havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

BETONPERESTLİK!...

1404
               “Dikey Limit” zorlanıyor. Çelik omurgalı, beton gövdeli kuleler yükseliyor gökyüzüne doğru!… Soğuk, gri beton yüzlü gökdelenler; karabasanlar gibi çullanıyor şehirlerin üzerine!... Birer birer tükeniyor yeşillikler, parklar, bahçeler… Çocuklar terk ediyor sokakları, oyunlarını yanlarına alarak!... Karınca yuvaları dağıtılıyor, kelebekler uçmuyor, kırlangıçlar göç ediyor şehirlerden birer birer!...
                Gri, soğuk, beton yüzlü binalar yükseliyor gökyüzüne!... Avrupa şehirleri arasında birincilik kürsüsüne çıkıyor İstanbul!... Markalarını, madalyalarını asıyorlar boyunlarına, beton kulelerinin!... Rüzgarlar, yağmurlar terk ediyor şehirleri birer birer!... Havasız, güneşsiz kalıyor sokaklar, kendi sessizliğinde boğuluyor insana dair ne kalmışsa, küçük ara sokaklarda!... Beton yüzlü binalar yükseliyor gökyüzüne!... Patronlar dolarlar biriktiriyor kasalarında, banka hesaplarında!... Tek sevdalısı oldukları yeşil, dolar yeşilidir onlar için!... Büyüyor servetleri giderek, yürekleri, beyinleri her gün biraz daha beton rengine dönüyor!... Betonperestlik; vicdanlarını, ahlaklarını ve insana dair olması gereken her şeylerini sarıp sarmalıyor gün ve gün!...  Gri ve beton yüzleri her gün biraz daha fazla bütünleşiyor beton kulelerle!... O, toprağın bağrına bir hançer gibi saplanan, çelik omurgalı gökdelenleri ilmik ilmik, emek emek ören, her santimetresine alın terini akıtan işçiler, emekçiler nedir ki o koskoca, heybetli, ihtişamlı beton kulelerin yanında!... Tepesine çıkıp baktığınızda küçücük bir karınca, adı sanı belirsiz, hacimsiz birer canlı!... Canı; tuğladan, betondan değersiz birer varlık, birer sayı!... İstatistik verisi…
Beton kuleler yükseliyor gökyüzüne; babalar, oğullar, torunlar!... Hayata ve insana dair yok ettikleri!... Her şeyin karşılığını ,iktidara bağlanmanın karşılığını ;
  ödül olarak  kasalarında, banka hesaplarında işçilerin kanıyla kirlenmiş dolarlar olarak alıyorlar!...
“Dikey Limit” zorlanıyor. Hukuk parçalanıyor, yasalar deliniyor, ahlak ve vicdan betonlaşıyor; babalar, oğullar, torunlar evet torunlar kirli servetlerini büyütüyor!... Betonperestlikle övünüyor, egemenler!... Güç ve iktidar sahipleri!... Ve varlığını egemenlerin varlığına koşulsuzca bağlayanlar!... On işçi, on emekçi, on insan, on can asansör boşluğuna çakılıyor, 32. kattan düşerek!... İş güvenliği mi dediniz, yasaları mı haykırıyorsunuz; evet, bu ülkede iş güvenliği yasaları var, mevzuatlar var; patronun, mülk sahibinin, iktidar sahibinin kazancını, rantını, karını güvenceye alan yasalar var!... İşçi güvenliği, işçi sağlığı mı dediniz, işçinin hayatından mı söz ediyorsunuz; o gri, soğuk, gökyüzünü delen heybetli beton kulelerin, gökdelenlerin yanında işçi dediğin nedir ki, patronun gözünde!... İş güvenliğinin, işçi sağlığının anlamı betonperestliğe kurban edilen şehirlerde yalnızca bir karıncanın ölümü kadar anlamlıdır!... Bakınız, bu cinayet için, bu cinayette yaşamını yitirenler için şehit diyen sesleri duyduk. Şehit, öyle mi!? Birden bire akıllarına din geldi. Birden bire ölüm geldi. Tepkileri böyle mi önleyeceksiniz!? Hukuksuzluğunuzu, ahlaksızlığınızı böyle mi perdeleyip örteceksiniz!? Evet, işte bunun için betonperestlik diyoruz. Bunun için yüzleriniz, yüreğiniz beton griliğine dönmüş diyoruz.
Evet, gökdelenler yükseliyor şehirlerin orta yerinden gökyüzüne doğru!... Santim santim, tuğla tuğla, duvar duvar yükseliyor gri beton kuleler; işçilerin emeğiyle, alın teriyle, canı ve kanı pahasına!... Karıncalar dinleniyor yorulunca, onlar “kamu yararı” adına yirmi dört saat çalışıyor; uykusuz ve yorgun!... Yatacak ranzaları, yatakları olmadan, uykulu gözleriyle!... Patron, patronlar sistemi, yalnızca servetlerini büyütmüyorlar; anlamlar yüklüyorlar, anlamlar yükleniyor gökdelenlere!... Gücün, kibrin, ihtişamın sonsuza kadar sürecek, değiştirilemeyecek bir düzenin de simgeleridir artık gökdelenler!... İşçiler, emekçiler kendi yaptıkları, ter akıttıkları, can verdikleri bu heybetli, gri, beton yüzlü binalara yabancılaşmışlardır artık!... Kendi emeklerinin ürünü olan bu devasa yapılar, onlara yabancıdır!... Elleri ile büyüttükleri esere, yabancılaşmışlardır!... Kapısından giremezler, bu devasa, heybetli beton ve çelik kubbelerin yanında birer karıncaya dönüştürülmüşlerdir!... Ölenlerin yerine yenileri, gidenlerin bıraktıkları alanı başka emekçiler doldurmuştur. Ve şehirler, gökdelenlere teslim olmuştur!... Egemenler betonperestliğin yeni rant sayfalarını açmak için yeni şehirler, yeni meydanlar için girişimlere başlamışlardır bile!...
Her şeyi değişmez sanıyorlar; iktidarları, egemenlikleri kıyamete kadar sürecek sanıyorlar!... Çelik kubbelerin pencerelerinden şehirlere bakarken ihtişamların babalardan oğullara, oğullardan torunlara geçeceğinin hayallerini kuruyorlar. Tıpkı putperestleri putlarının yenilmezliğine, sonsuzluğuna inandıkları gibi!...
Nice düzenler yıkıldı, nice devranlar döndü!... Nice fırtınalar, nice yağmurlar, seller geldi geçti!... Nice buzlar eridi!... Karıncalar hala yaşıyor, karıncalar hala yuva yapıyor!... Bugün gökdelenleri yapan emekçileri, işçileri karınca gibi görenlere bir uyarı olsun!...
Evet, bu yazıyı iki notla, iki teşekkürle tamamlamak istiyorum; birinci teşekkürüm çocukluk arkadaşım Sado’ya… Eğer beni İstanbul’dan arayıp gökdelenlerle gökdelenlerin ifade ettiği anlamlarla bir teknik direktörün maç öncesi rakip takımı küçümseyen mimikleri arasında benzerlikler kurduğunu anlatmasaydı, bu hafta Beşiktaş Çarşı gurubu ile ilgili bir yazı yazacaktım. Sado’nun isteğini kırmayarak bu yazıyı yazdım, ona sevgiler, teşekkürler. İkinci teşekkürüm Sermet Atadinç’e; “Büyüksün Çarşı” başlıklı yazısında benim söyleyebileceğim bütün sözleri kaleme aldığı için. O yazının altına bende imzamı atıyorum, yarım asrı geride bırakan bir Beşiktaşlı olarak Sermet Atadinç’e teşekkür ediyorum. Ve son söz olarak; “Çarşı darbelere karşı” olduğu gibi “betonperestliğede karşı”!...