havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

İNSAN HAKLARI HAFTASINDA ‘HAKLAR’ KISITLANIYOR

1238
    10 Aralık’la başlayan hafta; insan hakları haftası olarak kutlanır. İnsan hakları haftasında, Türkiye’nin insan hakları açısından genel tablosunu ve yalnızca bu hafta içerisinde ortaya çıkan hak ihlallerini sıralamamız bile sayfaları doldurabilir. Yaşama hakkı, düşünceyi ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, çevre hakları, çalışma hakları, kadın hakları, çocuk hakları, hayvan hakları ve diğer hak kategorilerinde yapılan ihlalleri; yalnızca son bir haftanın gazete haberlerini araştırırsak, kabarık bir liste olarak sıralayabiliriz.
      Burada yakın tarihle ilgili; 12 Eylül cuntası ve onun cellatları tarafından idam edilen Erdal Eren’i saygıyla anarak ve onun şahsında cuntanın katlettiği bütün devrimcileri, yurtseverleri, demokratları özel olarak ve saygıyla andığımızı belirterek bir not düşmemizin gerekli olduğunu da işaretlemeliyiz.
     Peki bugün yani insan hakları haftasını kutlarken neleri tartışıyoruz!... Özgürlükleri, hukukun üstünlüğünün hangi ölçülerde gerçekleşebileceğini, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün günlük ilişkilerde daha geniş uygulanmasının koşullarını nasıl gerçekleştirebileceğimizi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin özüne ve ruhuna uygun demokratik bir Türkiye’yi nasıl yaratacağımızı mı tartışıyoruz, yoksa en genel ifadesiyle; kamu düzeni, kamu güvenliği ve hatta darbeleri önleme adına hak ve özgürlükleri nasıl kısıtlayıp, kuşa çevireceğimizi mi tartışıyoruz!...
     Elbette iki tartışmada yapılıyor. Emekçiler, demokrasi güçleri, aydınlar, Aleviler ve Kürtler hak ve özgürlüklerin kullanılması, genişletilmesi, kurumsallaşması talepleri ekseninde bir tartışma yürütürken; iktidar sahipleri hak ve özgürlükleri nasıl kısıtlayıp, kuşa çevireceklerinin hesaplarını yapıp, yasalarını çıkarmanın peşindeler.
     İnsan hakları daha önce bu köşede defalarca yazıldığı üzere; statik, donmuş hak manzumeleri değildir. Toplumsal ilerlemeye bağlı olarak gelişen, kapsamı genişleyen ve yeni hak kategorileri ile zenginleşen değerlerden oluşmaktadır.
     İnsan haklarının, hayatın tüm alanlarında yaşanabilir ve kullanılabilir olması; demokrasiyle, hukukun üstünlüğüyle, yurttaşlık haklarının, yurttaş bilincinin ve bu hakları kullanabilme kültürünün, kurumsallaşarak bir gelenek haline gelmesiyle sağlanabilir. Anayasadan, yasalara, yönetmeliklere, genelgelere tüm mevzuatların bu eksen üzerinde, bu genel insan hakları değerleri üzerinde şekillenmesiyle; pratik ve somut ifadesini ve karşılığını bulabilir.
Yurttaşlık kavramı;hakların ve ödevlerin tanımlandığı,anayasal/hukuksal bir kavramdır.Kul ve tebaanın ise yalnızca ödevleri tanımlanır.Şimdi birilerinin yurttaşlık kavramı denilince neden tüylerinin diken diken olduğu , kimyasının bozulduğu daha iyi anlaşılmıyor mu ?!...
     Peki Türkiye’yi yöneten iktidarın; yönetme kültürü, toplumu şekillendirme zihniyeti, ideolojik referansları buna uygun mudur?!...
     Yurttaşlık haklarını; ‘yurttaşlık dini diye sanal bir din uydurmuşlar diye’ karşısına alan ve hatta aşağılayan bir yönetici anlayışı, ülke yönetme mantığı ve yönetme kültürü; insan haklarına dayalı, demokratik yurttaş haklarını önemseyen ve hayata geçirmeye çalışan bir politika izleyebilir mi, bu hakları güvence altına alan yasal düzenlemeler yapabilir mi ?
     Gezi direnişine darbecilik diyen mantık, şimdi yüzde 10 seçim barajının indirilmesini veya kaldırılmasını isteyen çevreleri, inanılır gibi değil ama darbecilikle suçluyor. Yani seçim barajları kalksın demek; baylara göre, ülkeyi yöneten zihniyete göre darbecilik(!) oluyormuş.
     Şimdi bunlar; halkın parasını pulunu nasıl ki ayakkabı kutularına, kasalara doldurup haksız, helal olmayan bir kazancın, servetin üzerine kondularsa; seçim barajları nedeniyle de hak etmedikleri, haksız, helal olmayan; halkın oylarının üzerine konmanın teorisini yapma gayreti içindeler!...
     Rüşvete, yolsuzluklara yeni tanımlar getirenler, yeni anlamlar yükleyenler; elbette ‘oy hırsızlığı’ sonucunu doğuran seçim barajlarını da ‘yönetimde istikrar’ gerekçe ve savunusuyla; millete yutturmak istiyor!...   ‘Herkesi kör alemi sersem sanmak’ işte buna denir.
     En temel, en demokratik ve hatta anayasal bir hak olan protesto ve gösteri haklarını kullanmak için sokağa çıkmak isteyenleri ; ‘kan dökülür’ tehditleriyle suçlayanların, darbecilik sopasını sallayanların niyetleri anlaşılmaz değil. Uyguladıkları politikalar bırakınız demokratik olmayı; anayasal haklarla bile örtüşmemektedir.
     HDP’nin iç güvenlik yasasını protesto için halkı sokağa çağırmasını; ‘dökülecek kanın sorumlusu Demirtaşdır’ Diyerek püskürtmek isteyenler; diğer şeylerin yanı sıra Demirtaş’ı en kaba tabirle hedefe koyup, yemek istiyorlar. Dikkat etsinler Demir ve taşın karışımı sert bir leblebiyi yutma hevesinde olanlar; dişlerine zarar verebilirler.
     Yalnızca yukarıya aldığımız sınırlı örnekler bile bu ülkede, demokratik bir yönetimin olmadığını ve giderek daha çok otoriterleşmeye ihtiyaç duyan, tehlikeli bir durumla karşı karşıya olduğumuzu göstermeye yetmiyor mu!?
     İşin kolayını bulmuşlar.Bir talebiniz için sokağa mı çıkıyorsunuz, öyleyse darbecisiniz. Seçim barajları kalksın mı diyorsunuz, darbecilik suçlaması hazır. Hırsızlıkların, yolsuzlukların üzerine mi gitmek istiyorsunuz. Kendinizi darbeci yaftasından kurtaramazsınız.
     Hukuk, yurttaş hakları, insan hakları diye ileri sürülen her talebe karşı; darbe istiyorlar diye avaz avaz çığlıklayıp, karşı çıkıyorlar!...
     Geçenlerde ismini anımsayamadığım bir kişi, televizyondaki bir tartışmada; bu darbe çığlığı atanları, darbe ticareti yapıyorlar diye ifadelendirmişti. Doğru değil mi !...
“…
 Çelebi hünkâr idi amma,
Âl Osman ülkesinden esen
bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgâr idi.
Köylünün göz nuru zeamet
alın teri timar idi.
Kırık testiler susuz
 su başlarında bıyık buran sipahiler var idi.
Yolcu, yollarda topraksız insanın
ve insansız toprağın feryadını duyar idi.
Ve yolların sonu kale kapısında kılıç şakırdar
köpüklü atlar kişner iken
çarşıda her lonca kesmiş kendi pirinden ümidi
tarumar idi
Velhasıl hünkâr idi, timar idi, rüzgâr idi,
ahüzar idi.      
…”
     Yazımızı Nazim Hikmet’in Şeyh Bedreddin destanından aktardığım dizelerle ve insan hakları haftası adına, zeytin ağaçları katledilen köylülere; ‘topraksız insanın ve insansız toprağın feryadını ... ‘ duyanlara armağan ediyorum.