havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Bir DEFTER Bir KURŞUN Bir KALEM

Geçen hafta büyük büyük sözlerin - olayların gölgesinde kalan minicik, hatta ayrıntı diyebileceğimiz bir konu dikkatimi çekti. Belki şöyle demek daha doğru olacak; her şeyi içinde barındıran küçücük (!) bir olay… Çatışmaların, tankların günlük yaşama egemen olduğu ilçelerin birinde bir çocuğun resim defteri bir kurşunla delinmiş. "'Ne önemi var?'' diyebilirsiniz. "'Sonuçta 20-30 sayfalık bir defter zarar görmüş. Hele hele koca koca binaların yıkıldığı, insanların öldüğü, taş üstüne taş bırakılmayan kasabalarda bir resim defterine bir kurşunun isabet etmesinin lafı mı olur…'' diye düşünebilirsiniz.

659

              Bir de bu küçük ayrıntıya(!) başka bir ayrıntıdan bakmaya çalışalım… Bir çocuk için resim defterinin anlamı ne olabilir? Eğer çocukla resim daha geniş anlamda çocukla oyun arasındaki ilişkiyi düşündüğümüzde başka türlü bir anlama, başka türlü güzergah karşımıza çıkabilir. Çocuk için resim yalnızca gördüklerini, düşündüklerini ve hayallerini çizmekle sınırlı değildir. Yani kabaca bir fotoğraflama ilişkisi değildir. Çocuk için resim bir oyundur, bir oyun ilişkisidir. Bir saklambaçtır bir köşe kapmacadır. Aynı zamanda bütün hayallerini, etkilenimlerini, düşlerini ve düşselliklerini yüklediği; onu büyüten, eğiten, geleceğe hazırlayan bir ilişki biçimidir çocukla resim arasındaki bağ ve bağlantı.

                Korkularını, sevinçlerini, beklentilerini o küçük ömrünün bütün birikimlerini ve o birikimler üzerinden yeniden üretebildiği her şeyi resimlerle ifadelendirmeye çalışır Kuşlar çizer uçurur gökyüzüne, büyük büyük ağaçlar koyar sayfaların orta yerine, evler yapar çiçekli bahçeler içerisinde… Resim defteri çocuklar için diğer defterlerden daha farklı bir anlam taşır. Atladığı ip’tir resim defteri, oynadığı toptur, çevirdiği topaçtır çocuk için. Ve bir kurşun gelir, tam orta yerinden, yakıcı izlerini bırakarak deler geçer defterini. Baka kalırsınız parçalanmış ipinizin, patlatılmış topunuzun, kanadından vurulmuş kuşunuzun, barut iziyle boynu bükülmüş çiçeğinizin, gövdesi yara bere içinde kalmış ağacınızın arkasından hüzünle…

                Sonra, anneleriniz aklınıza gelir. Ve hala evinizde sağlam kalmış bir televizyon varsa ve onu çalıştırabilecek elektrikler prizlere ulaşabilmişse; ekranlarda günleri ve sokaklara çıkışları  yasaklanmış, köşe başlarına polis amcaların barikatları kurulmuş ve yine günlerini ve haklarını sahiplenmek isteyen anaların, ablaların coplandığını, sıkılan gazlarla gözlerinden yaşların aktığı, dehşetin ve çığlıkların kulakları tırmaladığı bir fotoğrafı ve bir resmi görürsünüz

Ya da gazetesine sahip çıkmak için koşarak ve telaşla toplanan ve bir zamanlar ‘’benim türbanlı bacılarım’’ diye övgülerle göklere çıkarılan, başı açık - kapalı kadınların ‘’şimdi ZAMAN o geçmiş günlerin ZAMANı değil’’ gerekçelendirmeleriyle tazyikli sularla dağıtılmış, gazlanmış, coplanmış ve yediği darbelerle tahrip olmuş kanlı yüzlerini seyredersiniz.

Bir de makbul sayılan ablalarınız, anneleriniz var. Eğer, kocalarının emirlerine uyuyorsa, erkek egemenliğini ve ev köleliğini ‘’fıtrat böyleymiş’’ diye kabulleniyorsa, sokağa bir erkekle beraber çıkıyor ve asla gülmüyorsa, hamile iken caddelerde uzun süre boy göstermiyorsa, üçüncü – dördüncü eş olmayı kabulleniyorsa, muta nikahına ‘’eyvallah’’ diyorsa, kendini erkeklerden aşağı ikinci cins olarak tanımlayanlara sesini çıkarmıyorsa ve hatta küçük erkek çocuğundan, doğurduğu evladından ‘’namahrem’’ diye dizlerini saklıyorsa ve dokuz yaşına geldiğinde babasına sarılmaktan bedenini sakınıyorsa ‘’makbul sayılanlar sınıfı’’na dahil olabilir.

Bilin bunları çocuklar!… Gelecek güzel günler ve dünyalar kurmak için, hayallerinize, düşlerinize, oyunlarınıza, resimlerinize ve resim defterlerinize sahip çıkın çocuklar!... O küçük parmaklarınızla hayal ettiğiniz dünyanın resimlerini çizin. O minicik parmaklarınızla yeniden üretin ve yaratın dünyayı… Kuş resimleri çizin, barış güvercinleri… En orta yerine sayfalarınızın zeytin ağaçları dikin… Ağaçlarla, ormanlarla doldurun sayfalarınızı…  Hayvanları da unutmayın çiçekleri de… Gölgelikler yapın çocuklar özgürce oynasın diye… Pınarlar çizin; oyun oynayan çocuklar susayınca avuçlarıyla kana kana üstlerini başlarını ıslatarak sularından içsin diye… Oyunlarınıza, hayallerinize, defterlerinize, resim defterlerinize, boyalarınıza ve kalemlerinize sahip çıkın… Minik ellerinizle bugün ve gelecekte sizin olacak her şeye sahip çıkın.

Ellerinizden öpüyorum çocuklar O hayatı yeniden üreten, hayalleri resimleyen o küçücük, o minicik ellerinizden öpüyorum çocuklar…