havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

HUKUKU SİYASETİN ŞAMAR OĞLANI YAPMAK!..

Bilinen, kabul edilen, gerçekliklerden birisi olarak hukuk, sınıflara bölünmüş toplumlarda egemen sistemin yasal kılıfını oluşturur.

7710

 Ve bağlı olarak yine bilinir ki, yönetici egemen erk, çıkarlarıyla örtüşmediğinde, çıkarlarına uygun görmediğinde kendi koyduğu kuralları, yazılı hukuk normlarını, anayasaları çiğnemekten, yok saymaktan, işlevsiz kılmaktan geri durmaz. Burjuva egemen yönetici sınıflar ve klikler, nispeten barışçıl dönemlerde hukuku ve tüm hukuksal metinleri göklere çıkarır, kutsarlar. Ne zaman ki çelişkiler keskinleşir, yönetici sınıf ve tabakalar, kutsayıp göklere çıkardığı hukuka dair yeminlerini, sözlerini unutur, unutturmaya çalışır ve hukukun üzerinden atlama cambazlığından ve ikiyüzlülüğünden sakınmazlar.

Ancak bu, olayın sadece bir yönüdür. Ezilen sınıfı ve tabakalar ve halklar açısından en genel ifadesiyle emek ve emekçiler açısından olayın bir başka yönü daha vardır. Evrensel hukuk, evrensel hukukun normlarının ve görünüşte de olsa yasalar karşısında da olsa ortaya koyacağı kazanımlar, asla küçümsenemez ve görmezden gelinemez. Aslında belki şöyle bir ifade daha doğru olabilir; geniş emekçi yığınlar ve yönetilenler açısından hukukun olabildiğince uygulanabilir ve yaşanılır kılınabilir olması, demokratik ve vazgeçilmez bir kazanımdır. Ve sınıflara bölünmüş toplumlarda asgari taleplerin ön sıralarında yer alır. Hukuksal kazanımlar, evrensel hukukun işlevsel kılınması reformlar düzeyinde ve reformlar çerçevesindedir, yaşamı kolaylaştıran ve üzerinden yürünerek mücadelenin olanaklarını genişleten demokratik kazanımların ve manevra alanlarının vazgeçilmez, temel, kolaylaştırıcı araçlarının en başında sayılan değerlerdendir.
Toplumlardaki çelişki ve çatışmalar keskinleştiğinde, sömürünün yoğunlaştırılmak ve emekçilerin haklarının budanması istendiğinde, egemen erkin saldırdığı, yok etmek istediği hakların başında, hukuksal kazanımların olduğu sayısız gerçekliklerin başında gelmektedir.
Belki şöyle de söylenebilir, kapitalizmin krizlerinin sonuçlarının, emekçilerin sırtına yıkılması için, bunun “başarılabilmesi” için, yönetici egemen siyasi Erk’in ilk kurban edeceği alan, ilk “savaş alanı” hukuk alanıdır!.. Hukuk alanının kazanımlarıyla ortaya çıkan tüm anayasal, yasal mevzuatların tahrip edilmesi, yok edilmesi hedefidir, öncelikli hedef!..
Hukukun bu ikili yönü ve önemi, göz önünde tutulmadan ve bu genel karakteristik özellikleri unutulmadan dün olduğu gibi bugün de önümüzdeki toplumsal siyasal gelişmelere sağlıklı çözümler bulmak, sağlıklı mücadele pozisyonları tutmak mümkün değildir. Bu durum, ulusal sınırlar içerisindeki gelişme ve mücadelelerde olduğu kadar, uluslar arası ilişkilerde de böyledir. 
Geçerken bir belirleme daha yapılabilir. Hukuk olmadan, bağımsız yargıdan, adaletten ve insanlığın ortak kazanımlarının uygulanabilir olmasından ve nihayetinde insan haklarından söz edilemez. Biçimsel anlamda olsa bile eşitlikten ve adaletten söz edilemez. 
Bugün ister içeride ulusal düzeyde, isterse uluslar arası ve somut olarak devletlerarası ilişkilerde ortaya çıkan ve en güncel olan konular ve gelişmelerde gördüğümüz en temel gerçekliklerin başında; hukukun, hukuk normlarının egemen siyasetin-siyasetlerin şamar oğlanına çevrilmiş olması gerçekliğidir.
Kimi siyasi çevreler, dün adalet talebiyle, yargı bağımsızlığı talebiyle yürüdüklerini unutmuş görünerek bugün millilik adına hukukun, tahrif ve tahrip edilmense egemen siyaset tarafından köleleştirilmesine çanak tuttuklarının farkında değilmiş gibi görünmektedirler.
Emperyalist merkezler ve periferi ülkelerin siyasi gerici yönetimleri arasındaki şantaj politikalarının, çıkar hesaplarının tarafında olmak, halkların çıkarına olmadığı gibi, millilik kavramı ile de izah edilemez, hakların yararına bir tutum olarak anlatılamaz. Bu olsa olsa, kendi siyasal doğrultusunu yaratamamış olanların, esen-estirilen rüzgarlara, cereyanlara göre politika belirleme çabaları olarak değerlendirilir ve bunun siyasal literatürdeki karşılığı oportünizmdir .
Yürünmesi gereken hat, emperyalistlerle işbirlikçi siyasal iktidarlar arasındaki kavgada taraf olmak değil, halkçı, demokratik, laik, emekten yana demokratik bir cumhuriyetin kurulması mücadelesini yükseltmek olmalıdır. 
Geniş emekçi yığınların, değil her gün, her saat hatta her dakika biraz daha yoksullaştığı demokratik-kazanılmış haklarının birere birer budandığı, sadece ekonomik krizin değil, siyasal, kültürel, hukuksal ve demokratik kazanımlarının budanıp, sığlaştırıldığı bir dönemde, kendi “iç kavgalarını” bütün gelişmelerin önüne koyanların, varacağı yer en hafif ile nesnel gerçekliğin ve gelişmelerin uzağına düşmek olacaktır. 
Antiemperyalist-yurtsever olmak, bugün emperyalist merkezlerle, emperyalizmin iş birlikçisi egemen siyasetler arasında tercih yapmak, taraf olmak değil, her ikisine de karşı olmayı, her ikisini de teşhir etmeyi, kirli politikalarını ve pazarlıklarını açığa çıkarıp teşhir etmeyi zorunlu kılmaktadır.