havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Halklar devrimci partilerini arıyor!..

2019 yılı Avrupa'dan Latin Amerika'ya ve Ortadoğu'ya kadar uzanan geniş coğrafyalarda halkların ayağa kalktığı bir yıl oldu.

5557

 

 

 

Değişik ülkelerde farklılıklar gösterse de halkların isyanına, sokaklara taşmasına; yoksulluk, yolsuzluk, baskılar, birçok ülkede yöneticilerin açık hırsızlıkları ve yolsuzlukları gibi ekonomik nedenlerin yanı sıra ulusal ögeler de taşıyan taleplerin damga vurduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım.

 

Bu hareketlerin görünen, genel karakteristiği, kendiliğinden hareketler olarak gözlemlenebilmesidir.

 

Ancak bilinir ki, bir halk hareketinin başarıya ulaşabilmesi, onun örgütlülüğü ve kurmayı ile olanaklıdır.

 

Aynı sorunları yaşayan, yoksulluk, baskı gördüğü halde, henüz ayağa kalkmamış ülkeler açısından ise, söyleyebiliriz ki, zulüm ve baskı, yolsuzluk ve yoksulluk, kendi karşıtının ortaya çıkmasının olanaklarını geliştirmekte ve onu açığa çıkaracak potansiyelleri biriktirmektedir. Şimdilik bu kadarını söyleyelim!...

 

Şimdi buradan bir anlamda 4 Kasım tarihli “Emperyalizm, Ekim Devrimi ve Devrimci Partilerin dönüşümü” başlıklı yazımızı tamamlayıcı nitelikte bazı konuları anlatmaya gayret edeceğiz.

 

Kapitalist-emperyalist sistemin, insanlığa dair söyleyecek sözü olmadığı gibi, başta işçi sınıfları ve emekçi halkları olmak üzere insanlığın tüm sorunlarının nedeni ve yaratıcısı olduğu koşullarda devrimci partilerin rolü ve sorumluluğu daha da artmaktadır…

 

Önce şöyle bir belirleme yapalım; Devrimci bir parti, toplumsal, siyasal hareketlere ve bu hareketlerin üzerinde yükseldiği, kapitalist-emperyalist ilişki ve çelişkilere ve onun çürümüş üretim tarzına ve yani değiştirmek istediği bu tablonun tümüne eleştirel, “kendi eylemine” ise özeleştirel yaklaşmak zorundadır. Bu; mücadelenin, hareketin ve gelişmelerin doğal, zorunlu bir sonucudur.

 

Eleştiri ve özeleştiri, bir bütünün, birbirini etkileyen-belirleyen, iki yönü olarak ortaya çıkmaktadır.

 

Elbette, kapitalist-emperyalist sistemin ortaya çıkardığı, doğrudan ve dolaylı tüm toplumsal, siyasal, ideolojik ve felsefesi ve ekonomik sorunları kavramadan ona eleştirel yaklaşmadan ve onun nasıl değiştirilebileceğini düşünmeden, onu değiştirebilecek güçleri, içinde bulunduğu koşullarla birlikte değerlendirmeden, gelişmenin yönünü anlamadan ve kendi eylemini bu nesnel duruma uygun bir perspektif içerisinde ele almadan yeni bir dünya kurması olanaklı değildir.

 

Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte Kruşçevci-Brejnevci ideoloji ve politikalara bağlanmış, özde revizyonist, adı “Komünist Parti” olan değişik ülkelerdeki KP’lerin tasfiyesi ve burjuva saflarda yer tutması, diğer devrimci partilere yönelik saldırıların da başka bir yönünü oluşturduğuna tanıklık etmiştik.

 

Bugün açısından; sınıf ve halk hareketinin sürekliliği, başarıya ulaşması, bu hareketlerin sonuçlarının, değerlere dönüştürülmesi ve buradan ilkeler üretilmesi ve bu değerlerin ve ilkelerin, mücadelenin sürekliliğinin ve başarıya ulaşmasının dinamiklerinden birisi, sürekliliğini sağlayan, motivasyon kaynaklarından birisi olduğu unutulmamalıdır.

 

Kimi ülkelerde geçmişin devrimci partileri, stratejik hedeflerini unutmuş, taktik planları liberalize olmuş ve kendi içinde-kendi statükosunu yaratmanın, reformize olmanın açmazına ve sefaletine sürüklenme tehlikesi ile karşı karşıya gelmiştir. 

 

Bu durumun en önemli nedenlerinden birisi, eleştiriden ve özeleştiriden uzaklaşmış olmasıdır. Eleştiri ve özeleştirinin yaratıcılığını, devrimci sonuçlar üretme, stratejik hedefleri gerçekleştirme ve taktik planların stratejik hedeflere bağlanmasının en temel devrimci araçlarından olduğunu, “kendi statükolarına” kurban etmeleri ile ona feda etmeleri ile doğrudan ilişkili ve onun bir sonucudur diyebiliriz.

 

Ne demek istiyoruz, bir partinin; yeni dünyalar kurmak isteyen bir partinin, kendi devrimci özünü, çizgisini, yeniden üretmesinin, bu özü geliştirmesinin, eleştiri ve özeleştirinin bir kültüre, partinin yaşam biçimine, aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya hareketinin bir değer olarak, geliştirici bir araç olarak kavranmasına ve içselleştirilmesine bağlı olduğu bilinmelidir.

 

Özellikle Ekim Devrimi sonrası, başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçi kitlelerin yaratıcılığından, gücünden umudunu kesen, burjuvazinin her alandaki saldırılarına boyun eğen ve kendi içinde reformize olan teslimiyetçi bir çizgi, elbette öncelikle eleştiri ve özeleştiriyi etkisiz kılmak zorundaydı!!!

 

Bugüne döndüğümüzde, yalnızca toplumsal, siyasal hareketin sonuçlarını anlamak, yığınlar içerisinde erimek ve kaynaşmak, onları kapitalist-emperyalist sistemin bütün yıkıcılığından ve bu sistemin kendisinden kurtarmak, kendi eylemini yığınların eylemi ile bütünleştirmek, burjuva unsurların etkisini kırmak, stratejik hedeflere bağlanmış, doğru devrimci taktikler uygulamak için de eleştiri ve özeleştirinin vazgeçilmez, devrimci bir parti yaşamı için zorunluluk olduğunu anlamak, bugün devrimci partilerin hangi ülkede olursa olsun kaçamayacağı bir gerçekliktir…

 

Demeliyiz ki, hangi ülkede olursa olsun, hareketin başarıya ulaşması, ister reformlar düzeyinde, ister kalıcı sonuçlar elde etmek için, gerçek anlamda devrimci partilere ihtiyaç vardır. Gerçek anlamda devrimci partiler, kendi eylemlerine özeleştirel, değiştirmek istediği dünyanın ilişkilerine eleştirel yaklaşmak ve bu iki yönün üzerinden üretilen sonuçları değerlere dönüştürmek, ilkeler yaratmak ve bu hat üzerinden, bu devrimci çizgi üzerinden, “kendi statükolarını” da parçalayarak, her gün ve yeniden yenilenmek, hareketin akışına, mücadelenin ihtiyaçlarına uygun taktik adımları atabilmek için, cesaretle eleştirel-özeleştirel bir perspektifi mücadele kültürüne dönüştürmenin, zaferler için, stratejik hedeflere ulaşmak için zorunlu olduğunu bir kez daha değerlendirme gerçeği ile karşı karşıyadırlar…

 

Günlük çıkarlara, “aman kaybetmeyelim”(!), “aman kazanıcı olalım”, “ aman sayımız azalmasın” anlayışı, devrimci bir partiyi reformize etmekten, onu kendi hedeflerinden uzaklaştırmaktan ve çürümenin yolunu açmaktan başka bir işe yaramaz. Bu tutum, sadece eleştiri ve özeleştiriden uzaklığın değil, aynı zamanda sınıftan, sınıf mücadelesinden de uzaklaşmış olmanın bir göstergesidir…

 

 

Tarih bunun sayısız örnekleri ile doludur, adı devrimci olan partilerin mezarlıkları da öyle!…

 

Yazımızı 4 Kasım tarihli “Emperyalizm, Ekim Devrimi ve Devrimci Partilerin dönüşümü” başlıklı yazıdan bir paragrafı alıntılayarak son vermenin anlamlı olacağını düşündük…

 

“…Eleştiri ve özeleştiri, aynı zamanda proletarya partisinin, burjuva ideolojisine, emperyalist-kapitalist oyun ve hilelere, politik manevralara karşı partinin bağışıklık sistemini, iç savunmasını ve savaşçılığını, yaratıcılığını, tarihsel olanla, güncel olanın geleceğe akışını düzenleyen, en temel, en vazgeçilmez bir silah olarak değer ve karşılık bulur/bulmalıdır…”