havadurum

Hayat Bir Sınav

Zekine BAYRAM - Eğitim Sen Çanakkale Şube Sekreteri

5187

 Yüzyılımızın en büyük ıstırabı Kaygı… Asırlarca filozofların yaratıcılığı etkileyen, özgürleşmenin aracı olan kaygı günümüzde insanların kâbusu haline nasıl geldi? Bu yaratıcı edimin hastalık haline gelmesinde dünya savaşları ile değişen sistemler ve hızla gelişen teknolojinin etkisi çok büyük. Hızlı ilerleyen ve gelişen dünya, üretim ve tüketim ağını genişletip dengesizleştirdikçe kaygının sebep olduğu hastalık ve sorunların da hızla geniş kitlelere yayılmasına neden olmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından 2017 yılında yapılan araştırmaların sonuçlarına göre dünya nüfusunun yüzde 4,4’ü depresyon, 3,6’sı ise anksiyete sorunuyla uğraşıyor. Son üç yılda yaşanan evrensel sorunları ve gündemimiz olan pandemi sürecini düşününce sayının ne kadar çok artmış olacağını tahmin edebilirsiniz.

Pandemi sağlık sistemlerindeki problemleri gün yüzüne çıkararak, eğitimin perspektifini değiştirdi. İnsanlık parasız sağlık, parasız eğitim, işsizlik ödeneği gibi sosyal devletin olmazsa olmazı dediğimiz özelliklerinin ne kadar önemli olduğunu yaşayarak gördü.

Küresel bir problemi her ülke kendi koşullarına göre yaşayarak farklı sorunlarla boğuşurken biz ülke olarak bu üç aylık süreçte pandeminin yarattığı bütün sorunlara ek olarak 4 milyonu aşan genç ve aileleri bir de sınav kaygısı ( LGS ve YKS)  yaşıyoruz. Ülkemizde sınavlar hiçbir zaman sadece sınav olmamıştır. Sınav ertelenen gelecek umududur aynı zamanda. Gençlerin yıllarca uykusunu, sağlığını, eğlencesini ertelemesidir. Ailelerin bütçesinde oluşan kara delik ve sosyal hayatın ertelenmesidir.

2012’de eğitim sistemimizde yapılan köklü değişikliler nedeniyle bu sene ortaokullardan 600 bin fazladan mezun verilecek, 1,6 milyonu bulan çocuklar bu cumartesi sınava (LGS) girecekler. Bu hafta sonu çocuklarımızın nefesi sadece sınav stresinden kesilmeyecek bir de corona riski ile takacakları maskelerden dolayı kesilecek. Sınav bitince yerleşme süreci ve kaygısı başlayacak.  Sınavla öğrenci alan okulların (2019 yılında yaklaşık 140 bin) kontenjanları artırılmış olsa da bu nitelikli okullara(!) ortalama yüzde 10’u girebilecek. Giremeyen çocuklarımız ve ailelerinin hangi liseye gidecekleri kaygısı başlayacak. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı açıklamalara göre salgının kontrol altına alınması yıllar sürebilir (4-5 yıl) , o zaman çocuklarımızın sağlığını koruyarak eğitim-öğretime devam edebilmelerini sağlayabilecek miyiz. Bakanlığın “her şey kontrolümüzde, planlama yaptık” tarzındaki açıklamaları yeterli değil. Neler planlandığının kamuoyu ile paylaşılması ve eğitim sendikalarının, sivil toplum kuruluşlarının sürece etkin biçimde katılması kaygıları bir nebze olsun azaltmaz mı?

2.5 milyon gencimizin gireceği YKS ise ayrı bir muamma. Ülkemizde gençler üniversiteye sadece bilimsel araştırmalar yapmak bir alanda uzmanlaşıp derinlemesine bilgi sahip olmak amacıyla gitmiyorlar. Aldıkları diplomalar ile iş bulmak ve geçimlerini sağlamak amacıyla gidiyorlar. Üniversitelerin asıl amacını tartışmayacağım, çünkü bu aşamaya izlenen sosyo-ekonomik politikalar ve istihdam yaratmadaki yetersizlik nedeniyle gelinmiş olması gençlerin hatası değil. Üniversiteye yüklenen iyi bir yaşam sürme hayalidir. Sınava hazırlık süreci harcanan emek ve getirdiği ekonomik yük açısından oldukça külfetlidir ve sancılı bir süreçtir. Aileler çocuklarının akranlarından geri kalmaması ve bir üniversite kazanması için bütçelerini sonuna kadar zorluyorlar. “Mitilimi satar çocuğumu okuturum.” diyen neslin çocuklarıyız. Çocuklarımız bir üniversite kazanmışsa boynumuzun borcudur, o çocuk mutlaka okuyacaktır. Ne yazık ki günümüz koşullarında başka bir şehirde çocuk okutmanın maliyeti mitilini satsan bile zor hem de çok zor. Bütün bunların yaşattığı stres ve kaygı hem gencin hem ailenin en büyük kâbusu. Fakat burada bitmez mesele, çok zor koşullarda okuyan genç alacağı diplomanın mutluluğunu bile yaşayamaz. TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) verilerine göre genç işsizlik oranlarına bakınca (yüzde 24,4) her dört gençten birinin işsiz olması ve son yıllarda üniversite mezunlarındaki işsizliğin giderek artması ise gelecek hayallerine inen ağır bir darbe. Bu nedenle bizde gençler ilgi ve yeteneklerinden çok iş bulma imkanlarına göre bölüm seçerler. Yazıya başlarken söylediğim yaratıcılık ve özgürlük insanın en verimli çağı olan gençlik yıllarında başlamadan bitmiştir…

 Sizce de bu milyonlarca genç ve aile sadece 27-28 Haziran’da gireceği sınavın (YKS) kaygısını mı yaşıyor? Her kulvarı çok zorlu bir maraton bu ve bu zorluklar yetmez gibi bir de pandemi girdi devreye. Mart ayından kapanan okullar ile dört duvar içinde kalan gençler imkanları dahilinde konuları yetiştirmeye çalışırken aynı zamanda ruhsal sağlıklarını korumaya çalıştılar. Bunlar yeterince zor iken bir de sınav tarihinin temmuza ertelenip geri hazirana alınması gençlerin kaygısını iyice artırdı. Kısacası bu kadar çok belirsizliğin, güvensizliğin ve sorunun olduğu bir ortamda sınava girecek olan gençlerin yaşadıkları sadece girecekleri sınavın kaygısı olmuyor. Kronikleşmiş problemimiz olan sınavların yaşattığı kaygıyı da gevşeme teknikleri ve nefes egzersizi ile çözmemiz mümkün görünmüyor ne dersiniz?