havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Dünyayı can derdine düşürdüler!...

Şöyle bir başımızı kaldırıp, yer yüzünün hal-i pürmelaline bakalım...

5654

 

 

Toprak kan revan içinde!...

Irmaklardan zehir akıyor!...

Denizler kirli, dalgalar nereye savrulacağını bilemiyor!...

Balık ölüleri kıyılara savruluyor!...

Buzullar parçalanıyor!...

İklim bütünüyle değişmiş, doğanın bütün dengeleri alt üst olmuş!...

 

İklim değişikliği ile mücadele için, on milyar dolar ayırdığını söylüyor Amazon’un sahibi!...

Ne kadar da doğa severmiş! Ha bu arada serveti 137 milyar dolarmış!...

Oğlum otur o dolarlarını kıtır kıtır ye!

İnsanı sömürdünüz, doğayı sömürdünüz, yaşanılmaz kıldınız hayatı, şimdi de yarattığınız suçların ve günahların önünde oturmuş, göz yaşından resitaller üretmeye iyilik timsali görünmeye çalışıyorsunuz!…

Bu alçaklığın, bu katliamın, bu hayasız barbarlığın sorumlusu sizsiniz!...

Yaptığınız her şey, kar için attığınız her adım, kurduğunuz her ilişki biçimi, suç üretiyor, hastalık üretiyor, ölüm üretiyor… Bu tahribat, öyle ucundan köşesinden dönüştürme çabalarıyla, reformize etmelerle düzelecek gibi değil… Bu hastalıklı sistem, bu tekellerin düzeni, bu kapitalist-emperyalist dünya, bu kötülüklerin anası yerin dibine sokulmadıkça, ortadan kaldırılmadıkça, ne doğanın, ne insanın, olağan dengelerine, hayatı ve iyilikleri yeniden üretmesine ve başka bir ifadeyle, doğanın ve canlı hayatın kendisini özgür biçimde gerçekleştirmesine olanak yoktur.

 

Kapitalist emperyalizm, artık her şeyin, yaşama dair her şeyin gelişiminin önünde ayak bağıdır… İnsanlığın gelişiminin önünde ayak bağıdır…

 

Şimdi güncel olana bakalım!...

Bir virüs söylemidir almış başını gidiyor!

İnsanoğlu can derdine düşmüş, önlemler açıklanıyor; “elinizi yıkayın, bol sabunla yıkayın hem de…”

Biliyor musunuz ki, dünyada üç milyar insanın elini yıkayabileceği bir lavabosu, bir mekanı yoktur. Eyyy iklim için on milyar dolar ayıran alçaklık, bu sizin sisteminizin eseridir!... Üç milyar insanın elini yıkayabileceği bir mekansızlık!... Evet bu sizin eserinizdir!

 

Bakın, artık kriz tartışılmıyor, açlık, sefalet, yoksulluk tartışılmıyor… Hatta bütün günah bir virüsün sırtına yüklenmiş, virüsleri üreten koşullar tartışılmıyor… Doğayı kirleten fabrikalarınızın atıkları tartışılmıyor… Yunusları intihara sürükleyen denizlerin bozulan dengesi tartışılmıyor…

 

Suçlu sizsiniz, gerçek suçlu tekeller dünyasıdır!

Ağıtlarınız, sahte zırlamalarınız sizi kurtaramayacak…

Günahlarınızı unutturamayacaksınız, suç dosyasınız kabarıktır!...

 

Veee bütün kötülüklerin anası tekeller dünyasıdır!

Tarihi ömrünü doldurmuş olan, kapitalist emperyalist sistemdir!

Ve bu sistem değiştirilmede, yıkılmadan, parçalanmadan, ne doğaya, ne de insanlığa huzur gelecektir…

İşin özü, işin aslı budur!...

Gayrısı laf-ı  güzaftır!...

 

                                   ***

Hadi vaziyeti fıkralarla toparlayıp, başka bir açıdan, başka bir çizgi üzerinden gülürük düşünmeye gayret edelim… Ya da biz öyle olacağını umuyoruz diyelim…

 

DEVE KUŞU ORDULARI

Deve kuşlarının yaşadığı, komşu iki ülkenin ilişkileri bozulur, savaş kapıdadır. Bir yandan deve kuşu orduları hazırlanırken, öte yandan propaganda savaşları kızışır. Yalanın bini bir para!

Nihayetinde her şey tamamlanır ve ordular karşı karşıya yürümeye başlar. Gözcüler, casuslar… falan filan!

Dıgıdık da dıgıdık!

Ayak seslerinden yer gör inler. Gözcüler, şunlar bunlar sürekli haber taşır.

Deve ordularının kurmay heyeti, karşı tarafla ilgili aldıkları istihbaratlar üzerine durum değerlendirmeleri yaparlar.

Çatışma an meselesidir!

Gözcünün birisi koşarak komutana yaklaşır; “Komutanım” der, “Karşı tarafın orduları, bizim on katımız, komutan durur, ordularını durdurur, kurmay heyetini toplar, orduyu uygun bir yere çeker; “Gömün kafanızı kuma” der, bütün deve kuşu ordusu kafayı kuma gömer…

Karşı tarafın ordusu dinler ve ayak seslerinin kesildiğini anlar ve kurmay heyeti gözcülerle bir tepeye gelir, kafasını kuma gömmüş rakip orduya bakar, dürbünleri indirir, komutan etrafına döner ve “Nereye gitmiş lan bunlar” der.

Ordusunu durdurur, derin bir offf çeker!

“Gömün kafalarınızı kuma”

 

            NAPOLYON

Fıkra bu ya, Napolyon mezarından kalkar, hem de gayet zinde ve canlı bir halde!

Şöyle sağı solu bir dolaşır, dünyada ne var ne yok anlamaya çalışır, gazetelere bakar, ajansları dinler…

Savaşı neden kaybettiğini yeniden değerlendirir ve en çok da Trump’la Putin’in adını duyar, “Dur şunlarla bir görüşeyim” der…

Hani seçim öncesi ya, Trump’ın da işine yarar diye, ver elini Beyaz Saray!

Biraz gezer tozar, bilgi alır, Amerikan teknolojisine şaşırır kalır ve Trump’a der ki; “Eğer sendeki bu teknoloji bende olsaydı, Waterloo savaşını asla kaybetmezdim” der…

Sonra vedalaşır Putin’e gelir; Daha uçaktan iner inmez, takip edilmeye başlar, sıkı bir istihbarat varlığını hisseder, nihayet Putin’in karşısına çıkar, muhabbete başlar ve der ki; “Sayın Putin, eğer senin bu KGB örgütün bende olsaydı, Waterloo savaşını asla kaybetmezdim, çünkü önceden her şeyin haberini alırdım…”

Sonra vedalaşır, “hadi şu İstanbul’da da bir balık yiyeyim” der.

Dikkatini birçok gazetenin aynı manşet ile çıkmış olması çeker, gazetelere göz atar, tercümanlara sorar, bilgi alır ve hayıflanarak şöyle der; “Eğer benim elimde, aynı manşetleri atan, böyle bir medya gücü olsaydı, Waterloo savaşanı kaybettiğimden dünyada tek bir kişinin bile haberi olmazdı…”

 

            ŞAPLAK

Adam, efendisi ile yolda yürüyormuş, efendi önde gidene bakmış; ensesi pırıl pırıl parlak bir vatandaş gidiyor… Yanındaki uşağına der ki; “Git şu önde gidenin ensesine bir şaplak vur, sana bir akçe…” Uşak koşar, adamın ensesine esaslı bir şaplak atar… Bizimki hızla geri döner, uşak özür diler, “efendi yanlışlık oldu, sizi birisine benzettim kusura bakma” der. Gelir efendisinden bir akçeyi alır cebine atar…

Tekrar yürümeye başlarlar; Efendi der ki; “Git şu adama bir şaplak daha at, sana beş akçe…”

Bizimki bu sefer parayı peşin alır ve gider, şaplağı patlatır…  Adam yine öfkeyle geri döner, bizimki “Usta gerçekten yanlışlık oldu, sizi başka birisi zannettim kusura bakma” der, tekrar geri gelir!

Efendi yine “Bak” der, “Bu sefer sana on altın vereceğim, şu enseye git bir tane daha patlat” der… Bizimki gider, yine aynı işlem, adam hızla geri döner, uşak bu sefer; “Bak kardeşim” der, “Efendide çil çil altın, benim gibi bir uşak, sende de bu parlak ense ve uysal kafa oldukça, daha çooook şaplak yersin…”