havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Bir “kamu spotu” ve Kazdağları

2360
Televizyon ekranlarında zaman zaman çeşitli kurumlar tarafından hazırlanan eğitsel amaçlı “Kamu Spotları” yayınlanır.
 
En son Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca hazırlanan ve çeşitli sanatçıların rol aldığı “Su” konulu bir “ Kamu Spotu” izledim. Rol alan sanatçıların dilinden suyun önemi, doğru kullanılması, tasarruf edilmesi gereğini ve ayrıca yaşayan ve gelecek nesiller için ve yine yaşamın bütünü açısından taşıdığı değere yönelik doğru, eğitici sözler ifade ediliyordu.
 
Örneğin Halit AKÇATEPE; “ Suyu bilinçli kullanmakta fayda vardır. Eğer biz bilinçli kullanırsak, önümüzdeki nesillerde bilinçli kullanırlar.” diyordu. Fatih KISAPARMAK ise “Bir sanatçı, bir baba, bir yurttaş olarak suyu tasarruflu kullanmak gerektiğini” söylüyordu. Son olarak Emel SAYIN ise “ Bozuk muslukları, sızıntıları, arızaları giderelim.” önerisini dillendiriyordu.
 
Söz konusu kamu spotunda alıntıladığımız bu uyarı ve önerilerin tamamının altına sanıyorum her yurttaş imza atabilir, atmalıdır da.
 
Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın bu çalışması, tek başına ve bu noktadan bakıldığında alkışlanacak, övgüye değer bulunacak bir çalışma olarak değerli bulunabilir. Ancak denizlerin, akarsuların, yer altı su kaynaklarının bütünü açısından bakıldığında, yayınlanan kamu spotu paradoksal bir durum olarak ortaya çıkıyor.
 
Denizlerin kirlendiği, canlı hayatın tahrip olduğu, ırmaklardan zehirlerin aktığı, su kaynaklarının giderek azaldığı gerçek duruma bakınca Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın bu çalışması hoş bir seda olarak yankılanmış oluyor.
 
Bizlere, musluklarımızdan birkaç damla suyu bile ziyan etmememiz önerilirken(ki doğru bir önermedir.); HES uygulamaları ile ırmakların yok edilmesine ve bunun diğer sonuçlarına, öte yandan maden şirketlerinin dağları, ormanları, yer altı sularını zehirleyip yok etmesine sessiz kalınması, ne yazık ki yaman bir çelişki olarak ortaya çıkıyor.
 
Kuşkusuz, hayatı var eden ve sürekliliğini sağlayan bu temel elementlerin başlıcalarından olan suyun çar çur edilmesi, kirletilmesi, zehirlenmesi, yok edilmesi, yalnızca yukarıda ileri sürdüğümüz alanlarla sınırlı değil.
 
Biz, musluklarımızın arızalarını giderip su tasarrufu sağlamaya uğraşırken; bize bu önerilirken, elin oğlu bir halk söylemi ile “Deveyi hamudu ile” yani Kazdağları’nı, toprağı, ağacı, canlı dokusu, fauna ve florası, meyvesi ve sebzesi, yer altı suları ile; bugünü ve geleceği ile zehirleyip yok ediyor.
 
Hal böyle olunca Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın bu( hadi olumlu diyelim) çabası, çalışması hayat içerisinde karşılığını bulamıyor, boşlukta asılı kalıyor.
 
Buradan, bu noktadan Kızılelma Köyünde yapılan ÇED toplantısına geçelim.
 
Son yapılan ÇED süreci öncesinde besbelli ki maden şirketi, köy halkının birliğini bölmek, kendi yandaşlarını yaratmak için boş durmamış.
 
Köylünün işsizliğini, yoksulluğunu istismar ederek iş vaadi ile bir bölünme yaratabilmiş. Maden şirketi bu çabasında yalnız bırakılmamış. Bir yerel gazete manşetine, klorun siyanürden daha zararlı olduğunu taşıyarak ve açıkça gerçek dışı bir propagandanın taşıyıcısı rolünü üstlenerek, köylülerin bölünmesine, etkisiz kılınmasına önemli katkılar sunmuştur.
 
Elbette ve biliyoruz ki “ Su uyur düşman uyumaz” özdeyişini üreten halk, bu sözü boşuna söylememiştir.
 
Felsefelerinde ve ideolojilerinde, para ve kar dan başka hiçbir değer olmayan doğa düşmanları amaçlarına ulaşmak için bütün yolları deneyeceklerdir ve denemeye de devam edeceklerdir.
 
Kimileri kimilerini kandırarak, kimilerini korkutarak, kimilerinin problemlerini istismar ederek, kimilerini satın alarak amaçlarını gerçekleştirmek isteyeceklerdir.
 
İstismar edilerek saf değiştiren köylüleri, köy gençlerini dışarıda bırakarak şunu söyleyebiliriz; küçük çıkarlar için kendilerini satanların, bugün için uzun bir geleceği feda edenlerin, o andan itibaren satın alıcılarının gözünde bile değersizleştiği, nesneleştiği, ahlaki ve vicdani onur ve erdeme dair bütün değerlerinin satın alıcılarının eline geçtiğini unutmamaları gerekir.
 
Ne diyorlar; klor siyanürden daha zararlıymış.
 
Bu manşetin siyasi, ahlaki, vicdani sorumluluğu örtbas edilemeyecek kadar açık, tutulan pozisyonu gizleyemeyecek kadar kesindir. Ve Çanakkale’nin bu manşeti tırnaklamadan yazanları not edeceğini hiç kimse aklından çıkarmamalıdır.
 
Yazı başlığını Kazdağları ve ÇOMÜ diye atan yazara şunu söylemeliyiz; “Kazdağları konusunda Üniversite tarafını belirlesin diyorlar” ve yazar devam ediyor, “Peki üniversite sizin yanınızda yer almaz da karşı tarafta yer alırsa buna razı olacak mısınız” diyor.
 
Biz de yazara şunu söylüyoruz: “Sizin yanınız” derken kimleri, “Karşı taraf” derken kimleri anlıyorsunuz. Bizim üniversiteden beklediğimiz, istediğimiz “Biz” ve “Karşı taraf” basitleştirilmiş soyutlamasına teslim olması değil; “ Evrensel akla” uygun, bilimsel yöntemi kullanarak, egemen politikalardan bağımsızlaşarak gerçeklerden yana nesnel, objektif, bilimsel sonuçları ortaya çıkaran bir tutum takınmasıdır.
 
Sokaktaki tekil insanın “taşra mantığına”, “ bağnaz kafalara” sahip olması; toplum için ancak “cürmü” kadar tehlikeli olabilir. “Taşra mantığı” ile “evrensel akıl” üniversitelerde birbirine karışır, anlaşılmaz kılınır, bilimsel tutum politik stratejinin dümen suyuna girerse tehlikenin esası ve büyüğü buralarda olur.
 
Şimdilik bu kadar yeter.
 
Benim doğduğum topraklarda büyüklere su götürüldüğünde “ Su gibi aziz ol” denirdi. Havanın, toprağın, suyun değerini bilenlerin, bu değerleri gelecek kuşaklara taşıma çabası içinde olanların hayatları toprak gibi bereketli, su gibi aziz olsun.
 
İyi bayramlar diliyorum.