havadurum

Gülnur YILDIRIM

1929
“Ülke uçup gitmektedir”
 
Geçen hafta ki yazımda işlemiştim. Ekonomik sistemdeki değişim üst yapıda yavaş ya da hızlı bir şekilde alt üst oluşuma neden olduğunu. Toplumsal bilinç eğitim sistemi, sağlık sistemi, hukuk yapısı ve bunun gibi üst yapı unsurlarının alt yapıyı oluşturan ekonomik sisteme göre şekillenmesi zorunluluğunu yaşantımıza yansımalarından söz etmiştim.  Bu alt üst oluşlar tarihte de böyleydi şimdi de böyle, gelecekte de böyle olacaktır. Tıpkı ilkel kominal dönemin köleci sisteme, köleci sistemin feodal sisteme, feodal sistemin kapitalist sisteme evrilmesi gibi. Dikkat edilirse bu evrilmeler sürekli ekonomik sistemin bir başka ekonomik sisteme evrilmesi şeklinde olmuş ve her evrilme kendi yapısını alt üst ederek yeni bir üst yapının oluşmasını da zorunlu hale getirmiştir. İçinde bulunduğumuz kapitalist sistem günümüzde kendi içinde bir ekonomik evrilme yaşamaktadır. Yani dünyada üretim ekonomisi yerini yavaş yavaş rant ekonomisine devretmektedir. Sömürge, yarı sömürge veya az gelişmiş ülkelerde bu süre çok daha hızlı yaşanmaktadır.
 
Bu tip ülkelerde üretim ekonomisinin hızlı evrilmesi beraberinde eski üst yapıyı hızlıca çökerterek yeni bir üst yapının oluşumuna yol açmıştır. Bu olay gerçekleştikten sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Ülkenin yeni çatısını inşa etmeye çalışanlar eskiye dair ne var ise hiçbir iz bırakmaksızın üzerinden buldozer gibi geçerler. Yeni üst yapının inşası sürecinde topluma ait tüm zaaflar bir bir propaganda malzemesi olarak kullanılır. (Din, feodal özellik, azınlıklar, dil vs…) Toplumsal biçim yani üst yapı böylelikle ekonomik sisteme göre yeniden şekillenmeye başlar. Eğitimden bilime sağlıktan sosyo-politik yapıya kadar her şey değişir, içleri boşaltılır. Artık okullar okul, üniversiteler üniversite değildir. İçeriği ve işleyişi çocukların, gençlerin ömürlerini tüketecekleri açık ceza evleri şekline dönüştürülmüştür.
 
Bilim ve bilimsel çalışmaya yönelik meslekler enflasyona uğratılarak ehemmiyeti kaybettirilmiştir. Bu durumun ülke içinde doğurduğu boşluk ülkeyi alsatçıların köprüsü haline getirir. İhracatın nasıl arttığını, ülke ekonomisinin kaçıncı sıradan kaçıncı sıraya ilerlediğinin propagandası sıkça yapılırken sadece bir tüketici durumuna düşürülmüş olan halk ne güzel şeyler aldığıyla övünür. Bu güzel şeylerden alamayanlar köprüden geçen yabancı marka arabaları saymakla meşguldür.
 
Bu süreçte yargı önem kazanır. Çünkü yargının yeni şekillenmelere göre adaptasyonu sağlanmalıdır. Bu niyetle yargıya el atılır. Yasama “ne kadar çok çalışıyorum” kibiri içerisinde yasa koyup yasa değiştirmeye başlar. Yürütme hipnozculuğa soyunur. Bir kahraman edasıyla ülkenin uçup gittiği masalını anlatmaya koyulur. Diğer yandan da her şeyi ranta dönüştürmek gayreti içerisine girer. Bayram yasaklarını, 4+4+4, azınlık hakları gibi kafa karıştırıcı tartışmalar havada uçuşur. Türkler, Kürtler, Abazalar, Zazalar, Süryaniler, İbraniler, Araplar, aşiretler, oymaklar, din, dil, mezhep, biraz feodal, biraz kapitalist argümanlar çalkalanıp çalkalanıp gargara yapılır. İşte bütün bunlar olurken gerçekten de “ÜLKE uçup gitmekte”dir. Ama elimizden…