havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Ercan Adsız'ı anarken…

Bugün 10 Ekim!... Barış talebi ile, demokrasi, eşitlik ve adalet talebi ile Ankara'ya yürüyen; demokrat, yurtsever, devrimci kitlelerin mitingine Ankara Garı'nda gerçekleştirilen gerici, faşist ve tarihin en asalak, çürümüş örgütü olan IŞİD tarafından düzenlenen ve 100'ün üzerinde değerli insanın katline ve onlarcasının yaralanmasına yol açan katliamın üzerinden bir yıl geçti. AKP hükümetinin neredeyse sıfır güvenlik önlemi ve çeşitli karanlık noktaların hala açığa çıkarılamadığı bir yılı geride bıraktık.

654

 

 

 

                Çanakkale Emek Partisi İl Başkanı Ercan Adsız’ı o katliamda kaybettik!…

 

                Bugünden geriye, bir yıl öncesine baktığımızda, bir yıldır yaşadığımız olayları, gelişmeleri analiz ettiğimizde şimdi 10 Ekim katliamını, alçaklığını biraz daha iyi anlıyoruz.

 

                O gün, barışa bomba atılmıştı… Barış isteyenler, korkutulmak, sindirilmek ve susturulmak istenmişti. Peki sonrasında neler gelişti? Barış isteyen akademisyenler görevlerinden alındı, hapislere atıldı ve üniversiteler derin bir sessizliğe gömüldü. Tek kelime ile üniversitelerde korku egemen kılındı.

 

                Kısa notlarla devam edelim…

 

                Parlamento işlevsiz kılındı!… Hangi yasanın, anayasanın ve hukukun geçerli olduğu ya da bir hukuk düzeninin var olup olmadığını anlamak için yaşıyor olmanın yeterli olduğu bir toplumsal, siyasal iklim egemen kılındı…

 

                Hiçbir hukuka dayanmayan fiili başkanlık sistemi, yavaş yavaş, alıştıra alıştıra işlevsel hale getirildi.

 

                Çevre mücadelesinden hayatın her alanında hak talep edenler, baskılanıp susturuldu.

 

                15-16 Temmuz’da AKP’nin yol arkadaşı, adına methiyeler yakıştırılan hükümetin, daha doğrusu AKP’nin eski can yoldaşı ve eski iktidar ortağı Fethullah Gülen, bir kalkışmaya ve darbe teşebbüsüne yeltendi… Neyse ki, bu girişim ile Türkiye’yi belirsiz bir sürece, karanlığa, şeriata yöneltmek isteyenler başarılı olamadılar.

 

                FETÖ’nün tasfiyesini fırsat bilen hükümet, OHAL ilan ederek meclisi tümüyle devreden çıkarıp, tek adam/tek parti diktatörlüğünü gerçekleştirmek için bütün araçları ve olanakları son sınırına kadar kullanmaya başladı.

 

                Gazeteler, radyolar, televizyonlar hiçbir hukuki gerekçe gösterilmeden birer birer kapatıldı. FETÖ’cülüklü ilgisi, akalası olmayan ve binlerle ifade edilen çeşitli kurumlardan insanlar açığa alındı, görevden uzaklaştırıldı ya da hapse atıldı.

 

                Cezaevlerinde, tek kişilik yer bile bırakılmadı. Gazeteciler, mahpuslara tıkıldı.

 

                Önceden demokrasiye ve demokratik değerlere karşı tasfiyeci bir politik çizgi izleyen iktidar, bununla yetinmeyerek doğrudan, Cumhuriyete karşı söylemleri açıktan açığa dillendirmeye başladı. Lozan tartışmaları üzerinden tarihi tahrif, cumhuriyeti tahrip çizgisini daha açık ve belirgin biçimde ortaya koydu.

 

                FETÖ darbe girişimi sonrası AKP il binalarına Atatürk posterleri asanlar/astıranlar, Lozan eleştirisi(!) adına bir taşla üç kuş vurmayı hesapladılar. Birincisi hilafetçi geleneği canlandırmak, ikincisi ilk sorunları ve AKP’ye yönelik eleştirileri perdelemek ve üçüncüsü ise ırkçı-şoven politikaları kışkırtarak, Musul ve Suriye müdahalelerine zemin hazırlamak.

 

Özetle geçen bir yıl içerisinde, Ankara Garı’ndaki katliamdan bugüne içeride çatışmalar, dışarıda savaş politikalarının toplumu sarıp sarmaladığını ve ülkeyi, bugün ve yarın ağır faturalarla karşı karşıya bırakacak bir tehlikenin büyüdüğüne işaret eder hale getirildi.

 

                Öte yandan halkın beklentilerle ve hatta umut bağlamak istediği ana muhalefet ise “Yenikapı Ruhu” ile “makama saygı duymak” ritüeli arasına sıkıştırılarak kuşatmaya alınmış görünüyor.

 

Sonuç olarak, bir yılda Türkiye’de, özellikle emekçi halkların yaşamının hayatın tüm alanlarında daha kötü bir noktaya getirildiğini söyleyebiliriz. 

 

Ancak, biz bir yıl önce kaybettiğimiz devrimcilerin, demokratların, yurtseverlerin ve bizim açımızdan, Çanakkale açısından özel bir anlam taşıyan Ercan Adsız’ın taşıdığı bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm bayrağını, savaşa karşı barış ideallerini ve mücadelesini sonuna kadar sürdüreceğimizi dosta ve düşmana bir kez daha ilan ediyoruz.

 

Asla boyun eğmeyeceğiz… Asla teslim olmayacağız… Asla köleleşmeyeceğiz…

 

Onların sorumluluklarını, mücadele kararlılığını genişletip derinleştirerek sürdüreceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın…

 

Bu vesile ile Çanakkale Belediyesi tarafından sendikalara tahsis edilen binanın konferans salonuna ERCAN ADSIZ adının verilmesini saygı ile karşıladığımızı ifade ediyoruz…  Bu davranışın her zaman demokrasiden ve barıştan yana olan Ülgür Gökhan’a yakışan bir davranış olduğunu da belirtmeden geçemeyiz… 

 

Evet, Ercan’ı kaybetmemizin üzerinden tam bir yıl geçti. Onun en zor anlarda bile ışıldayan gözlerini ve gülümseyen yüzünü asla unutmadık, unutmayacağız… Sevgiyle, özlemle yoldaşımızı anarken, onun da sürdürdüğü devrim mücadelesini; faşizme, emperyalizme ve her türden siyasi gericiliğe karşı, kararlılıkla sürdürdüğü mücadeleyi, hiçbir baskı karşısında kesintiye uğratmadan sürdüreceğimizi bir kez daha yineliyoruz.