havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Hindistan nireee, Mars nire!?

Televizyonun acar muhabiri kapmış mikrofonu, dalmış sokaklara… Yakaladığı gençlere soruyor; "Hindistan mı yakın, Mars mı?" Genç öğrenci, kentin emin bir tonlama ile cevap veriyor; "Mars." Muhabir devam ediyor sormaya, cevaplar geliyor, Mars!… Mars!... Mars!... Ezici çoğunluk, iki üç "haylaz' hariç, "Mars" diye cevabı yapıştırıyor… Muhabir, şaşkın bir vaziyette, durum toparlanacakmış gibi değil. Yani demek istiyorum ki; bizim acar muhabir, iki mars bir oyunla yere serilmiş tavlacıdan beter!...

446

 

Şimdi bu soru-cevap ilişkisinden sonra, kiminiz eminim ki öğrencileri suçlayacaksınız, “Tembeller falan” diyeceksiniz. Ben, çocukların ses tonlarından, vurgulamalarından, tereddütsüz cevap verişlerinden, bir zeka sorunları olduğunu asla düşünmedim… Hatta şöyle zekice izahlarla karşılaştık; “Mars gökyüzüne bakınca görünüyor, Hindistan görünmüyor.” Bu yorum, her şeyi izah ediyor. Burada işin ikinci kısmına bakarsak, yaz-boz tahtasına çevrilen eğitim düzeninin doğrudan sonuçlarından birisi ile karşı karşıya olduğumuzu söylemeliyiz. Ya da hani şu cehaleti kutsayan, adını bir türlü ezberleyemediğim Prof. var ya (adını hafıza sistemim kabul etmiyor olmalı ki, ezberi tutturamıyorum) onun hayalleri, idealleri mi gerçekleşiyor dersiniz!?

 

Çocukları saçma sapan yöntemlerle şaşkına çevirirseniz, bilimsel eğitimden uzaklaşırsanız, hurafelerden bir gelecek inşa etmeye çalışırsanız, varacağınız sonuç, işte budur!..

 

Soru soramayan, hatta soru sormanın yasaklandığı, akıl yürütemeyen, yorum yapabilme özelliği geliştirilemeyen/geliştirilmeyen, ezberci, emre itaat et ruhuyla, biçimlendirilmek istenen bir neslin, küçük bir bölümünde gözlemlediğimiz trajik sonuçlardan birisidir bu!... “Alın, başınıza çalın” diyemeyeceğimiz kadar; gelecek adına, çocuklarımız adına, üzüntü verici, bir hikayedir bu!...

 

Eh vaziyet böyle olunca, kendi yarattıkları sonuçlardan bile memnun olmayanlar(!), memnun olmamış gibi yapanlar ve dahası ortaya çıkan sonuçları, “bir imkan olarak kullanmak” istismarcılığına yönelmekten de geri durmuyorlar.

 

Projeler  geliştiriyorlar… “Proje okulları”  adı altında en başarılı kurumlar tasfiye etmekten çekinmiyorlar. Bugünün çelişki, çatışma ve açmazlarını perdelemek için tarihe sığınıp, tarih dersi vermeye kalkışıp, kendi hikayelerini/kendi siyasi hikayelerini, tarihin başlangıcı ve hatta Anadolu tarihinin, kendi kahramanlıkları üzerinden yeniden yazılması yolunu benimsiyor ve bunu geniş yığınların da benimsemesi adına, neredeyse dört koldan psikolojik harekata bir seferberlik heyecanı ile başvuruyorlar.

 

Siyasetin, egemen siyasetin tarih yazıcılığına soyunması; fırtınadan, yağmurdan, zelzeleden tarumar olmuş, en görkemli ağaçları devrilmiş bir ormanda, aslanın, kendi krallığını yeniden inşa etmek için yazacağı tarihe benzer…

 

Ha unutmayalım, bir başka devletlu da sözlerinin anlaşılamadığından şikayetle, kara tahtanın başına geçeceğini ilan ediyor!… Herkes bir yazıcılığa soyunmuş, bir yazma, ders verme, öğretme sevdasına tutulmuş ki, vay çocukların, vay gençlerin, vay hepimizin haline!... Yani, son zamanlarda öyle şeyler duyuyor, öyle şeylere tanıklık ediyoruz ki, Allah cümlemizin aklını korusun!... Milletin gözünün içine baka baka ve dahi, gözlerini kırpmadan, yüzleri kızarmadan yalan üretme ustalığını gösterebiliyorlar.

 

Nedense böylesi durumlarda, yukarıdan söylenen sözler, atılan nutuklar, Şeyh Bedreddin Destanı’ndan birkaç dizeyi, aklıma getirir… Daha önce de paylaşmış olabilirim, hoşgörünüzle bir kez daha paylaşmak istiyorum;

 ...

Çelebi hünkâr idi amma 
Âl Osman ülkesinde esen 
bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgâr idi. 
Köylünün göz nuru zeamet 
alın teri timar idi. 
Kırık testiler susuz 
su başarında bıyık buran sipahiler var idi. 
Yolcu, yollarda topraksız insanın 
                    ve insansız toprağın feryadını duyar idi. 

Hani öyle şeyler söyleniyor ki, sanki son 15 yıllık sürede bu ülkeyi başkaları yönetmiş… Bütün olup bitenin ve tanıklık ettiğimiz her şeyin sorumlusu onlarmış gibi, ya da Marslılarmış gibi söylemler duyabiliyoruz… Her şey alt üst olmuş, kimilerinin de söylediği gibi bir “Fetret devri” görüntüsü yokmuş gibi, “fiili durumlara” her şeyi tutsak etmemişiz gibi palavralar savrulabiliyor. Olumlu olan işlerin onuru kendilerine, olumsuz olan işlerin, durumların faturası ise ‘onlara’ kesilmek isteniyor.

 

Neyse biz bir Ezop masalı yazalım, kurulan komisyonlardan, istediğiniz her şeye kadar yorumunu size bırakalım…

***

Tilkinin kapısı çalınmış, Tilki, korkarak ve çekinerek kapıyı açmış… İki görevli beklediğinin aksine, kendisini saygıyla selamlayarak; “Efendim” demişler, “Size kümeslerde yaşanılan hırsızlık olaylarından sonra, bu sorunları araştırmak, çözmek üzere kümeslerden sorumlu olarak görevlendirildiğinizi arz etmek üzere buradayız.”

 

Tilki, görevlilere şöyle bir bakar ve katıla katıla gülmeye başlar, gözünden yaşlar boşanır ve sevinçten bayılıp yere düşer.

***