havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

DEMİREL, MURSİ, İDAMLAR

Bu hafta üç konuya kısaca değinmek istiyorum. İsterseniz önce Süleyman Demirel'in ölümü üzerine birkaç şey paylaşalım.

942

      9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ölümü üzerine son derece farklı ve çeşitli yorumlara tanıklık ettik, daha da edeceğiz… Herkes kendi penceresinden bir Demirel portresi çizdi, çiziyor.

     Süleyman Demirel, sermaye sınıfının altmışlı yıllardan günümüze damgasını vurmuş önemli politikacılarından birisidir. Hatta baş aktörlerden birisidir. Yalnız ‘sermaye sınıfının politikacısı’ gibi bir genelleme Demirel’i anlatmaya yetmez. O nedenle biz birkaç küçük hatırlatma yapacağız.

     Demirel; Deniz, Yusuf, Hüseyin’in idam edilmesi için, idam kararlarının TBMM’de onaylanması için özel bir çaba göstermiştir. Onun eli önce Denizlerin kanına bulaşmıştır.

      İkincisi yetmişli yıllarda devrimcilerin, aydınların, yazarların katledilmesinde; ‘ Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz…’ diyerek açıkça taraf olmuştur. Oysa bulunduğu pozisyon en azından söylem düzeyinde, hukuk düzleminde böyle bir açıklama yapmamasını gerekli kılıyordu. Yine aynı yıllarda Maraş, Çorum, Sivas katliamları olaylarında tarafını ortaya koymuştur. Demirel’in adı o yıllardan itibaren kontrgerilla cinayetleri ile, onun arkasındaki isim olarak iddia edilmiş ve anılmıştır. Tek kelimeyle Amerikancıdır.

     Demirel’in siyaset sahnesinde rol aldığı ikinci perde ise 90’lı yıllarla açılmıştır. Başbakan olarak Cumhurbaşkanı olarak faili meçhul cinayetlerin arkasında özellikle Kürt coğrafyasında ve Kürt iş adamlarına karşı işlenen kontra cinayetlerinde Demirel’in planlayıcı, belirleyici, yönlendirici bir rolü olduğu iddiaları açık veya kapalı sürekli tartışılmıştır. Kısaca şunu söylemeliyim; Demirel’in arkasından ağlaması gerekenler; işçiler, emekçiler, aydınlar, Kürtler, aleviler ve özetle halk değildir. Onun arkasından ağlaması gerekenlerle, Kenan evren’in arkasından ağlaması gerekenler bir ve aynıdır. Biz ağıt yakma işini onlara bırakıyoruz. O, bu dünyadan tıpkı Kenan Evren gibi hesap vermeden gidenlerden birisidir. Devr-i iktidarı döneminde işlenen cinayetlerden sorumluydu, hesap vermeden gitti. Üzülmesi gerekenler biz değiliz…

     İkinci konumuz, Mısır eski Cumhurbaşkanı Mursi’nin işlediği iddia edilen suçlarla ilgili idam cezasına çarptırılmış olması ve buna ilişkin Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun tepkilerine yönelik olacaktır.

     Öncelikle şu soruyu soralım; İdam cezalarına ilkesel olarak karşı mısınız değil misiniz? Bu soruya insan hakları örgütleri, insan hakları aktivistleri v.b birçok örgüt, çevre ve kişi idam cezalarına ilkesel olarak karşıdırlar ve bunu sürekli açıklamaktadırlar. Dünyanın neresinde olursa olsun, kime karşı uygulanırsa uygulansın idam cezalarına karşı tavır almışlardır ve almaktadırlar.

     İkinci bir cenah var ki onlar yalnızca kendisi gibi düşünenlerin, yalnızca kendi ideolojisinden ve inancından olanların idamlarına karşı çıkmaktadırlar. Gerisi umurlarından değil… Şimdi Cumhurbaşkanı ve Başbakana soralım; her seçim öncesi idamları savundunuz mu, savunmadınız mı ? daha yakın zamanlarda İran’da Kürtlere karşı sudan bahanelerle idam cezaları uygulanırken ve dünyanın birçok ülkesinden bu idamlara karşı tepkiler yükselirken sizin sesiniz neden çıkmıyordu!... Sizin gibi düşünenler, Mursi için ; ‘ eyy batı, eyy AB, eyy ABD’ diye yaygarayı koparacaksınız. Ama sıra İran örneğinde belirttiğim gibi başka idamlar söz konusu olunca sesinizi çıkarmayacaksınız. Bu tutum, ilkesel bir tutum değil bu nedenle de bu çağrı etkisiz bir çağrıdır. İdam cezalarına ilkesel olarak karşı olanlar zaten Mursi’nin idamına sizden çok daha önce karşı çıkmaya başlamışlardı bile.

     Genel olarak insan hayatına saygı duymayanlar, bütün insanların hayatlarını değerli bulmayanlar idam cezalarına ilkesel olarak karşı çıkamazlar. Onların karşı çıkışları pragmatik ve oportünisttir. Kendi ülkelerinde gencecik çocuklar, gençler katledilirken sakat bırakılırken gıklarını çıkarmayanlar, katilleri ve suçluları koruyup kollayanlar; söyledikleri her sözle ancak ikiyüzlülüklerini ortaya koymuş olurlar.     darbelere ve darbecilere karşı olduklarını bağırıp çağıranlar kendi elleriyle hukuku, yargıyı ve hatta parlamenter sistemi rafa kaldırdıklarını her gün bir hukuksuzluğu ortaya koyduklarını unutturacaklarını sanıyorlarsa fena halde yanılıyorlar.

     Üçüncü ve son konumuz; Tel Abyad’ın YPG-YPJ ve diğer örgütler tarafından IŞİD’den temizlenmesi üzerine Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın tutumları ve açıklamaları son derece ilginç oldu.

     Cumhurbaşkanı önce IŞİD mevzilerini bombalayan koalisyon güçlerini eleştirdi. Sonra hükümet Tel Abyad’ın IŞİD’den temizlenmesini kabullenemeyen bir görüntü çizdi. Daha düne kadar IŞİD’e her türlü yardımı yaptıkları iddiaları ayyuka çıkmış olan; eski ve yeni hükümet bu iddialardan temize çıkmamışken doğaldır ki bugün arkadan dolanarak, IŞİD savunuculuğu yapmaktadırlar. Başbakan’ın şu sözüne bakın; ‘ PYD ile IŞİD işbirliği yapıyor’ başbakan başka şeyler de söylüyor. Ama ben bu sözün altını çizdim. Bu söz, tam da vatanını, toprağını savunan yurtsever bir örgütle, işgalci, barbar bir örgütü eşitleyerek ve tersinden dolanarak IŞİD savunuculuğu yapmak anlamına gelir.

     PYD, IŞİD çetesine önemli bir darbe vurmuştur. İşin özeti budur. Gerisi laf-ı güzaftır.