havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

DARAĞACININ ‘İPİNE SARILMAK’

1722
Hani, insanın ‘sanal tartışma’ değerlendirmesi yapabileceği bir söz düellosunun ortasında kalıverdik milletçe!...
 
Başbakan Erdoğan ülke gündeminde reel, gerçek, yakıcı onca problem varken ve hatta durup dururken neden idam tartışmalarını gündeme taşıdı!...
 
AKP yönetici ve sözcülerine bakarsanız Başbakanın idam konusunu dillendirmesinin sebebi kamuoyunun bu konudaki hassasiyeti ve talebi imiş!...
 
Yani halkımızın ezici bir çoğunluğunun, idam cezasının yeniden yasalaşmasını ve uygulanmasını istemesi!..
 
Hüseyin Çelik’e göre, Başbakanın halkın dillendiremediği bu ‘hassasiyetini’ dile getiriyor, onların sözcülüğünü yapıyor(muş)!...
 
Burada ikna edici olmayan bir açıklamaya tanık oluyoruz. Örneğin halkımızın yani ifade edildiği gibi kamuoyunun çok çeşitli konularda dillendiremediği başka hassasiyetleri de var. İşsizlikten yoksulluğa “HES” lerin kapatılmasından madenciliğe, atanmayan öğretmenlerin sorunlarından demokrasi talebine, barış talebinden örgütlenme önündeki engellere uzanan ve çoğalta bileceğimiz tüm bu ‘hassasiyet’ alanlarına yönelik nedense, ne hikmetse Sayın Başbakanın dilinden tek sözcük çıkmıyor!...
 
Hal böyle olunca da idam cezasının yeniden gündeme getirilmesini ‘halkın hassasiyetini ifade’ gerekçesi boşlukta kalıyor.
 
Kaldı ki, bazı konuların, demokratik hakların, kamuoyunun isteği ile gerekçelendirilmesi başka bir eksen üzerinde tartışmalı bir konudur.
 
Bizce; söylenenleri, tartışılanları tekrarlamadan başbakan verili bütün ilişki ve sorunları hesaba kattığımızda ve başka şeylerin yanı sıra bir ‘sanal algı’ yaratmak istiyor.
 
Birincisi idam cezası yeniden yasalara girse bile bu geriye yönelik uygulanamıyor. Daha açıkçası Başbakan Abdullah Öcalan’ı idam etmenin yolunu açamıyor. Bu nedenle bir ‘sanal algı yaratmaya’ ihtiyaç duyuyor. Ama konunun bu yönü çok tartışıldığı için tekrara gerek yok.
 
Ancak idam cezası konusunda tüm dünyada genel olarak iki farklı görüş ileri sürülmektedir. Bu görüşlerin birincisi; idam cezasının suçları önleyici, caydırıcı bir özelliğinin olmamasıdır. İkinci görüş ise bunun aksidir.
 
Biz bir cümle ile özetlersek toplumların ve ülkelerin tarihine baktığımızda suç ceza ilişkilerini değerlendirdiğimizde idamların önleyici, caydırıcı bir etkisinin olduğunu iddia edemiyoruz.
 
İdamlara karşı olanların temel ve haklı tezlerinden bir diğeri ise verilen hatalı kararların, geriye dönüşünün, telafisinin mümkün olmayışıdır. Bu konuda suçsuz birçok insanın idam edildiğinin ve daha sonra gerçek suçluların yakalanıp açığa çıktığı, çıkarıldığı bilinmektedir.
 
Aslında bütün bu yazılanlar, ileri sürülen görüşler bilinmektedir. Peki Sayın Başbakan bu tartışmaları ve ileri sürülen tezleri bilmiyor mu?...
 
Elbette Başbakan Erdoğan bütün bunları biliyor, hatta fazlasını da!...
 
Bu sorunun olası birkaç cevabı var. Öncelikle Türkiye’nin iç ve dış sorunları bütün yönleriyle giderek artmaktadır. Hükümet burada zorlanıyor. Sorunların özüne yönelik çözümleyici adımlar atmak yerine sanal tartışmalarla toplumsal algıyı şekillendirme yolunu seçiyor.
 
Kürt sorununun vardığı boyut, açlık grevlerinin kitleselleşmesi ve tehlikeli bir noktaya ulaşması, Başbakanın etrafında düğümlenen problemin yarattığı basınç ‘sanal kaçışlara’ neden oluyor, demek abartılı bir değerlendirme sayılmamalıdır.
 
İmralı’ya uygulanan tecrit ve Başbakanın anlamsız inatlaşması suçu günahı ‘koster bozuk!...’ gerekçesine sığınarak ifadesi yerine anayasal ve yasal mevzuatlara uygun davranması kilit öneme sahiptir.
 
Kısacası tutuklu ve hükümlü hakları, yasal mevzuatlar neyi gerektiriyorsa yapılması gereken şey, atılması gereken adım da odur!...
 
Keyfi olarak hiçbir koşulda, hiç kimseye bu Abdullah Öcalan’da olsa Kenan Evren’de olsa veya bilmem kimde olsa yasaların ön görmediği uygulamalar, kısıtlamalar yapılamaz. Hukuk herkes için geçerlidir. Hukukun gerçeklerini, anayasal ve yasal hakları görmezden gelerek siyasi mülahazalarla, siyasi kaygı ve beklentilerle atılan adımlar geriye problem olarak döner. Hele, Kürt sorununun, özellikle bugün vardığı nokta göz önünde bulundurulduğunda yapılan ve yapılacak uygulamaların çok daha özenli olması zorunlu hale gelmektedir.
 
Umuyoruz yazının yayınlanacağı pazartesi günü bu inatlaşma biterek açlık grevleri sona ermiş olur.
Bir küçük hatırlatma daha yapalım; yakın geçmişte Başbakanın, Mustafa Pehlivanoğlu, Necdet Adalı, Erdal Eren idamlarını dile getirerek ve hatta Pehlivanoğlu’nun son mektubunu okuduğunda gözleri dolarak aldığı tutum henüz hafızalarımızdan çıkmamıştır. Yoksa başbakan bu genç insanların idamlarına tepki gösterirken, vicdani hassasiyetleri ‘oya tahvil etme’ amacını mı taşıyordu!...
 
Bunu düşünmek istemiyorum. Ancak Başbakanın Pehlivanoğlu, Adalı ve Erdal Eren idamlarına tepki göstermesi sürecinin bugün idamları savunma noktasına evirilmiş olmasını geleceğe yönelik bir projeksiyonun, oy almaya yönelik bir projeksiyonun planlanmış sonucu olduğunu düşündürüyor gibi görünüyor.
 
Yoksa seçim kampanyaları şimdiden mi başladı!...
Darağacının ‘ipine sarılmak’ hangi sorunları çözecek!...
Yaratılmak istenilen sanal algılar gerçekleri örtbas etmeye yetebilir mi?...
‘Allah’ın ipine sarılmak’ inancı ve kültüründen darağacının ipine sarılmak noktasına varmanın; ‘yaradılanı, yaradandan ötürü severiz’ diyenlerin ne hazin bir çelişkisidir bu!...
Kan üzerinden siyaset yapıyorlar’ diyen başbakanın bugün darağaçları üzerinden siyaset yapma görüntüsü sizlere de hazin bir çelişki gibi gelmiyor mu!.?..