havadurum

Bilim insanı böyle isyan etti "Kalbim acıyor"

6239

 

 

Özel Haber: Seçkin Sağlam

Çanakkale’nin tek ve alternatifsiz içme ve kullanma suyunun karşılandığı Atikhisar Barajı’nın su havzası üzerinde bulunan, merkeze bağlı Kirazlı Köyü, Balaban Mevkiinde (dağı) yapılan maden çalışması bir haftadır hem kentin hem de ülke gündeminde ilk sıralarda. Doğadan ve sağlıklı bir çevrede yaşamdan yana tavır alan, sivil toplum örgütleri, sanatçılar, siyasiler ve vatandaşların gündemlerinden düşürmediği, altın madeni çalışmasının bir an önce durdurulması isteniyor. 19 Temmuz eylemi ile başlayan ve bugün, 26 Temmuz tarihinden itibaren süren su nöbeti ile devam eden süreçte, Kanada menşeli uluslararası altın tekeli Alamos Gold ve onun yerli işbirlikçisi, taşeron şirketi Doğu Biga Madencilik eliyle sürdürülen ağaç katliamı devam ediyor. Altıncı şirket, Balaban Tepesi (dağı) denilen bölgede 5 bin 200 ton patlayıcı kullanmayı, 72 milyon ton toprakta 26 milyon ton cevheri işlemeyi planlıyor. Söz konusu alan 20 bin dekarı kapsarken, ruhsat alanı, 6 bin 130 dekardan oluşuyor. Altıncı şirket tarafından ağaç kesimi, çevre talanı devam ederken, sorumlu ve duyarlı yurttaşlar ise Balaban’a kurulan kamp alanında yaşam ve su hakkı nöbetine devam ediyor. İki taraf da bulunduğu konumu koruyarak geri adım atmazken, “orası Kazdağı mı, değil mi?” tartışması ise suni bir gündem olarak sıkça dile getirilmeye başlandı. Hem bu tartışma hem de yaşanan ve sayısının 200 bini bulduğu ileri sürülen ağaç kesimlerinin “bugünden yarına” yani kısa vadede zararı nedir, bölgeye ne ölçüde zarar vermiştir? İşte bu iki konuyla ilgili görüşlerini aldığımız, özellikle alanın Kazdağı ile ilintisi noktasında daha önce bir yazı da kaleme alan TEMA Vakfı Bilim Kurulu ve İDA Dayanışma Derneği Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, görüşlerini paylaştı. 

 
 “Orası Kazdağı’dır, değildir” tartışması
TEMA Vakfı Bilim Kurulu ve İDA Dayanışma Derneği Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, “Kaz Dağı, Kaz Dağı yöresi ve Kaz Dağı yöresi etkileşim alanı kavramları üzerine düşünceler” başlıklı yazısında, Kazdağı bölgesini anlattı. Özellikle Kirazlı bölgesi ve Balaban Tepesi/Dağı’nın da içinde bulunduğu alanı anlatan Türkeş, “Öncelikle, Biga Yarımadası - Kaz Dağı yöresinde herhangi bir insan etkinliği ve uygulaması (ör. siyanürlü metalik (altın-gümüş, demir-nikel madenciliği, taş ya da kireç taşı ve mermer ocakları, fosil yakıtlı termik elektrik santralleri, vb.) söz konusu olduğunda, Kaz Dağı yalnız dağın yüksek bölümleri ve dorukları olarak ele alınmamalıdır. Bu, Kaz Dağı adına sıkça yapılan en önemli yanlışlardan ve haksızlıklardan birisidir. Bu nedenle, bu noktada, ‘yöre’ kavramı üzerinde durmak gerekiyor. Yöre, tanım olarak, ‘doğal-coğrafi (fiziksel, hidrolojik, ekolojik, biyolojik, kültürel, vb.) özelliklerin bir bütünlük gösterdiği en küçük coğrafi alan birimidir.’ Kaz Dağı, doruklar bölümü, doğuya, kuzeye ve batıya uzanan sırtları, derin vadileri, dik yamaçları ve etek düzlükleri ile yakın çevresindeki ovalar ve alçak platolar ile birlikte bir bütün olarak dağ sistemi ve coğrafi bir alan birimi olarak da Kaz Dağı Yöresi şeklinde ele alınmalıdır. Kaz Dağı’nı özellikli kılan da, yer şekli olarak bir ‘dağ’ olmasının yanı sıra, çevresinde yer alan diğer dağlar, platolar ve ovalar ile birlikte eteklerindeki binlerce yıllık yaşam zenginliğinin oluşmasında belirleyici olmasıdır. Dağlar ve dağlık yöreler, çevrelerine göre daha nemli ve daha fazla yağış alma, bu nedenle de su toplama alanları olma özellikleri nedeniyle, biyolojik, tarımsal, arkeolojik, kültürel, turizm vb. zenginliklerin beslenme kaynaklarıdır. Bu yüzden, dağların sürdürülebilir kullanımı, onların bir ekolojik, fiziksel ve kültürel sistemler bütünü olduğu gerçeği ve bakış açısı ile ele alınmalıdır.
Kaz Dağı, üzerinde yükseldiği yörenin yerüstü ve yeraltı su kaynaklarını oluşturan, besleyen ve onların sürekliliğini denetleyen en önemli yaşam kaynağıdır. Kaz Dağı, yüksekliği ve bölgeye bereketli yağışları taşıyan egemen hava akımları ile Akdeniz ve orta enlem siklonları açısından uygun bir konumda bulunması nedeniyle, yörenin daha nemli bir iklime, bu nedenle de doğal bitki örtüsü ve tarımsal etkinlikler açısından çevreye göre daha zengin olmasını sağlamaktadır” dedi. 
 
Bindiğin dalı kesmek!
Türkeş, “Kaz Dağı Yöresi Etkileşim Alanı (Türkeş ve Koç, 2007; Türkeş ve Altan, 2014) olarak kabul edilmesi gereken Biga Yarımadası’ndaki dağlar haritalarda (örneğin, 1/1,000,000 ölçekli Harita Genel Komutanlığı Türkiye Fiziki haritasında), Kaz, Kavak, Sakar, Ağı, Armutçuk, Kayacı (Balaban) ve Dede olarak sıralanmıştır. Bu dağların her biri ayrı ayrı ve birlikte açıklanan sistem mantığından hareketle değerlendirildiğinde, titizlikle korunması gereken hassas doğal sistemlerdir. Kaz Dağı, Karamenderes, Kocaçay, Biga Çayı ile güneye dökülen akarsuları besleyerek çevresindeki yaşamın can damarlarını oluştururken, Kirazlı Balaban Dağı da Çanakkale yerleşmesinin içme ve sulama suyunu sağlayan Atikhisar Barajını beslemektedir. Bu doğal kaynakların herhangi bir kesiminin taşıma kapasitesi ve buna bağlı olarak sürdürülebilirlik kuralları dikkate alınmadan kullanılmasının, ancak ‘Bindiğin Dalı Kesiyorsun’ sözüyle açıklanabileceğini belirtmek gerekir. Örneğin Kayacı (Balaban) Dağına (Atikhisar Barajı – Sarı Çay Havzası) yapılacak bilinçsiz bir etki (çevrenin kirlenmesine ya da aşırı kullanılmasına neden olan bir insan etkinliği), su kaynaklarının giderek azaldığı, uzun süreli kuraklıkların yaşandığı ve kuraklaşma eğiliminin olduğu bir dönemde, Çanakkale kenti ve çevresinde ciddi su sıkıntısına neden olacaktır. Biga Çayında yaşanacak bir olumsuzluk, Çan ve Biga çevresini, Kocaçay’da (Kalkım) yaşanacak bir olumsuzluk ise, Kalkım, Yenice ile Gönen çevresini etkileyecektir.
Bu nedenle Dağların akarsu havzalarının beslenme ve özelliklerinin belirlenme kaynakları olduğu gerçeği bilinmelidir” dedi. 
 
“Sadece Balıkesir İli bölümünün Milli Park ilan edilmesi yeterli değildir”
Kazdağı’nın korunması noktasında ise Prof. Dr. Türkeş, “Herhangi bir yerdeki yeraltı ya da yerüstü kaynağının ekonomik kullanımı için, bütünleşik bir Havza Yönetim Planından hareketle değerlendirme yapılmalıdır. Kaz Dağı Yöresine ilişkin değerlendirmelerde sıkça yapılan ikinci önemli yanlışlık, Kaz Dağı ile ‘Kaz Dağı Milli Parkı’nın eş anlamlı kullanılmasıdır. Bu tümüyle yanlış ve sınırlayıcı bir yaklaşımdır. Gerçekte, Kaz Dağı Milli Parkı, Kaz Dağı’nın Balıkesir ili Edremit ilçesi sınırları içinde kalan güney yüzü, Zeytinli Çayı’ndan Altınoluk beldesinin batısındaki Mıhlı Çayına kadar olan bölümü ile bu bölümün doruklara kadar olan yüksekliklerini kaplar. Bu alan, eşsiz orman varlığı, biyolojik çeşitliliği ve endemik türleri dikkate alınarak, 17.04.1993 tarih ve 21555 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 93/4243 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Milli Park kabul edilerek, koruma altına alınmıştır. Ancak, Kaz Dağının korunması ve sürdürülebilir yönetimi için, yalnız Balıkesir il sınırları içinde kalan bölümünün Milli Park kapsamına alınması yeterli değildir. Bütüncül bir koruma ve yönetim anlayışıyla, iklim özelliklerine bağlı olarak şekillenen zengin orman varlığı, jeolojik ve jeomorfolojik güzellikleri, fauna ve florası ile endemik türleri de dikkate alınarak, Kaz Dağı’nın Çanakkale il sınırları içinde yer alan korunması gereken bölümleri de Milli Park kapsamına alınmalıdır” ifadelerine yer verdi. 
 
“Kaynakların korunması yaşamsal öneme sahiptir”
“Başta fosil yakıtların yakılması ve ormansızlaşma gelmek üzere, çeşitli insan etkinlikleri sonucunda Yerküre’nin iklimi değişmekte, giderek daha sıcak, kurak ve belki de daha önemlisi daha değişken olmaktadır” diyen Türkeş, açıklamasında, “Genel olarak Biga Yarımadası da, küresel ve bölgesel iklim değişikliklerinden etkilenerek, daha sıcak ve kurak bir iklim özelliği gösteriyor. Bu yüzden, giderek ısınan ve kuraklaşan bir dünyada, ekolojik sistemlerin daha hassaslaşacağı gerçeği dikkate alındığında, Kaz Dağı Yöresi’nin, geçmiş iklim değişikliklerinde olduğu gibi, gelecekte de iklim sisteminin, su kaynaklarının ve biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürekliliğin sağlanması açısından yaşamsal bir rol oynayacağı unutulmamalıdır” ifadelerine yer verdi. 
 
Ağaçlar kesildi, kesilmeye devam ediyor. Peki, ilk zararları nedir? 
Yapılan ağaç katliamının kısa vadede de olumsuz etkilerinin olacağını ifade eden Prof. Dr. Türkeş, “Kirazlı Balaban, doğallaşmış Akdeniz orman ekosisteminden oluşan su toplama havzasıdır. Yok edilen bu orman ekosistemi ve biyotopu, çok çeşitli meşe türleri (ör. Macar meşesi, saçlı meşe olarak da adlandırılan Türk meşesi, tüylü meşe, alt bölümlerinde Anadolu palamut meşesi, Mazı meşesi ile Maki çalılıklarında Kermes meşesi) ve karaçam topluluk ve yaşam birliklerinden oluşur. Bu yöre, çok sayıda, kuş, kemirgen, sürüngen ve memeli hayvana ve her türden börtü böceğe ev sahipliği yapmaktaydı. Yöre iki yıl gibi kısa bir sürede biyoçeşitliliğini büyük ölçüde kaybetmiş durumda. Yaklaşık bir buçuk yıl önce gözlemlediğim, net olarak gördüğüm atmaca, çakır kuşu, gökdoğan, ala doğan, küçük orman kartalı, kuzgun, tahtalı ve gökçe güvercinleri hatta gri leş kargalarını bu kez hiç görmedim. Bu yırtıcılar avları burayı terk etmiş, ya da ormanlık alan yok olduğu için terk etmiş olmalı. Bu kez sadece bir kaç kerkenez çiftini keyifle rüzgara karşı havada kanat çırparak durduklarını ve sıklıkla açık alanda toprak üzerinde güneşlenmeyi seven kertenkele ve küçük yılanlar gibi küçük sürüngenlere ve çekirgeler gibi irice böceklere dalışlar yaparak avlarken gördüm ve resimledim. Korkarım bir dahaki gelişimizde henüz ellenmemiş olan bu yamaçlar da patlatılıp kazılacağı için, büyük olasılıkla bu güzel küçük yırtıcı doğanları yani kerkenezleri de göremeyeceğiz. Yazık oluyor Kirazlı Balaban`a, Sarıçay su toplama havzasına, yazık oluyor bu yörede yaşan canlılara, orman ve tarım ekosistemlerine, yazık oluyor bu güzel Çanakkale`ye ve ülkemize… Çok yazık! Öfkeliyim, kalbim acıyor!” dedi. 
 
İlk yağmurlarla birlikte Atikhisar’ı bekleyen tehlike
Türkeş, açıklamasını son olarak, ilk sağanak yağışlarla birlikte Atikhisar’ı, dolayısıyla da Çanakkale’yi bekleyen tehlikeyi işaret etti. Türkeş, “Maden işletmesinin bana göre ilk önemli olumsuz büyük etkisi; ormanın yok edildiği, yamaçların tümüyle erozyona açık kaldığı alanlarda, sağanak yağışlar ve sellerle on binlerce ton verimli ve organik maddece zengin orman toprağının Sarıçay ve diğer küçük derelerce taşınarak Atikhisar barajına ulaşmasıdır. Böylece barajdaki su kalitesi aniden bozulacak ve baraj beklenenden çok daha kısa sürede dolacaktır. Bugün, ağaçların yok edildiğini gösteren görüntüler ise maden ruhsat alanı ve çevresindeki yollar boyunca hemen her yerde orman neredeyse kazınarak yok edilmiş ve sürülmüş eğimli erozyona açık orman arazilerini gösteriyor. Fotoğraflardan açıkça görülebileceği gibi, daha şimdiden -açılan ve sürülerek toprağın tümüyle erozyona karşı savunmasız kaldığı- dik eğimli yamaçlarda selcik oyuntuları hatta sel yarıntıları oluşmuş durumda” dedi. 
Paylaş