havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

GEÇTİĞİMİZ HAFTANIN GELİŞMELERİ VE 25 KASIM

1378
               Bugün 25 Kasım “kadına yönelik şiddete karşı mücadele ve uluslararası dayanışma günü”. Kadına karşı uygulanan şiddet, bu gezegenin en temel sorunlarının başında gelmektedir. Ölçüleri değişik olmakla birlikte bazı istisnaları saymazsak; tüm ülkelerde toplumların ve sosyal hayatın derinliklerine yerleşmiş bir olgudur kadına karşı uygulanan şiddet. Peki, bu şiddetin kaynağı nedir!? Erkeklerin psikopatik ruh halleri midir; şiddeti bu ölçüde yaygın ve sürekli olarak üreten olgu!...
                Kuşkusuz ki bu belirleme; hem günlük ilişkilerin hem de tarihsel gelişmelerin yalanladığı bir belirleme olabilir. Kapitalizmin ve öncesindeki toplumsal sistemlerin küçük bir azınlığın ekonomik ve siyasal egemenliğine dayalı ve bu egemenliği zora dayalı araçlarla sürdürdüğü sistemlerin ürettiği bir gerçekliktir, şiddet olgusu!... Burada özel olarak ve şiddetin kaynağına yönelik olarak vurgulamak istediğimiz yön; zora dayalı sınıf egemenliğinin ve onun üzerinde şekillenen kültürün erkek egemen kültüre kaynaklık etmesi ve bu kültürü beslemesi onu hayatın farklı alanlarında farklı biçimler altında yeniden üretmesidir. Bir cümle ile özetlemek istersek; sınıf egemenliğini meşrulaştıran, yasallaştıran kültür erkek egemen kültürü; erkek egemen kültür ise geriye dönerek kendisine kaynaklık eden egemen sınıf kültürünü beslemesi ve şiddeti yeniden ve yeniden üreterek sistemik, sistematik bir derinliğe ve genişliğe ulaştırmasıdır!...
                Sorunu ve şiddetin kaynağını ekonomik, sosyal, toplumsal ve tarihsel bağlamından kopararak ve yalnızca erkeklerin psikopatik kültürel alışkanlıklarına indirgemek; şiddetin insanlığın hayatından sökülüp atılması mücadelesine yanlış hedef göstermek yanılgısını doğurur!...
                Bugün, bütün toplumsal sistemlerin vazgeçilmez kıldığı “kutsal aile”; erkek egemen kültürün ve şiddetin özel biçimler altında yeniden üretildiği arızalarla mutsuzluk üreten bir kuruma dönüşme tehlikesini yaşamaktadır.
                Kadına uygulanan şiddet; erkekleri, sağlıklı ve mutlu ve hatta özgür kılamaz. Bir başka cinse (kadına) şiddet uygulayan bir cins (erkek); özgür olamaz!... Kadına yönelik şiddetin tarih sahnesinden silinmesi yalnızca kadın cinsini değil, erkek cinsini de özgürleştirecektir. Kısaca belirtmeye çalıştığımız bu nedenlerledir ki; erkek egemen kültüre kaynaklık eden, onu besleyen, sınıf egemenliği ortadan kalkmadığı sürece; ne şiddetin mağduru olan kadınlar ne de şiddeti uygulayan erkekler özgür olamaz!... Ancak burada geçerken bir noktaya daha değinelim; erkek egemen kültürün yeniden üretilmesi süreci, yalın ilişkiler biçiminde gelişmiyor; kadınlarda erkek egemen kültürün zorunluluğunu kabul ederek kendilerine yabancı olan, kadın cinsini kendine yabancılaştıran ve hatta kendi özgürlüğünün önünde engel olan bu kültürel iklimden etkilenmesi, onun savunucusu olması ve “kutsal aile” adına onun yeniden üretilmesinin edilgen bir unsuru haline getirilmesi; şiddetin süreklileştirilmesinin bir başka yönünü oluşturmaktadır.
                Buradan toparlama yaparsak; kadın sorunu “özünde” emekçi kadın sorunu, emekçi kadın sorunu ise “özünde” emekçiler genel sorununun “özel”, “özgün” ve tarihsel gelişme içerisinde ağırlaşarak katmerleşen bir yönünü oluşturmaktadır. Bu nedenledir ki; sonucunda erkekleri de tahrip eden şiddetin ortadan kalkması, merkezinde kadın ve erkek emekçilerin ve geleceğini buraya bağlamış tüm aydınlanmacı güçlerin birlikte mücadelesi ile tarih sahnesinden silinebilecek, her iki cinside özgür kılacak; yeni bir dünya buradan gerçekleştirilebilecektir!...
                Bu hafta birkaç kısa değinimiz daha olacaktır.
                Başbakan Erdoğan’ın Barzani ile gerçekleştirdiği Diyarbakır gezisi, çeşitli yönleri ile ele alındı ve tartışıldı. Ama bizim gözlemimiz bütün söylenenlerin ve gelişmelerin arka planında görünmez kılınmak istenen; İmralı-Rojava eksenine karşı Ankara-Erbil hattını gerçekleştirerek ve buradan yaratılan ilişkiler üzerinden AKP’nin “çözüm süreci” tıkanmasını yenileyerek bir yanı ile Kürtler arasında beklenti yaratmak, hayaller yaymak; İmralı-Rojava hattını etkisizleştirmek; iç ve dış ilişkilerinde pozisyonunu güçlendirmek olarak özetlenebilir. Bu pozisyon yenileme, Başbakan Erdoğan ile Barzani’nin yakın ve uzak erimli çıkarlarının da kesiştiği, örtüştüğü bir ortaklaşmaya işaret etmektedir.
                Şimdilik bu kadar özetle yetinelim.
                Bir başka konumuz, Başbakan’ın Ahmet Kaya’ya geçmişte yapılan saldırı ile Gezi eylemlerinde hükümete yönelik protestoları özdeşleştirerek izahı zor açıklamaları oldu. Tek cümle ile biz şunu söylemeliyiz; Ahmet Kaya’nın şarkıları, türküleri Gezi eylemcilerinin dillerinden düşmeyen, motivasyon kaynaklardan birisi oldu. Emin olabiliriz ki; Ahmet Kaya yaşasaydı o gür, muhalif ve isyancı sesi ile Gezi eylemlerinin tam orta yerinde duracaktı. Ahmet Kaya’yı ehlileştirip, AKP çuvalına sokmak isteyenler; onun çuvallara sığmayacak ucu keskin bir mızrak olduğunu unuttular sanıyorum!... Ama Gezi direnişçileri ve halklar, Ahmet Kaya’nın hangi durumda, nerede, kime karşı, nasıl pozisyon tutacağını bilecek bir bilince sahiptirler.
                Son konumuz yerelden; Çanakkale Valisi Sayın Ahmet Çınar’ın Bayramiç Kurşunlu Köyünü ziyareti ve gelişmeleri yerinde görme isteği, son derece önemli ve umut verici bir tutum olmuştur. Umuyoruz ki; bu ziyaretin sonucunda yaratılan umutlar; gerçeklere, yasalara ve halkın taleplerine uygun olarak gerçekleşir, sonuçlanır!...