havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

İdam cezası suçu önler mi?

15 Temmuz Darbe Girişiminin etkisiz kılınarak tasfiye edilmesinden sonra idam cezasının yeniden yasallaştırılması gündemin başat konuları arasında yer aldı.

520

 

 

 

                Sayın Cumhurbaşkanı ve sayın Başbakanın gerekçeleri ise; “Demokrasilerde halkın talebi göz ardı edilemez.”

 

                Bu talep, sokağa çıkan bir grubun “İdam isteriz” sloganlarından sonra tartışılır oldu.

 

                Biz öncelikle şunu belirtelim; Toplumsal-tarihsel deneyim göstermiştir ki, idam cezasının suçu önleme ve caydırıcı bir etkisi olmamıştır. Burada tartışmanın bir başka yöne ise; bugün, özellikle bugünlerde “idam cezasının yeniden yasallaştırılması mı, yoksa demokrasinin geliştirilip güçlendirilmesi mi?” noktasıdır.

               

                Dahası Türkiye gibi demokratik değerleri, hukuk ve yargı sistemi, anayasal sistemi, siyaset kültürü sorunlu iken ve insan hakları değerleri açısından birçok konu tartışmalı iken, idam cezasının yeniden yasallaştırılması, özellikle de siyasi nedenli idamların mevzuatlarda yer alması hangi sakıncaları içinde barındırdığı yönünden de değerlendirilmelidir.

 

Türkiye’nin kendi tarihine baktığımızda bile idam cezalarının sakıncalarını ve suçu önleyici olmadığını görebiliriz.

 

Şimdi sadeleştirerek söyleyelim; birincisi, idam bir ceza değildir. Bir cezanın sürdürülebilir olabilmesi için insanın yaşaması gerekir. Ancak yaşayan insan cezalandırılabilir. İdam, özellikle siyasi nedenli idamlar devletler eliyle işlenmiş cinayetlerdir.

 

İkincisi; önleyici bir tedbir değildir.

 

Üçüncüsü; bir hata durumunda telafisi, giderilmesi asla mümkün değildir. Varsayalım ki idam ettiğiniz bir kişinin suçsuz olduğu daha sonra ortaya çıksa, nasıl telafi edebileceksiniz?

 

Dördüncüsü; özellikle siyasal idamlar; siyasetin, daha doğrusu egemen olan siyasetin değişkenliği nedeni ile önemli ölçüde sakıncalar barındırmaktadır.

 

Örnek olsun diye bir hatırlatma yapayım; Ergenekon ve Balyoz davalarında tutuklananlar ve ağır müebbet cezası alanlar eğer idam cezası olsaydı muhtemelen idam cezası ile cezalandırılacaklardı. Bugün gelişen olaylardan baktığımızda infazlarının gerçekleşmesinin önünde de engel görünmüyor gibiydi. Ancak, sonuçta ne oldu? Ergenekon ve Balyoz davası sanıkları koşulların değişimine bağlı olarak, siyasetin ve siyasi iktidarın yöneliminin, ittifak politikalarının değişimi ile birlikte beraat ettiler. Bu örnek bile üzerinde soğukkanlıca düşünüldüğünde önemli dersler çıkarabileceğimiz veriler sunmaktadır.

 

Bir başka şey ise; bir kişinin idam edilmesi, aslında idam edilen kişiden daha çok toplumu tehdit eden bir anlam içermektedir ve böyle düşünenler suçların önlenemediğini ve bu öngörünün işe yaramadığını anlayacakları siyasal, sosyal verileri isterlerse gözlemleyebilirler. Eğer idamlar darbeleri önleseydi, Talat Aydemir’in idamından sonra Türkiye’de darbeler ve darbe teşebbüsleri yaşanmazdı…

 

Şimdi dönelim sokakların talebine. Ancak öncelikle bir ön cümle atalım; darbeleri önlemek için yasaklar, yasaklamalar değil demokrasi ve hayatın her alanında özgürlüklerin geliştirilmesi, hakları kullanmanın güvencelerinin yaratılması ve bunların bir toplumsal kültüre dönüşmesi doğru olan yoldur.

 

Bugün sokaklara çıkarak idam isteyenler, gerçekten demokrasiyi mi, hukukun üstünlüğünü mü ve özgürlükleri mi talep ediyorlar!? Darbelere ve darbecilere karşı bir tutum mu alıyorlar!? Biz sıralayalım; Ankara’da IŞİD canileri tarafından katledilen devrimci, yurtsever, barışsever, demokrat insanların anısına Garın önüne yapılan anıta saldıranlar, yani 10 Ekim katliamı anısına yapılan anıta saldıranlar demokrasi mi istiyorlar!? Orada katledilenlerin darbecilikle bir ilintilerini kurmak alçaklığın ötesinde bir anlam taşımaz.  

 

Alevilere yönelik tehditkar, provokatif söylem ve davranışların darbeciliği kınamakla nasıl bir ilişkisi olabilir?

 

Sıradan erleri, halkın çocuklarını, canice hırpalamanın darbeciliği kınamakla ilişkisini kim söyleyebilir?  Eline tüfek alıp, darbecilin yanında laiklere de küfreden adamın demokrasi ile ne ilişkisi olabilir?

 

Ve en önemlisi; Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın “Rabia Ruhu”ndan söz etmesinin demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, demokratik değerler, özgürce yaşanılacak bir ülke açısından yol göstericiliğinin(!) anlam ve bağlamanın geleceğe güven duyulması açısından ilişkisini kim anlatabilir?

 

Bu haliyle, bu biçimiyle, bu söylemi ile buralardan demokrasi çıkmaz.

 

Tüm bu gelişmeler ve söylemler kaygı vericidir. Korkarız ki; AKP’nin sokakları militarize etme, ele geçirme ve gerçekten demokrasi ve özgürlük isteyen, gerçek anlamda darbeciliğe karşı olmayı demokrasi talebi ile birleştiren kitlelere bir ön alma çabası olarak değerlendirilebilecek ölçülerde kontrolüz ve sakıncalı bir yol tutturduğunu söylemek, gelişmelere baktığımızda abartı sayılmamalıdır.

 

Hükümet, başbakan bir an önce bu tehlikeyi görmeli ve hukuk içerisinde önlemler alınmasını sağlamalıdır.

 

Sonuç; bu kaotik ortamda henüz darbe girişiminin artçı sarsıntılarının tümüyle yok edilmediği bir anda demokrasi güçlerine önemli görev ve sorumluluklar düştüğünü bir kez daha hatırlatmış olalım. Bu durumu, bu kaotik ortamı amaçlarına ulaşmak için fırsat kollayanlar olabilir. Bu nedenle de toplumsal uyanıklılık hayati bir önem taşıyor.

 

Unutmayalım ki; kurt dumanlı havayı sever!...