havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Cehaleti kutsayanlar, karanlıkları eşeler!...

Hadi söze, doğrudan bir giriş yapalım; 4 yaşındaki-5 yaşındaki kız çocuklarını örtülere sokup, tuvalet duası öğretenler, cehennem ateşini ceza olarak akıllara sokanlar, sizce din adına hareket ediyor olabilirler mi!?

4892

 

 

 

Elbette, bu etkili akıl(!) dinleri, tarihsel-nesnel ortaya çıkış bağlamlarından koparıp, hurafeciliği “din” diye, “inanç sistemi” diye, küçücük beyinlere zerk ettiğinde, bir nesli, bir ülkenin geleceğini ziyan ettiğinin de sorumluluğunu gün geldiğinde üstlenmek zorunda kalacağını bilmelidir…

 

Bir küçük azınlığın, belki bir yönetici azınlığın da diyebiliriz, tüm hükümranlık alanlarını ve geleceğini garantileyip pekiştirmek için insanlığın o uzun, o çileli ve çetrefilli geçmişinin en karanlık yönlerini, en akıl dışı yönlerini eşelemek ve referanslarını, o eşeledikleri karanlıklarda aramak, oradan üretmek bezirganlığını göstermeyi, bir var oluş ideali(!) olarak ortaya koymaktadırlar…

 

Yüzlerini Sokrates’e değil, onu yargılayan yargıçlara, aydınlanmacılığa değil, engizisyonculara, cadılara, büyücülere çevirmektedirler…

 

Karanlık ufuklardan, soyut, o küçük çocukların tüm özelliklerini hasta eden-hastalıklı kılan, onu oyunundan koparan, oyunlarına yabancılaştırıp, oyununa soğutan bir çağ dışılığın ve hurafeciliğin “kutsanması” yolunu bilerek ve isteyerek tercih etmektedirler…

 

Tuvalet duasını unuttu diye tuvalete gitmeyen çocuklar, annesine yabancılaşan erkek, babasından uzak duran kız çocukları, sağlıklı bir ruhsal dinginliğe ulaşabilirler mi!? ve bu durumun dinle bir ilişkisi olabilir mi!?

 

Akılla, bilimle, çocuk psikolojisiyle izah edilebilir bir yanı olabilir mi!? Bu, hurafe bataklığına, hurafe karanlığına çocukları tutsak kılmak değilse nedir!?

 

Artık, öylesine inanılmaz, daha doğrusu, hangi koşullarda olursa olsun, Anayasasında “laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti” tanımlamasının yapıldığı bir ülkede, olaylarla karşılaşıyoruz ki, Türkiye’nin nerelere sürüklenmek istendiği, nasıl bir toplumsal gelecek yaratılmak istendiği akıllara durgunluk ve şaşkınlık vermektedir…

 

Adım adım, yeni bir toplumun karanlık referansları, cehaletin kutsandığı, hastalıklı bir sosyal yapılanmanın, inşa edilmek istendiği, pervasızca atılmış adımlara ve uygulamalara tanıklık etmekteyiz. Bu durumu gerçekleştirmek isteyenler, elbette ki söylemlerini ve argümanlarını bir değerler silsilesinin kutsallıkların bir gereği ve parçası olarak sunmaya çalışmaktadırlar…

 

Sorun, elbette yalnızca çocuklara ve gençlere yönelik uygulamalardan ibaret değildir!... Dikkatleri, gerçek sorunlardan ve can yakıcı konulardan üretilmiş, yapay konulara çekmenin de gayretinden uzak durmamaktadırlar…

 

Kendilerini anti-emperyalist, emperyalist güçlerle mücadele eden bir konumda göstermeye çalışmaktadırlar…

 

Başka ülkelerin içişlerine karışarak, dikkatleri sınır ötesi sorunları tartışmaya yöneltmektedirler…

 

İçinde bulunulan toplumsal eşitsizlikleri, ekonomik krizin yarattığı sorunları unutturmak istemektedirler…

 

Ve yine toplumsal eşitsizlik ve yoksullukları gidermenin önerisi olarak, zekat tartışması açabilmektedirler…

 

Laik ve demokratik bir cumhuriyet içerisinde inançların, kişisel ve bireyin özel bir alanı olduğunu, bilinçli olarak perdelemek istemekte, onun günlük yaşamına, yukarıdan aşağıya müdahaleyi hak görebilmektedirler…

 

Bu çevrelerin, yukarıdan aşağıya doğru cehaleti kutsayıp, bir cehalet kültürünü allayıp pullayıp, topluma kabul ettirmek ve bunu günlük yaşamı ve ilişkileri belirleyip etkileyen, canlı bir yaşam biçimine ulaştırmanın amacını taşıdıklarını, dahası bu tehlikeli oyunun farkında olduğumuzu söylemeliyiz!...

 

Kimi çevrelerin, buradan beslendiğinin ve bu siyasi gerici çizgiyi, emperyalizme karşı bir politikaymış gibi göstermeye çalıştıklarının da giderek daha çok inandırıcılığını yitirdiğini söylemek abartı sayılmamalıdır…

 

Sözüm ona, emperyalizme karşı olduğunu söyleyen bu çevrelerin, eskiden beri, Çaru Mazumdarcılıktan, büyük güçlere tapınma pragmatizmine evrildiklerini elbette unutmuyoruz… Ciddiye alındıklarını da sanmıyoruz…

 

Onları bir kalem kenara bırakalım, istediklerinin eteğine tutunma özgürlüklerine sahiptirler…

 

Sorun, bin kölesi olanla, yüz kölesi olan arasındaki kapışmada, yüz kölesi olanı mağdur gösterip onun safında mı yer alınacak, yoksa Spartaküs gibi, tüm köle sahiplerine, kölelik düzenine mi karşı çıkılacak!?...

 

Bugün açısından söylersek; emekçilerin, bilim yolundan koparılmak istenen çocukların ve gençlerin, özgürce yaşayabilecekleri, inançlarını, en uygun koşullarda seçebilecekleri bir bilinç iklimini oluşturmak ve emeğin egemen olduğu, haklarını elde edebildiği, kararları alanlarla uygulayanların aynı olabildiği bir ülkeyi yaratmanın, kurabilmenin mücadelesini ertelemeden sürdürmek…

 

Bin köle sahibine karşı, yüz köle sahibinin kapışmasından, kölelik düzenini ortadan kaldırma perspektifi ile hareket etmek… Sorunun özü burada düğümlenmiştir…

 

Başlangıçta yazdıklarımızı toparlayarak örneklersek; tarikat şeyhlerine el etek seremonileri, Resmi Gazete’de fıkha atıflar yapılması, henüz soyut düşünme yaşında olmayan çocuklara bilmedikleri dilde dualar öğretilmesi vb… vb… cehaleti kutsayanların karanlıkta eşelenmeleri üzerine kurdukları hayaller ve gördükleri rüyalar “hayra yorulmaz” elbette…

 

Ve benzeri söylemleri, açıklamaları, çocuklara yönelik uygulamalarla birleştirdiğimizde, cumhuriyet karşıtlığının şeriatın yolunu döşeme girişimleri olarak adlandırılabilineceği tehlikesine işaret ederken, bu düşünce ve uygulamalara geçit vermemek için mücadele edeceğimizi de bildirelim…