere tüm farklı inanç ve etnik kimliklere ve halklara onların bütün özelliklerini yaşayabileceği, gerçek anlamda bir demokratik düzene ihtiyaç vardır. Bu, barışın ve demokrasinin gerçekleşmesi için gerekli ve zorunlu bir durumdur.
                Evet, bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü!... Barış ve demokrasi kavramlarının ülkemiz ve yakın coğrafyamız açısından hiç olmadığı kadar iç içe geçtiği, bütünleştiği bir dönemi yaşamaktayız. Umut, halkların birliğinde ve mücadelesinde yatmaktadır.
                Unutmadan küçük bir hatırlatma yapmak istiyorum; İNSAN HAKLARI DERNEĞİ GENEL MERKEZİ bugüne değin olduğu gibi Dünya Barış Gününü 1 Eylül’de kutlamaktadır. Bunun ötesindeki girişimler “teferruattır.”