havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Barışı Kim İstemez…

1584
Aslında, senaryo çok basit olarak yazılmıştır. Önce bir düşman belirlenir, bu düşman kimi kez devlete, kimi kez dine, kimi kez vatana millete, bazen her şeye karşı konumlandırılmış bir düşman olur. Sonra bir el, bir güruh örgütler, toparlar ve o önceden imal edilmiş, yaratılmış düşmanın üzerine salıverilir.
Yaratılan çatışmanın sonucu siyasal iklime ve siyasal beklentilere göre değişir. Bazen yakılır, bazen yıkılır, bazen kurşunlanır, bazen sürülür, bazen kaçırılarak bilinmeyen yerlerde yok edilir. Nasılsa birileri; “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” diyerek bu linç kültürünün, bu toplumsal-siyasal vandalizmin teorisini yaparak bu davranış biçimini toplumun geneline ve gelecek kuşaklara bir miras olarak aktarma pervasızlığını gösterecektir. Bu katil tipolojileri, bir kahraman mertebesine yükselterek resmi güvenlik görevlileri tarafından, resmi kurumlarda, kurumların içerisinde Türk bayrağının önüne geçirilerek, birlikte hatıra fotoğrafları çektirilerek sembolleştirilmek istenecektir.
Linç girişimleri, kamu düzenini sağlamakla görevli olanlar tarafından ve hatta muhalefet parti liderleri tarafından; “duyarlı vatandaş tepkisi” denilerek kutsanabilecektir.
 
Evet; düşman zamana, çıkarlara, siyasi koşullara göre değişecektir. Bir dönem devrimcilerdir düşman gösterilen. Bir dönem Aleviler… Ermeniler… Grev yapan, direnen işçilerdir kimi kez düşman gösterilen.
Bugünlerde ise, bu ülkede barış isteyenlerdir ve Kürtlerdir. Ve de Kürt’ün haklarını savunan, onların kimliğine saygılı olan herkestir düşman.
 
Şimdi buradan bu perspektif ile geçtiğimiz hafta Sinop’ta gerçekleşen, gerçekleştirilen olayları yerli yerine oturtmaya çalışabiliriz.
 
Bu ülkenin dört milletvekili, bir il’e toplantı yapmaya gidiyor. Barışı anlatmaya, Kürt sorununun çözüm sürecini değerlendirmeye, halkların niçin kardeş olması gerektiğini ve halklar arasında düşman olmanın hiçbir nesnel temeli olmadığını anlatmaya, Sinop’a gidiyorlar. Ve organize edilmiş, örgütlenmiş bir güruh, özellikle vurgulamak istiyorum bir güruh tarafından saatlerce öğretmenevinde, linç tehdidi altında muhasara altına alınıyorlar.
 
Burada önce demokrasi açısından, özgürlükler açısından kendimize basit sorular soralım.
 
Milletvekilleri, eğer ülkenin herhangi bir yerinde barışı konuşacakları, barışçı toplantılar yapamıyorlarsa, ve saatlerce (8-9 saat) linç tehdidi altında kalıyorlarsa, kaldıkları öğretmenevinin camı çerçevesi indiriliyorsa; demokrasi açısından, hukuk açısından, güvenlik açısından, o kentin yöneticileri açısından sorulması gereken soruların olduğunu söylememiz ve düşünmemiz gerekmez mi!?
 
Peki; barışın konuşulup tartışılmasından kimler, niçin rahatsız olabilirler!?
Savaşın sürmesinden kimlerin, nasıl bir çıkarı söz konusu olabilir!?
Sinop’ta; öğretmenevini kuşatan gençlerin, savaş ve çatışmalardan çıkarları ne olabilir!?
 
Daha böylesine, çok daha anlamlı ve kapsamlı sorular sorabiliriz. Ama buradan anlaşılan odur ki, Sinop ve Samsun’da bir el, bir “karanlık akıl”, bu dört milletvekilinin yapacağı barış toplantılarını engellemek ve sabote etmek istemiştir.
 
Politikalarının merkezine, “bölünme” paranoyasını, ırkçı-şoven ideolojiyi koyanlar, barışın gerçekleştiği bir coğrafyada ve toplumsal-siyasal iklimde, varlık nedenlerinin ortadan kalkacağı korkusuna kapılmış olabilirler mi!?
 
Veya; çatışmanın kendisinden ve sonuçlarından, şu veya bu ölçüde çıkar sağlayanlar, barış umudundan bile korkmuş, ürkmüş olmanın can havliyle toplumsal bir provokasyonun hayalinin sevdasına düşmüş olabilirler mi!?
 
Sonuç olarak, Sinop ve devamında Samsun olayları çeşitli yönleriyle değerlendirmek zorunda olduğumuz olaylardır.
 
Otuz yıllık çatışma, toplumun her alanından çeşitli, katmanlaşmış, birbirine eklemlenmiş sorunlar oluşturmuştur. Barışa yürünecek yol, her adımına dikkat edilmesi gereken çetin bir yol ve çetin bir yolculuk olacaktır.
 
Ama esas görülmesi gereken nokta, hem ülkemiz, hem bölgemiz açısından; bu çatışma, bu savaş, bu sorun (Kürt sorunu) taşınamaz bir ağırlığa, maliyeti yüksek bir yüke dönüşmüştür. Şiddetin sona ermesi, silahların susması ve sonrasında atılacak tüm siyasal, hukuksal, anayasal, kültürel adımlar; halkların, ülkenin ve bölgenin yararına olacaktır.
 
Barış içerisinde, bir arada, gönüllü ve eşit haklara dayalı bir anayasal sistem, bir toplumsal yaşam; korkulması gereken değil, gerçekleştirilmesi için, elde edilmesi için uğruna çaba gösterilmesi gereken hedefler olmalıdır.