havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

DEMOKRATİK ANAYASA, HALKÇI CUMHURBAŞKANI

1568
               Öncesi de var ama Başbakanın Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ı; “cübbeni çıkar, siyasete katıl karşıma öyle çık” ve yine benzer ifadelerle kendisini rahatsız eden çevreleri parti kurmaya (Fetullah Gülen, TÜSİAD vb.) siyasi arenada hesaplaşmaya davet etmesi, “hodrimeydan” demesi; seçim, demokrasi ilişkilerini tartışma gündeminin baş sıralarına çıkardı. Bu tartışmada esas olarak iki ana eksen var; bir cenah seçim, demokrasinin kendisi değil sadece kullandığı araçlardan demokrasinin vazgeçilmez argümanlarından biri olduğunu ileri sürerken; diğer cenah ise ki bu cenah esas olarak hükümet ve onun eş güdümündeki cenahtır; ince manevralarla seçimi demokrasi ile özdeşleştirmeye indirgeyerek bu algıyı genel kabul haline getirmeye özen gösterenlerdir.
                Ama önce Başbakan neden Anayasa Mahkemesi Başkanını hedef alıyor!?
                Kuşkusuz ki birinci neden çıkarılan yasaların anayasaya aykırılığının tescillenerek geri dönmesi; ikincisi ise adı Cumhurbaşkanlığı adayları arasında anılan Haşim Kılıç’ı daha baştan itibarsızlaştırarak etkisiz kılma gayretleri olarak özetlenebilir. Bu arada değinmeden geçmeyelim; geçtiğimiz haftanın son günü Burhan Kuzu’dan sonra Başbakan Erdoğan’ın da Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkını kullandığını öğrendik. Şimdilik bu başvuruların önümüzdeki dönem için olası gelişmeler karşısında Başbakan’ın cephane biriktirmesi olarak nitelemek abartı sayılmamalıdır. Tekrar konumuza dönersek; 30 Mart seçimlerinden birinci parti olarak çıkan AKP, Başbakanın ve bazı Bakanların oğulları ve yakınları ile ilgili yolsuzluk iddialarını sandık sonuçları ile aklanmış gibi gösterme gayretine girdiler. Bu nedenle de sandığı, seçimi kendi işlevinden daha fazla bir işlev ile taçlandırarak demokrasinin tüm kural ve kurumlarının üzerinde bir yere koymanın gayretine soyundular. Hani adil, şeffaf, şaibesiz bir seçim olsa bu baylara/bayanlara bir nebze tuttukları pozisyon açısından anlayışla bakılabilir; ama verili durumda ne yazık ki bu anlayışa hoşgörü ile bakmanın demokrasi adına bir zaaf olduğunu düşünmek gerekiyor. Bu çevrenin temel argümanı şu; sandık her şey değil diyenlere “seçimleri itibarsızlaştırmayın!” gibi sözüm ona ortadan ve sureti haktan bir cevapla demokrasiyi savunma görüntüsünü ve yolsuzluk ve şaibe iddialarını aklama ve hatta perdeleme niyetlerini cümle aleme yedirmeye çalışıyorlar!...
                “Seçimi itibarsızlaştırmayın!” naraları atarak hukuku, insan hakları kavramlarını ve değerlerini, yargıyı, adaleti “itibarsızlaştırma” şampiyonluğunu ele geçiren çevreleri kendi yandaşlıklarını gözlerden gizleyebileceklerini sanıyorlar.
                Başbakan, çıkarlarına ve düşüncelerine uymayan başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere diğer tüm yargı kararlarını ve adalet duygusunu her gün, her olayda yeniden ve yeniden itibarsızlaştırırken; yalnızca şakşakçılık ve alkışlama tutumunu sergileyenlerin seçimi kutsaması, bir başka “ucube” örneği olarak yakın tarihimizdeki yerini alacağını şimdiden not edebiliriz.
                Neyse, bu şakşakçı çevre ne ilk ne sondur. İktidar ve güç var olduğu sürece, iktidarların eteğine tutunarak, yörüngesine girerek varlığını sürdüren bir çevre şaşırtıcı değildir.
                Ancak; siyaseti, siyaset alanını yalnızca siyasi partilere, siyasi partilerin sürdürdüğü siyaseti de yalnızca seçimlere indirgeyen anlayışın, sistemin genel bir anlayışı arkasında bir ideolojinin, felsefenin ve dahası ekonomik çıkar ilişkilerinin yattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Sistemin ideoloji ve felsefesi ile donanmış siyasetçilerinin önerisi çok basittir; sistemden, onun tüm kurumsal yapısından çıkarı olmayan ve onunla çelişkili olan milyonlarca emekçiye; “sen, dört-beş yılda bir sandığa git, oyunu ver ve sonra git evine yat, bir dahaki seçim dönemine kadar sesini çıkarma”!... Evet, işte bu kadar basit bir önerme!... Ha, haksızlık yapmayalım; eğer hükümetin politikalarını destekleyecekseniz, hükümetin yörüngesinde bir siyasi hat izleyecekseniz; istediğiniz kadar, istediğiniz aracı kullanarak siyaset yapabilirsiniz. “Bu kutsal yasak” yalnızca sistemi, onun siyasi iktidarlarını, hükümetlerini ve onların uygulamalarını eleştiren emekçiler, aydınlar, yazarlar ve insan hakları savunucuları için geçerlidir. Bugün, Başbakanın ve AKP kurmaylarının ve aynı sahnede rol alma yarışına giren tüm çevrelerin ağız birliği ile sandığı ve seçimi kutsuyor görünmelerinin arka planında yatan gerçek tam da söylediklerimizdir!... Ama bir güncel yanı da yok değil; yani seçimi kutsayanlar bir yandan sistemin en eski siyasi kültürünün önerdiği argümanları kullanırken; öte yandan güncel olarak sırtlarına bir kambur gibi yapışmış olan yolsuzluk, rüşvet iddialarının ağırlığından sandıktan gelen sonuçların yarattığı rüzgârı kullanarak kurtulma gayretidir diyebiliriz.
                Buradan, sandıktan arkalarına aldıkları rüzgârla her türlü anayasaya aykırı yasaları çıkarabileceklerini sanarak adımlar atıyorlar. Yalnızca bu günlerini değil geleceklerini de güvenceye almanın yasal zırhını örmeye çalışıyorlar. Anayasa Mahkemesi ve diğer mahkemeler; iktidarın hesaplarını bozunca da basit, ucuz argümanlarla bir karalama ve itibarsızlaştırma söyleminden geri durmuyorlar. İşte, tüm bu sıkışmışlık haliyle iktidar; sandığı kutsayarak her şeyin üzerini örtebileceğini zannediyor. İktidar eliyle hukuku örselenmiş, yargı kurumları hırpalanmış, adalet duygusu zedelenmiş, kuvvetler ayrılığı ilkesi tartışmalı hale gelmiş bir ülkede “seçim itibarından” söz etmek şaka değilse gülünç bir vaziyete işaret eder. Son yerel seçimin “ne kadar itibarlı”, ne kadar rahatlıkla içine sindirebildiği ve şaibesiz olduğu üzerine laf söyleme gereği bile duymuyorum. Şimdi bu tartışmalar, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden yeniden üretiliyor.
                Başbakan, AKP milletvekillerini toplayarak bir yandan kendi adaylığını perçinlemek, öte yandan parti içindeki rakibi Abdullah Gül’ü kuşatma altına alacak; “parti beni cumhurbaşkanı görmek istiyor” anlamına gelecek bir taktik planı sahneye koydu. Buna karşılık Sayın Gül ise son yaptığı açıklamayla; Başbakan Erdoğan’ın hayalinden geçirdiği kendinden sonraki Başbakan prototipini kabul etmeyeceği çıkışını ortaya koyarak karşı cevabı kamuoyuna duyurdu. Bu konuları daha çok tartışacağız ama bugüne kadar 12 Eylül hukukunu tepe tepe kullananların ve Kenan Evren’in paslanmış silahlarıyla, yetkileriyle gerçekleştirecekleri Cumhurbaşkanlığının bu toplumun ihtiyacı olup olmadığı tartışmalıdır. Bugünün Cumhurbaşkanı tipi; demokratik bir anayasadan, hukukun üstünlüğünden, bir bütün olarak demokratik bir toplum projesinden bağımsız ve uzak olarak ele alındığında ya anlamsızlaşmakta ya da baskıcı yeni bir dönem çağrıştırmaktadır. O nedenle şimdilik ayrıntılandırmadan kısa bir formülasyonu paylaşalım; ülkenin ve toplumun ihtiyacı; “demokratik anayasa, halkçı cumhurbaşkanı” diye özetlenebilir.
                Kolombiyalı ünlü yazar Gabriel Garcia Marquez; 87 yaşında hayatını kaybetti. Eminim ki onu gittiği yerde ünlü Don Kişot romanın yazarı İspanyol  Cervantes büyük bir sevgi ve onurla kucaklayacak. Biz ise kitaplarını okuyanlar; duygularımıza, düşüncelerimize, hayatımıza kattıkları için bu büyük yazarı sevgiyle, saygıyla anabiliriz ancak…