havadurum

ENTELEKTÜEL ALÇAKGÖNÜLÜLÜK

Bazen çevremizde öyle insanlar görürüz ki, sahip olduğu bilgileri, düşünsel zenginlikleri sanki üzerilerine sinmiştir.

4142

  Vakurlukları, nezaketleri, alçakgönüllülükleri nedeniyle bu insanları metrelerce uzaktan tanıyabiliriz. Herkesi olduğu gibi kabul eden insancıl yanları, sahip olduğu bilgileri egosunu parlatmak için kullanmamaları, gerekmedikçe konuşmamaları bu tür insanların karakteristik özelliklerinin en gözlenebilir olanlarıdır.

Sade bireyler alçakgönüllülüklerini sadece eylemleri ile göstermezler. Bu erdem düşünce ve esneklikten gelir. Hatalarınızı kabul etmek ve büyümeye alan bırakmak ile ilgilidir.

Düşünsel tevazu çok önemlidir. Ne de olsa, dünyadaki her birey düşündükleri gibi hareket eder, değil mi? Ancak, çoğu insan en az bir kere aklı ve kalbi ile gurur duyan, bunun önemini anlamadıkları için az ya da hiç tevazuya sahip olan biri ile tanışmıştır. Bu bizleri bu tür bir benmerkezciliğin neden bu kadar yaygın olduğunu düşünmeye götürür. Daha önce hiç bu konuda düşündünüz mü?

Bu sadece sıradan bir mesele değildir. Zaman geçtikçe, kendi görüşlerinin saygı duyulması gereken tek düşünce olduğuna inanan insanlar giderek artmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da özür dilendiğini ve kişilerin bir hata yaptığını ve bir şeyleri farklı bir şekilde yapabilecek olduklarını duymak giderek daha da zor hale gelmektedir. Buradaki ilginç olan şey, bu egoların sadece sosyal medyada değil, etrafımızdaki her yerde bulunmasıdır.

Hadi bu durumun bir örneğine bir göz atalım. Bir yıldan biraz daha uzun bir süre önce, Max Planck İnsani Gelişme Enstitüsünden psikologlar çarpıcı bir şey buldular. Tüm bilimsel iletişimlere yönelttikleri bir öneri vardı: Araştırmacıların, hatalı ya da geçersiz olduğu kanıtlanan tüm çalışmaları için yazılı bir özür oluşturmaları.

Dr. Julia M. Rohrer’a (bu fikre önayak olan kişi) göre düşünsel tevazu eksikliği kültürel bir faktördür. Herkesin kalıp ve davranışlarına öylesine kök salmıştır ki birisinin artık bu konuda bir örnek oluşturmaya başlaması gerekmektedir.

Hiç, bir kişi tamamen yanlış olsa dahi fikrini değiştirmeyi reddettiği için siniriniz bozulduğu oldu mu? Hepimiz bunu bir ya da iki kere yaşadık. Şimdi en son ne zaman hata yaptığınızı fark edip bunu kabul etmeyi becerebildiğinizi düşünün. Bu uzun bir zaman önce miydi? Ya da yoksa bu genellikle yaptığınız bir şey mi?

Kabul etmek gerekir ki, insanların hatalarının farkına varması oldukça zordur. Herkes belirli konularda bilgisizdir. Aslında bu tamamen normaldir ve kabul edilmesi o kadar da zor olmamalıdır. Ancak, yukarıda da bahsettiğimiz üzere, kültürümüzün kendisi bizleri yenilmez görünmeye sevk eder. Elbette, bu entelektüel şaşmazlık hali aksaklıklar ya da başarısızlığı kabul etmek için hiç yer bırakmaz.

Aslında, bazen, fikrinizi değiştirmek hoş karşılanmaz. Sanki insanların değerlerini, fikirlerini ve inançlarını değiştirmeye izinleri yokmuş gibi davranılır. İnsanların yaşam boyunca aynı kalmaları gerekir. Bir kişi düşünme şeklini değiştirmeye cesaret ederse bu insan artık tutarlı değildir. Elbette, bunlar daha yanlış olamaz. Herkes, deneyim ve olgunlaşmanın bir sonucu olarak değişme hakkına sahiptir.

Socrates, “Tek gerçek bilgelik hiçbir şey bilmediğini bilmektir,” demiştir. 16. yüzyılda da Michel de Montaigne “İnsanın vebası bilgililik görüşüdür. Cehaletin inanç ve itaate uygun bir nitelik olarak dinimiz tarafından bu kadar tavsiye edilmesinin nedeni de budur,” diye onaylamıştır. Pek çok filozof düşünsel tevazu (entelektüel tevazu) dediğimiz şeyin öneminin farkındadır.

Bununla birlikte, düşünsel tevazu sahip olunması gereken büyük bir erdemdir çünkü bizlere bir hata yapmanın dünyanın sonu olmadığını hatırlatır. Eninde sonunda, diğer insanların fikirlerini hesaba katmakta bir problem yoktur. Ayrıca kendi kusurlarımızı ve zayıflıklarımızı akılda tutmak da gereklidir. Ancak, sürekli bunların farkında olmak mümkün müdür?

Aslında hayır, çünkü beyin bunları algılamaz. Diğer bir deyişle, zihinsel katılığımız nedeniyle tüm bu önyargıları görmek zordur. İster inanın ister inanmayın, bir kişi ne kadar açık fikirli olursa olsun, her zaman kendi kendine itiraf etmesi kolay olmayan çelişkiler, belirsizlikler ve karşıt görüşler vardır.

Duke Üniversitesinden bir sosyal psikolog ve kişilik psikoloğu olan Mark Leary önemli bir şeye işaret etmiştir. Cehalet görünmezdir. Bunu kendimizde nadiren görürüz. Eğer görürsek de bunu kabul etmek zordur. Hatalarımızı kabul etmek, söylenmesi yapılmasından kolay olan bir şeydir. Diğer yandan, düşünsel tevazu sahibi insanlar hatalarını kabul etmekte hiçbir problem yaşamayacaktır. Bunu yapmak ilerlemeyi, öğrenmeyi hatta bilişsel zenginleşmeyi destekler.

Bazı erdemler fark edilmez ancak dünyayı daha iyi bir yer hale getirmek şeklinde olağanüstü bir beceriye sahiptirler. Bir şekilde, aşırı özgüven ve kibir sergileyen ve başkalarının karşısında yanılmaz ve katı şekillerde davranan insanlar her zaman en çok ilgiyi çekerler. Sanki, üzerinde “Her şeyi biliyorum ve asla yanılmam,” yazan bir pankart taşırlar.

Ve bu gerçekten daha uzak olamaz. Bu insanlar daha önce yanıldılar ve pek çok farklı yönden yanılmaya da devam edecekler. Hatalarını kabul etmeyen insanların bunları tekrarlamaya mahkum olduğunu hatırlamak önemlidir. Ancak, duygusal ve düşünsel tevazu sahibi olan o bireyler hatalarını kabul edebilirler, ve doğru olan şeyleri yapmak üzere ileriye gidebilirler.

Kısaca, sadelik düşünsel bir eylemdir çünkü egomuzu yenebilir ve bizi sosyal ve duygusal sağlığa götürebilir. Bunun bir sonucu olarak da, esneklik ve anlayış ile karşılaştırıldığında önyargı yetersiz kalır. Düşünsel tevazu artık hiçbir zaman olmadığı kadar önemlidir. Hadi bunu gerçek kılmak üzerinde çalışalım.