havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

BİR ŞEHRİ YAŞAMAK!...

1586
               Türkiye şehirli oldu. Hatta büyükşehirli oldu. Nüfusumuzun büyük çoğunluğu şehirde “oturuyor”. Evet, “oturuyor” dedim; çalışıyor, koşuşturuyor bir biçimde ve bir yönüyle şehrin bir yerlerine tutunuyor. Ben, tam da bu noktada “bir şehri yaşamak” diye çoğumuza fantastik gelebilecek bir yaşama biçiminden, şehirle kurulan farklı bir ilişki biçiminden söz etmek istiyorum.
                Bir şehirde yaşamakla “bir şehri yaşamak” arasındaki fark, ince çizgi; belki şehirler arasındaki farklılıklara da işaret eden ölçütlerden birisi olabilir diye düşünürüm hep. Çoğu şehirde ve özellikle de büyükşehirlerin merkezlerinde, ana caddelerinde kendiniz olarak o “merkez” ve ana cadde ve ana caddelerin vazgeçilmezi olan vitrin kültürünün yarattığı baskıdan, basınçtan; insanı kendisine yabancılaşmaya zorlayan ürkütücü pırıltılarından sıyrılarak var olmanız, davranmanız, soluk almanız olabildiğince zorlaşır; bırakınız “bir şehri yaşamak” hayalini gerçekleştirmenizi kendinizi yaşamanız bile olabildiğince zorlaşır.
Kuşkusuz ki bu iddianın herkes için geçerli olduğunu söyleyemeyiz. Bu çok özet ve genelleyici girişten sonra meramımı Çanakkale üzerinden anlatmaya çalışmalıyım. Belki böylesi daha kolay olacak. Çanakkale; “bir şehri yaşamak” isteyenlere kendisini yaşatma özelliklerini sunabilen, albenisi olan, kültürü olan ve tüm değerlerini cömertçe paylaşmaya hazır, bencillikten uzak bir şehirdir. Biliyorum, somutlanması zor olan şeylerden söz ediyorum; biraz hayal gücü, biraz düşsellik!...
Burada, bu şehirde; mitoloji tarihle, tarih bugünle öylesine kopmaz bağlarla birbirine bağlanmış ki!... Ancak bu bağlanış yalnızca kronolojik bir bağlanış değil; düşsel, fantastik ve en ölçülebilir olanı da kültürel ve demokratik bir bağlanış!...
“Bir şehri yaşamak” bir anlamda ve bir yönüyle insanın kendisini yaşamasıdır; yaşadığı şehrin tarihine, coğrafyasına, kültürüne dokunabilmesi, dostluk kurabilmesi, haz alabilmesidir. Yaşadığı şehrin yalnızca görsel güzellikleri, coğrafyasının sunduğu güzellikler yeterli değil; hoşgörüsü, demokratik değerleri ve bu demokratik değerlerin günlük yaşama sinmiş bir kültüre evrilmiş ve yaşayanlar tarafından içselleştirilmiş olması da gereklidir. Önemli ölçüde Çanakkale’de özellikle merkezde bu değerleri yakalayabilirsiniz.
Çanakkale; farklı kültürlere, dinlere, inançlara ev sahipliği yapmış ve tüm bu farklılıkları içselleştirmiş, kaynaştırmış, dostlaştırmış ve bu farklılıklardan öğrenerek kendi bilgeliğini gerçekleştirmiş bir şehirdir. Dışarıdan ve içeriden yapılan kuşatmaları, bozma çabalarını aşabilmiş bir bilgeliğe, toplumsal reflekse ulaşabilmiş az görülen ender şehirlerden birisidir. En görünen meydanında ve ulaşılabilecek yakınlıkta olan Truva atları, toplumsal bilinçaltında gerçek anlamı, değerleri ve mitolojiden günümüze aktarılan bütün mesajlarıyla ve her anlamı ve her yönüyle içselleştirilmiş semboller olarak karşılığını bulmuştur diyebiliriz. Biliyorum, söylediklerim kimilerince abartılı değerlendirmeler olarak algılanabilir. Bu değerlendirmeleri anlayabilirim. Ama ben “bir şehri yaşama”nın, kendini o şehirde en özgürce ifade edebilmenin bir hak olduğunu düşünerek, ona inanarak söylediklerimin peşine takılmaktan, izini sürmekten vazgeçmek niyetinde değilim. Bir şehrin bütün kuşatmalara rağmen özgür kılınabilmesi, özgürce yaşanabilmesi için; onun sunduğu değerleri ve olanakları anlamakla, onun uzattığı eli tutmakla başlayacağının, başladığının inancını, bilincini ve hayalini taşıyorum.
Çanakkale, toplumsal reflekslerini yalnızca kendisi için değil; ülkenin neresinde olursa olsun gördüğü yanlışlara ve haksızlıklara karşı ortaya koymasıyla da önemli bir işlevselliğe sahiptir. Bir şehrin özgürce kendini yaşatıyor olabilmesi için; kadınlarının sokaklarda özgürce kendini ifade edebilmesi, kendisi olarak yaşayabilmesi ve çocukların oyunlarını dilediklerince yaşayabilmeleriyle olanaklıdır.
Eğer bir şehir barışa değer veriyorsa, “barış kültürümüz olsun” diyebiliyorsa ve şehirlerin ve toplumların hayatında sanatın öneminin ne kadar değerli olduğunun farkındaysa, sanat için olanaklar yaratıyorsa ve sanat olmadan kalıcı barışların gerçekleşemeyeceği bilincine ulaşmışsa; o şehirler övgüyü, alkışı hak eder!... Çanakkale; bu açıdan da eksikliklerine rağmen ileri bir noktadadır ve övgüyü fazlasıyla hak ediyor.
Tüm bunları düşündüğüm için “bir şehri yaşamak” düşüncesine ve idealine en yakın olan şehrin Çanakkale olduğunu söylemek benim açımdan anlaşılabilir bir durumdur. Festivalleriyle, sanat etkinlikleriyle, 8 Martlarıyla, 1 Mayıslarıyla tarihsel değerleri yaşatan, bu değerleri geleceğe aktaran bir toplumsal, sosyal, kültürel ve sanatsal çizgi kendi içinde ve kendi başına son derece önemli değerler olarak bütün kentliler açısından övünülecek bir durumdur. Eksiği ve fazlasıyla değiştirilmesi ve değişmesi gereken yönleriyle, dernekleri ve sendikalarıyla, meslek odalarıyla, yerel basınıyla, kent konseyiyle küçümsenmeyecek bir örgütlülüğe sahiptir Çanakkale!... Küçük bir not düşmemi hoşgörü ile karşılayacağınızı umarak; artık kent konseyi yönetici profilinin değişmesi, bu kurumu kentin genel, toplumsal atmosferine daha uygun hale getirecektir!...
Bir kenti güzelleştiren en temel unsur; o kentte yaşayan insandır!... Ve son söz olarak; doğası ve insanıyla, hoşgörüsü ve demokratik değerleriyle, bereketi ve cömertliğiyle; kendini yaşamak isteyenlere, “bir şehri yaşamak” isteyenlere kucak açan, olanak sunan bir şehirde yaşıyoruz dersem, ne dersiniz?