havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Bağımsız yargı, hukuk, adalet ve aydınlık gelecek için…

Kılıçdaroğlu'nun başlattığı "Adalet Yürüyüşü' üzerine celallenen Başbakan Binali Yıldırım; "Türkiye bir hukuk devletidir" ve "Henüz yargı süreçleri bitmemiştir" diye görüşlerini, aslında kızgınlığını dile getirdi.

6805

 

İkinciden başlayalım ve basit bir soru soralım; henüz yargılama süreci bitmediyse- ki doğrudur, neden Berberoğlu tutuklandı!?

 

Gerçekten “Türkiye bir hukuk devletidir” diyen sayın Yıldırım, Türkiye’nin gerçek anlamda ve evrensel ölçülerde bir hukuk devleti olduğuna inanarak mı bu sözleri söylüyor, yoksa ülkenin yönetiminde şeklen de olsa sorumlu bir yönetici olarak, hatta başbakan olarak böyle söylemesi gerektiği için mi, yani “Türkiye bir hukuk devletidir” demek sorumluluğunu taşıdığı için mi böyle söylüyor!?

 

Her iki durum da, yaşanılan ülke gerçeklerine bakıldığında, içinde bulunduğumuz tablo değerlendirildiğinde sorunlu, en azından geniş bir hukuk çevresi açısından sorunlu tanımlamalar olarak ifade edilebilir.

 

Ya da şöyle söylemeliyiz, hukuk anlayışı konusunda iki uzlaşmaz tanımlama ile karşı karşıyayız, diyebiliriz…

 

Artık mızrak çuvala sığmıyor... Yargıya güven yüzde 30’lara inmiş… Her yüz vatandaşın 70’i, yargı ile ilgili bir sorunla karşılaştığında, yargının adil karar vermeyeceğini düşünüyor… Vaziyet böyle iken, “Türkiye bir hukuk devletidir” demek, olsa olsa hayat içerisinde karşılığı olmayan bir “siyasi fantezi”  olabilir.

 

Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bir zamanlar “hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku var” diye eleştiriler sunuyordu… Bugün gelinen noktada ise, bırakınız üstünlerin hukukunu, daraltılmış, son derece sınırlı bir zümrenin, küçük bir oligarşinin hayatın her alanında, en başta da yargı olmak üzere üstünlüğünden, egemenliğinden, “Kendi hukuklarını”(!) egemen kılmalarından, ki bu “hukuk”, artık bir hukuk olmaktan çıkmıştır/çıkarılmıştır, mutlak bir yönetsel egemenlik durumuna evrilmesinden söz edebiliriz.

 

İhalelerden; yol, köprü, hazine garantili ihalelerden, askerlere verilen yemek ihalelerine kadar, aklınıza nerede bir rant kapısı varsa, oraların küçük bir azınlığın dizginsin,  sömürüsüne ve çıkarına açıldığını söylemek abartı değildir… Geldiğimiz noktada hiç abartı değildir. Askerlerimiz, bölük bölük, tabur tabur zehirlenmektedir. Bu zehirlenmelerin basına düşen iddialardan anladığımız kadarıyla yemeklerden olduğu anlaşılıyor. Manisa Valisi “psikolojik” diye geçenlerde açıklama yapıyordu. Yani insanı aptal yerine koymanın bu derecesi, ancak kendisini kurnaz zanneden, aptallara ve aptallıklara özgü bir aymazlık olarak gözümüze gözümüze sokuluyor.

 

Elbette, bunca yolsuzluğun, adam kayırmacılığın, zümre korumacılığının, ihale cambazlığının, dizginsiz ve sınırsız rant elde etmenin sürdürülebilmesi için hukukun ortadan kaldırılması gerekiyor.

 

Savaş kışkırtıcılığı, komşu ülkelerin iç işlerine el uzatmak, o kargaşalardan medet ummak, cihadist kelle avcılarına her türlü desteği sunmak ve bütün bu ilişkilerin açığa çıkmasını, deşifre olmasını engellemek için hukuku ortadan kaldırmanız, kimi yargı mensuplarını, talimatlandırılır duruma getirmeniz gerekir. Yukarıya koyduğumuz iddialar, son üç-beş yıldır basında yer alan, herkesin bildiği ve bugünlerde ‘sır’ diye toplumun karşısına çıkarılan gerçeklikler ve eski tartışmalardan ibarettir.

 

Yani sayın Kılıçdaroğlu, “Bıçak kemiğe dayandı” derken, sanıyoruz ki bu gerçeklikleri ifade etmektedir. Mesele, ne Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasına indirgenecek kadar dar ve sınırlı ve adaletsiz ne de ‘damat kayırmacılığı’ diye öne çıkarılacak kadar basit değildir!…

 

Hukukun, yargının ve adaletin günlük hayat içerisinde ortaya çıkardığı ve kamu vicdanını rahatsız eden sonuçlar çok daha geniş ve derinlere kök salmıştır…

 

Ve kesin olan Türkiye’nin ve toplumun geleceği açısından kabul edilemez bir noktaya, bir dönemece gelişmiş olmasıdır…

 

Kılıçdaroğlu’nun başlattığı “Adalet Yürüyüşü” toplumun diğer demokrasi ve hukuk sorunlarına da genişleyerek, daha kapsamlı bir talepler bütününe ulaştığında ve bu değerlere sahip çıkan tüm toplumsal kesimlerin, katmanların ve örgütlenmelerin; siyasi partilerden, derneklere, meslek odalarına ve yurttaş inisiyatiflerine doğru  destek bulduğunda, aydınlık günlere ulaşılmaması için bir neden yoktur.

 

Elbette iktidar sahipleri ayrıcalıklarından vazgeçmek istemeyeceklerdir ve elbette tıpkı Gezi’de olduğu gibi bu toplumsal vicdan hareketini, demokrasi yürüyüşünü değersizleştirmeye, propagandalarla etkisizleştirmeye çalışacaklardır. Ama artık iktidar sahiplerinin işi, eskisi kadar kolay olmayacaktır. Bu kez “HAYIR” diyenleri, hukuk ve adalet isteyenleri, etkisizleştirip, rotasından caydırmak o kadar da kolay olmayacaktır.

 

Şimdi, hukuk için, bağımsız yargı için, adalet için, demokratik Türkiye için, bu yürüyüşe sahip çıkmak, evrensel demokrasi ve evrensel hukuk çizgisinden sapmadan bu eylemi sürdürmek, genişletmek ve  derinleştirmek, gelecek açısından tarihsel bir öneme sahip olacaktır.