havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

İNADINA UMUT, İNADINA MÜCADELE

Önce okullar, sonra da TBMM açıldı. TBMM için açıldı kapandı demek daha doğru!...

820

      Bir de Ahmet Hakan’a saldırı var. Diğer olaylar ve gelişmeler artık memleketin günlük halleri…

     Cumhurbaşkanı Meclis’in açılışında konuşuyor… İki bakış açısıyla fotoğraflama yapalım. Önce Cumhurbaşkanı’nın konuştuğu kürsüden milletvekili sıralarına bakalım… AKP sıraları hariç manzara enteresan değil mi? koltuklar boşalmış, Meclis bölünmüş… Nereye geldiğimiz konusunda bir fikir veriyor herhalde. Bu kez milletvekili koltuklarından kürsünün fotoğrafını çekelim. Cumhurbaşkanı konuşuyor; öfkeli, asabi sanki bir siyasi partinin AKP’nin genel başkanı konuşuyor. Şimdi bu iki fotoğrafı yan yana koyalım ve buradan yani bu iki fotoğrafa bakarak, herkes kendi bulunduğu ideolojik ve politik pozisyondan bir değerlendirme yapsın. Memnun musunuz memleketin bugünü ve geleceği adına?! Ve sorular sorabiliyorsak bu manzara üzerine soru soracak bir akıl, bir mantık kalmışsa eğer herkes kendince sorular sorsun ve bu sorulara vereceğimiz cevaplar soru soranı umuda yöneltebiliyor mu ?

     Evet, Ahmet Hakan olayına geçelim. Bu saldırıya şaşıran var mı? Allah Allah demokratik bir ülkede böyle bir saldırı nasıl oluyor diye hayrete düşenler var mı(!) birkaç başlık hatırlayalım; Cumhuriyet gazetesine yönelik söylenenleri düşünün, Can Dündar’a yönelik eleştirileri(!) hatırlayın, Hürriyet gazetesine saldırıları hatırlayın, Aydın Doğan’a parmak sallamaları hafızanızda canlandırın, Evrensel ve Özgür Gündem gazetelerinin Bülent Arınç tarafından suç makinaları olarak ilan edilmesini düşünün, Samanyolu TV’ye yapılan baskını hatırlayın, gazeteci Hidayet Karacan’ın tutuklanmasını hatırlayın, Bugün gazetesi yazarı eski savcı Gültekin Avcı’nın tutuklanmasını ekleyin, Diyarbakır’da Dicle haber ajansı ve Azadiya Welat gazetelerine yapılan hukuksuz baskını yukarıya sıraladığımız konu başlıklarıyla toplayın diğer gazetecilerin yargılanmalarını eklemeyi de unutmayın ve burada Ahmet Hakan’a yapılan saldırı üzerine bir çıkarsama yapın. İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı üzerine düşüncelerinizi bir yere not edin.

     Manzara bu… dört tane kafadar bir gün bir araya gelmişler, hadi gidip şu Ahmet Hakan’ı bir güzel pataklayalım diye karar vermişler öyle mi ? inanalım mı ? hele o soyadı Boynukalın olan AKP Gençlik Kolları Başkanı ve milletvekili zevatın açıklamalarını duyduktan sonra bu masala inanmayalım da ne yapalım? Kendi zeka düzeylerinde görüyorlar galiba herkesi…

     Her gün muhalif olanların, muhalif basının tehditlere maruz kaldığı bir ülke de yaşadığımızı düşünürsek ve genel tabloya bakarsak bu saldırıyı yerli yerine oturtabiliriz!...

     Hükümet ve AKP sözcüleri kınama mesajları yayınlıyorlar. Siz kınamayacaksınız, sizin birinci göreviniz basın özgürlüğünü sağlamak, ifade özgürlüğünü sağlamak ve bu saldırganları bunların azmettiricilerini bulup adaletin önüne, yargının önüne çıkarmak. Bırakın kınamayı ve lanetlemeyi bizler yapalım, sizler de hükümet mensupları olarak görevinizi ve sorumluluğunuzu yerine getirin.

     Özetle, mecliste çektiğimiz fotoğrafların yanına Ahmet Hakan’ın fotoğrafını da koyalım. Şimdi bu fotoğrafları birlikte değerlendirelim. Buraya tekrar bir cümle ile döneriz.

     ‘Bu ahval ve şerait içerisinde’ okullar açıldı. Başarı dileyelim umutsuzca!... Merak ediyorum acaba bu öğretim yılı içerisinde kaç çocuk masal kitaplarıyla buluşup, onları okuyacak. İlkokul birinci sınıftan üniversite öğrencilerine kadar kaç öğrenci kitap okuyacak? Masal, öykü, şiir, roman, deneme kitapları…

     Yoksa sınavlara, testlere, klişelere, ezberlere hapsedilmiş bir eğitimin, bir eğitim sisteminin kurbanları olarak ömrümüzden bir öğretim yılını daha mı tüketeceğiz? Okuduğunu anlamayan, okuduğunu anlatamayan yalnızca ve yalnızca ezberleyen, ezberleme sorumluluğuyla kuşatılan çocuklar, gençler olarak mı bir öğretim yılını geçireceğiz? Yaşamı anlamlı kılacak, düşünecek, sorularla kendini ve çevresini zenginleştirecek, eleştirebilmenin o aydınlık yoluna girebilecek çocuklar ve gençler mi olacağız? Yoksa çocuğu, genci ve giderek insanı sığlaştırıp, kendisine yabancılaştıracak yaşamın gerçeklerinden ve değerlerinden uzaklaştıracak belirsiz bir yola; sistemin uysal, edilgen ve nesneleşmiş bireyleri haline mi dönüştürüleceğiz!...

     Umut; oyunlarımıza, oyun hakkımıza, kitaplara; masaldan romana şiirden hikayeye uzanan o zengin dünyaya girmekle büyüyebilir, büyütülebilir.  Şimdi tekrar ilk iki bağlantımıza dönelim artık tartışmamız gereken Türkiye’nin birinci sınıf değil, ikinci sınıf değil hadi üçüncü sınıf diyelim demokrasi olup olmadığı sorunudur. Yani gerçekten bilinen, tanımlanan anlamıyla bir demokrasiyle mi, yoksa kapımızın eşiğine kadar gelmiş olan siyasi gericiliğin yoğunlaşmış bir ifadesi olarak tanımlayabileceğimiz faşizmle mi karşı karşıya olduğumuz gerçeğidir. Her şey birbirini besleyerek, büyüterek veya tersi küçülterek ilerliyor ve ilerleyecek. 1 Kasım seçimleri; bütün bu tablonun, bu siyasal sitemin nereye evirileceği konusundaki fırsat ve olanaklardan birisi olacaktır. Umutsuzluğa kapılmadan, demokratik ve özgür bir gelecek için birleşmenin, birleşik mücadelenin ihtiyacı ve önemi gün be gün artıyor ve kendini dayatıyor.