havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

EKONOMİK DURUM VE POLİTİKANIN ÖZETİ

Bugün, kapitalizmin merkez ülkelerinden çevre ülkelere uzanan geniş bir coğrafyada, dikkat edildiğinde yöneticilerin, daha doğrusu devletler ve hükümetler adına söz söyleyen politikacıların yüksek perdeden konuştuklarına, tehditler savurduklarına, hatta vaat ve/veya herhangi bir konudaki çözüm önerilerini bile aynı tonla dillendirdiklerine tanıklık etmekteyiz.

7136

 

 

                Bu yüksek perdeden atıp tutmaların tam da şimdiye, tam da bugüne denk gelmesi, elbette ki rastlantıdan ibaret olamaz, sayılamaz…

                Konuyu daha iyi anlamak için çok kısa birkaç belirlemeye ihtiyaç duymaktayız. Belki de “hatırlatma yapmak gerekmektedir” demek daha doğru olacaktır.

                Kapitalizmin merkez ülkeleri, genelleyerek söyleyelim; ABD-AB, ABD-Çin, ABD-Rusya, AB-İngiltere (iç), AB-Rusya, AB-Çin ve bütün bu merkezlerin hem birbirleriyle hem çevrelerinde kümelenmiş bağımlı-yarı bağımlı ülkelere ve onların yöneticilerine kulak verdiğimizde, söylem tonlarının derece derece yüksekliğini duyabilirsiniz…

                Ama bütün hikaye bununla sınırlı değildir. Aynı ülkelerin kendi içlerinde hoşnutsuzlukların yükseldiğini, başta işçi sınıfı olmak üzere gençlerin, kadınların ve hatta diğer tüm emekçilerin, şu veya bu ölçüde, eş zamanlı ya da farklı dönemlerde tepkilerini ortaya koyduklarına, aynı tarihsel süreç içerisinde tanıklık etmekteyiz. Bu kitle hareketlerini sıralamak gereksiz olacaktır. Aşağı yukarı bütün Avrupa ülkelerinde en popüler olanı Sarı Yelekliler Hareketi olmak üzere gözlemlemekteyiz.

                Yine aynı dönemde ve bütün bu görünen gerçekliğin arkasında ekonomik sorunların, özellikle emekçiler açısından büyüdüğü gerçeğine işaret etmek zorundayız ve yine eş zamanlı olarak savaş kışkırtıcılığının ve savaş tehdidinin arttığı da yine bugünün gerçekliğinin başka bir yönünü oluşturmaktadır. ABD ve Rusya’nın orta menzilli nükleer kuvvetler antlaşmasından çekilmeleri; emperyalist merkezler arasındaki çelişkilerin giderek keskinleşme yoluna girdiğini ifade etmesinin yanı sıra halkları da savaş tehdidi ile hizaya sokmak ve etkisizleştirmek amacını da içermektedir.

                Sadece haberlere kabaca dikkat ettiğimizde bile benzer bir dizi karşılıklı politik atışmaları ve tehdit dolu “aba altından sopa göstermeleri” dinleyebiliriz.

                Bütün bu politik söylemler, dünya ekonomisinin giderek daha fazla çıkmaza sürüklendiğinin, servetlerin çok küçük bir azınlığın elinde toplandığının, dünya halklarının ve emperyalist ekonomiye, politikaya bağlanmış olan büyük çoğunluğunun daha çok yoksullaştığını ve neredeyse artık yaşamını sürdüremeyecek bir sefalete sürüklendiğini göstermektedir.

                Bağımlılık sadece ekonomik ve politik alanlarda değil; mali, askeri, diplomatik vb. diğer bütün alanlarda görülmektedir.

                Buradan şu belirlemeyi de yapabiliriz; her ekonomik, toplumsal, siyasal dönem, kendi politik söylemlerini ve dahası ve esas olarak kendi politikacı tipolojisini/prototipini de ortaya çıkarmaktadır. En açık ve belirgin örnek olarak, nasıl ki Hitler ve çevresindeki Gobbels ve benzerleri, kapitalizmin 1929 büyük bunalımından ve bu bunalımdan etkilenen Almanya/Avrupa toplumlarının ve bu nesnel gerçeklik içerisindeki keskinleşen sınıf çelişki ve çatışmalarından, güç ilişkilerinden bunalımın yükünü ve faturasını emekçi yığınların ve halkların sırtına yıkmak isteyen tekellerden ve onların çıkarlarını savununan politikacıların geniş yığınları etkileme, yedekleme, manipüle etme, korkutma ve hatta aşağılama dilinin toplamının bir söylem kültürüne dönüşmesinden bağımsız olarak ele alınamaz.

                Ne demek istiyoruz? Politik söylemlerle ortaya çıkan politikacı tipolojileriyle ülkelerin içerisinde bulunduğu ekonomik koşullar ve bu koşulların geniş yığınları etkilemeleri ve etkilenen yığınların kendi çıkarları için tarihsel eylemlere geçmesini engellemeyi gerçekleştirmek isteyen yönetici sınıfların ve onlar adına söz söyleyen hükümet veya devlet başkanlarının ve/veya politik figürlerin kullandıkları dil, kullandıkları argümanlar, hakaret ve tehdit üslubundan bağımsız değildir. Söyledikleri her sözün, her küfrün, hakaretin ve aşağılamanın arka planında bu nesnel ekonomik gerçeklik yatmaktadır. Ve atılan her adım; katmerleşen sömürünün, yağmanın, talanın, yolsuzluğun gizlenmesine ve yükün emekçilere fatura edilmesine yönelik olarak ve bilinçli olarak ortaya konulmaktadır.

                Ve tarih göstermiştir ki ekonomik ilişkilerin emekçiler aleyhine sonuçlar vermesi, bu gerçekliği gizlemek isteyen politikacı tipini de politikacı tipolojisini de ve onun söylemlerinin içeriğini ve düzeyini de belirleyen esas unsur olagelmiştir.

                Bugün, değişik ülkelerde ve bizim ülkemizde anlamlandıramadığımız, yakıştıramadığımız politikacı söylemlerinin, hakaretlerinin, aşağılamaların, düzeysizliklerin, tehdit kokan bağırıp çağırmaların, üst perdeden diklenmelerin, asarım keserimciliğin arkasında yatan gerçeklik tam da burasıdır.

                Kapitalizm dikiş tutmuyor, giderek demokrasiden uzaklaşan yönetimler, küçük bir azınlığın dışında geniş halk yığınlarının taleplerine yabancılaşıyor, sınıflar arasındaki farklar giderek açılıyor, onların sömürüsünü ve yoksulluğunu pekiştiren adımlar atarak, politikalar uygulayarak, sömürüyü ve yoksulluğu daha bir çekilmez, daha bir katmerli duruma getirmenin açmazını yaşıyor ve çözümsüzlüğün atmosferi içerisinde kitleleri tehditle, baskıyla susturmanın yolunu seçiyorlar.

                Politikanın özeti bu. Ve bu politik durum, kendi politik tipolojisini ve söylemini de ortaya çıkarıyor. Emekçiler açısından tek çözüm, tek çıkış yolu örgütlenmek, hayata örgütlü müdahale etmek, demokratik bütün yol ve yöntemlerle birleşerek derinleşen ekonomik krizin yükünü ve faturasını krizi çıkaranlara, krizden nemalananlara ödetmek için, mücadeleyi yükseltmek! Ve ülkemiz açısından da yerel seçimlere ve yerel seçim sonrasına, demokratik hat üzerinden birleşik bir mücadeleyi kalıcı hale getirmek, tek adamlığa, tek sesliliğe ekonomik politik sosyal ve kültürel dayatmalara karşı mücadeleyi ortaklaştırmak ve ortak bir ses çıkarmak!

                Şimdi “yukarıdan” çıkan sesleri; kitlelerin tepkilerini ve muhalefetlerini değerlendirmeleri, onlara karşı söylemleri, hukuksal-anayasal karşılığı olmayan, esrarengiz imalarla dolu “proje kadın” gibi nitelemeler, örneğin daha henüz 19 Mayıs’a çok zaman varken ve 23 Nisan tarihinin üzerinden atlayarak daha şimdiden kutlama talimatlandırmaları yapmanın anlamını içinde bulunulan seçim sürecine ve esas olarak da yukarıdan aşağıya doğru sıraladığımız genel tablo içerisinde ele aldığımızda her şeyin daha sıradan, daha basit ve tüm karmaşık görüntüsüne rağmen daha anlaşılabilir, değerlendirilebilir nedenlere dayalı olduğunu görebiliriz.

                Besbelli ki iktidar kanadı yerel seçimlerin yarattığı kitlesel politizasyonu, tüm araçları kullanarak, söylemlerini çeşitlendirerek, “havuç ve kırbaç” politikalarını aynı andan uygulayarak kendi kanalına akıtmanın telaşına kapılmış görünmektedir. Aynı zamanda bu içinde bulundukları açmazın ve çözümsüzlüğün farkından olduklarının da bir işareti sayılmalıdır.