havadurum

Kadir DADAN

2235
Bergama’dan Bayramiç’e Uzun İnce Bir Yol
Türkiye’de altın karşıtı mücadele, Oktay Konyar ve Bayram Kuzu’nun eylemlilikleri ile yıllar yılı Bergama Köylüleri ile bilinir, gözlenir hale gelmişti. Süreç içerisinde yeni maden alanlarının işletmeye alınma çabası ile bu mücadele Anadolu’nun diğer bölgelerine de yayıldı. Ancak ne Bergama, ne de diğer yerlerdeki mücadeleler, Altıncı şirketlerin heveslerini kırmaya yetmediği gibi, hukuksal alanda elde edilen durdurma kararları hükümetler tarafından hasıraltı edilerek, halk ve doğa maden şirketlerinin insafsızlığına mahkum edildi.
 
Bergama’yı takiben Ege bölgesinde çeşitli yerlerde başlayan altın arama ve işleme faaliyetleri açık işletmeler yoluyla işlemeye dönüştürülerek bir öncekine göre daha yıkıcı hale gelirken, yaklaşık beş yıl önce Biga yarımadasında başlatılan arama çalışmaları artık topyekun bir coğrafyayı tehdit eder hale geldi.
 
Türkiye’nin son 15 yılında kendisini gösteren ikincil iç göçleri, bu kez altın karşıtı mücadelede yeni bir dönemi de beraberinde getiriyor. Artık büyük kentlere olan göçün dışında ilçe ve il merkezine yapılan göçler, bir yandan kırsal alanın hızla boşalmasına ve nüfus yapısının yaşlı ve emek gücü açısından fakir bir hale gelmesine yol açarken, öte yandan kent yaşamının girdabından kaçarak yeni bir yaşama atılan çoğu emekli yada varlıklı kişilerin sahil bandının yanı sıra iç kısımlara da yerleştiği bir tersine göçe de tanık olmaktayız. Üstelik bu kişilerin doğaya ilişkin duyarlılığı çok daha fazla. 
 
Bu sürece paralel olarak tarımsal üretimde yaşanan değişiklikler de, yeni çatışmaları ve doğadan ve emekten yana tavırları beraberinde getiriyor. Artan girdi maliyetleri nedeniyle ekim yapılmayan alanların genişlemesi, artan kimyasal kirlilik, düşen verim, işlemenin merkeze kayması ve pazara yapılan üretimin ucuzluğu, organik tarım ve doğrudan satış başta olmak üzere üreticileri yeni arayışlara yöneltiyor.
 
Hala kırsal alanda kalan ve toprağına dayanan üretimle yaşamını sürdürmeye çalışanlarla, yeni gelenlerin ortaklaştıkları nokta ise özgür ve onurlu bir yaşam olmakta.
 
Tüm bunları ÇED toplantısı nedeniyle gittiğimiz Bayramiç-Muratlar’da yürüttüğümüz temaslarda görmek mümkün oldu. Aslında ilk kez Muratlar’a gitmiyorduk. Bundan dört yıl önce de bölgede kısa temaslarda bulunmuştuk. Keza geçtiğimiz yıl Bayramiç-Yeniköy grubunun bölgeye yerleşimi sırasında ve Türkiye Permakültür Buluşması sırasında da bölgedeydik. Bir kez daha gördük ki, Permakültür Buluşmasının burada yapılması, altın karşıtı mücadele için önemli bir adım oluşturmuş. Bayramiç-Yeniköy Grubu, Mustafa Ülgen’in kimliğinde başından sonuna işin içine girmiş, kurduğu diyaloglar ve yaptığı işlerle Çanakkale Çevre Platformu’nun etkinlik gösterebileceği bir zemin oluşturmuş. Hep söyleye geldiğimiz üzere, mücadeleler kalelerde değil, alanda veriliyor ve yereldeki bu var oluş mücadeleye heyecan ve ivme katıyor. Keza Muratlar’a 7 km yakınlıktaki Cazgirler köyünde de, yeni bir yaşam kurmak için büyük kenti terk eden Ayla Seyhun, Bahadır Yasa ve Derya Taşlı’nın yer aldığı başka bir grup var. Toprakana ve Cem Birder bir başkası. Kaz Dağları’nın hemen her yerinde bu tip yerleşimler söz konusu ve hemen hepsi altın karşıtı mücadeleye destek veriyor ve kırsal alanda ekolojik yaşama ilişkin örnekleri çeşitlendiriyor ve görünür hale getiriyor.
 
Bayramiç Belediyesi de gerek Başkanı İsmail Sakin Tunçer, gerekse Başkan Yardımcısı Ergun Tüzgen ile altın madenciliğinin olası sonuçlarını önceden görebilen bir kadroya sahip. Her koşulda altın karşıtı mücadelenin yanında durmalarının yanı sıra, bir yandan Slow City olmak gibi evrensel değerlere, diğer yandan organik meyvecilik ve hayvancılık gibi yöre halkının temel geçim kaynaklarının dönüşümüne ilişkin hedeflere de sahip. Üstelik bu dönüşümün kamusal ortaklıklarla inşa edilmesi gibi siyasi duruşlarını emekten ve halktan yana koyan bir anlayışa da sahipler. Bayramiç Belediyesi, tüm bu yönleriyle doğadan ve emekten yana olanlar tarafından bir yandan izlenmesi, diğer yandan da desteklenmesi gereken bir belediye.
 
Çanakkale Çevre Platformu, sözcüleri Hicri Nalbant’ın yoğun çabaları başta olmak üzere, coğrafyasında baş gösteren çevresel yıkım projelerine karşı her yere yetişmeye çalışıyor. En büyük destekçileri Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyeleri ve Çanakkale’deki Meslek Odalarının Temsilcileri. Çan Gençlik İnisiyatifi de, dinamizmi ile eylemselliğini mücadeleye kattı.
 
Tüm bunlara bakınca, artık çok aktörlü, birbirini destekleyen, desteklerken tamamlayan, tabanda var olan ve tabandan birleşen yeni bir mücadele anlayışının oluşmaya başladığını görmekteyiz. Elbette bu anlayış, mücadeleyi kendinden menkul görmeyerek, bir diğerinin özgünlüğüne saygıyı, onun sahne almasına ve hatta zaman zaman önde koşmasına tahammülü, birlikte hareket edebilme kabiliyetini geliştirmeyi, yeri geldiğinde alarm vermeyi ve verilen alarma yanıt verebilmeyi gerektiriyor.
 
Bu yönlerden bakınca 24 Ocak’ta Truva Madencilik tarafından Muratlar köyünde yapılması talep edilen ÇED toplantısının yaptırılmamasına ilişkin yapılanlar iyi bir örnek oluşturuyordu. Siyaseten iktidarı destekleyen ve daha öncesinde madenci şirket tarafından köy odasında tadilat yaptırılan Muratlar Köyü, başta köyün duyarlı bireylerinin bire bir çalışması olmak üzere iki haftalık yoğun bir çalışma ve yukarıda kısmen adını saydığımız bölgedeki duyarlı herkesin elbirliği ile topyekun altın madeni karşıtlığını benimsedi.
 
Bu on gün içinde, slayt gösterili bilgilendirme toplantıları, halk sağlığı öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Osman Karababa’nın toplumsal, Dr. Alev Çağlar’ın bireylere yönelik destekleri, pilav hayırları, kahvehane sohbetleri ile Muratlar köyü tam anlamıyla altın karşıtı teyakkuzdaydı. Bizler de elden geldiğince sürece katkı koymaya, dostlarımızın yanında olmaya çalıştık.
 
Son ana kadar altın karşıtı tavır belirginleşmedi. Birçok söylenti ile altın madenine karşı duranlar hakkında kara propagandalar yapıldı. Valilik tarafından Bayramiç Belediyesine toplantı resmi olarak bir gün önce bildirilmesine rağmen, beş gün boyunca anons yapılması ve anonsların yapıldığına dair tutanakların gönderilmesi istenerek çelişkili talimatlar gönderildi.
 
Son akşam köyün ileri gelenleri toplanarak Muhtar ve Azalara, altın madenine karşı kesin duruş sergilenmesi ve kahvehanelerin kapalı tutulmasına ilişkin karar aldırdılar.
 
Altın karşıtları üç saat öncesinden toplantı yerinde buluşarak beklemeye başladılar. Altıncı şirket toplantıya yarım saat kala üs olarak kullandığı Etili’den altı araçlık bir konvoyla geldi. Gelir gelmez de başta kadınlar olmak üzere büyük bir tepkiyle karşılaştı. Aşırı soğuk havaya ve yağmura rağmen yaklaşık 500 kişinin katılımıyla altıncı şirket protesto edildi ve ÇED toplantısı yaptırılmadı. Muratlar ve Halilağa köylerinin altın madeni işletmesini istemediklerine dair tutanak tutuldu.
 
Elbette daha her şey bitmiş değil. Artık şirketlerin arama sondajlarını hemen hemen tamamladıklarını ve çıkarabilecekleri altın miktarını yaklaşık olarak hesapladıklarını akıldan çıkarmamak gerek. Bundan sonra uygun zamanı bekleyip işletmeye geçmeye çalışacaklardır.
 
Hep söyleye geldiğimiz üzere bir yerde endüstriyel üretim yapmak bir sıra meselesidir. Bu sırayı koşulların uygunluğu belirler. Yatırım için uygun kredi bulabilmekten, maliyeti artıran güçlü bir toplumsal muhalefetin varlığına kadar oldukça değişken koşullar. Hükümet ve şirketler koşulları uygun hale getirmeye çalışırlar, yaşamı savunanlar, doğadan ve emekten yana olanlar ise koşulları uygunsuzlaştırmaya.
 
Keza, Bergama’da olduğu gibi şirketler işletme haklarını başka bir şirkete hatta Türkiye’deki bir şirkete satabilirler. Bu yüzden mücadeleyi antiemperyalizm çevresinde yoğunlaştırmamaya dikkat edilmesi gerekiyor. Elbette bu mücadele antiemperyalist bir mücadeledir ve şüphe yok ki Çanakkale gibi antiemperyalist savaşlara sahne olmuş bir yerde bu nitelik kendiliğinden sıkça dile getirilecektir. Ancak antiemperyalizm vurgusunun mücadeleye egemen olması, hükümete yakın şirketlerin böyle bir satışta pazarlık gücünü artırmaktan başka bir işe yaramaz.
 
Bu noktada köylülerle yaptığımız diyaloglardan örnekler vermekte yarar var. Bir köylü eğer altın madenciliği kötü bir şey ise devletin neden bu şirketlere propaganda yapmak için izin verdiğini sordu. Biz de hükümetin çevresel bir duyarlılığı olmadığını, bu nedenle de altın madenciliğini benimsediğini, ancak bölge halkının rızasının alınması gerektiğini, aksi takdirde işletmeye izin verilemeyeceğini yada hukuken tazminat ödemek zorunda kalınacağını ifade ettik. Bunun üzerine hükümetin neden kendisinin gelip eğriyi doğruyu anlatmadığını sordu. Biz de hükümetin altıncılardan yana bir taraf olduğunu, bu aşamada siyaseten kendisine pahalıya patlayacak altıncı gömleğini giymek istemediğini, gelecekte ise önceleri Bergama’da ve diğer yerlerde olduğu gibi devletin tüm birimlerini altıncıların emrine verebileceğini dile getirdik. Burada önemli olan konunun bu ÇED toplantısı aracılığıyla halkın görüşünün ortaya konması olduğunu, altın madenine karşı çıkmanın bölgede bugün yaşayanlar olarak kendilerinin sorumluluğu olduğunu, izin vermeleri durumunda yaşamlarının geri kalanında, doğasıyla, insanıyla, kültürüyle bir yok oluşa aracılık edeceklerini, ancak karşı çıkmaları durumunda onurlu bir yaşamı sürdürebileceklerini vurguladık. Altıncıların tekliflerine ilişkin bir dedemiz, “ben 84 yaşındayım, hiçbir zaman satılık olmadım, bundan sonra da olmam” sözleriyle duruşunu ifade etti. 
Aslında devletin tavrı konusunu özetleyen diyalog Bayramiç’e ilk gelişimde yoldan arabama aldığım bir köylüye geçmişti. Ona madencilerin sondajları konusunda ne düşündüğünü sormuştum. Yıllık(aylık değil) gelirinin 1000 TL olduğunu ifade eden bu köylü “biz fakiriz, bu ormandan bir dal kessek jandarma başımızda biter, bunlar zengin, koca bir ormanı kesiyor jandarma kılını kıpırdatmıyor, daha ne söyleyeyim?” şeklinde konuşmuştu.
 
Benzer bir ifadeyi bu kez maden karşıtı bir biçimde Evciler’den gelen 83’lük ninemiz “biz bu ormana gözümüz gibi baktık, bir dal kesmedik. Ölürüz de bu toprağı eştirmeyiz!” şeklinde ifade etti.
Görebildiğimiz kadarıyla, bölge halkı özellikle su kullanımı konusunda tedirginlik içerisinde. Altıncı şirketlerin Çanakkale’nin içme ve kullanma suyunu sağlayan barajların kullanımını da kapsayacak şekilde girişimlerde bulunması bu tedirginliği artırıyor. Anlaşılan o ki, yeterli su bulamamaları durumunda, madenci şirketlerin öngördükleri büyüklük ve yıllık kapasitede üretim gerçekleştirebilmeleri teknik olarak mümkün değil. Bu nedenle su kullanımı, Türkiye’nin ve dünyanın diğer bölgelerindeki tüm endüstriyel yatırımlarda olduğu gibi şirketler ile bölge halkı arasında temel bir çatışma alanı olacak. Bu konuda Biga Yarımadasındaki tüm yerleşimlerin uyarılması ve harekete geçirilmesinde toplumsal muhalefetin yaygınlaşması ve güçlenmesi açısından büyük önem var.
Bir diğer konu bölgedeki tarımsal faaliyetlerin doğa ve emekten yana dönüşümü konusunda çalışmalar yürütülmesi ve üretimin niteliğinin artırılması. Bu konuda Bayramiç Belediyesi bir yandan Üretici Hali ile bir standart oluşturmaya çalışırken, diğer yandan kültürel ve sosyal çalışmaları ile insanlarının mutluluğunu hedefleyerek bu dönüşümde rol almaya çalışıyor. Geçen yıl gerçekleştirilen Tohum Takas Şenliği bu yıl geliştirilmeye çalışılacak. Öte yandan Bayramiç-Muratlar-Yeniköy Grubu gerek permakültür, gerekse doğal tarım konusunda geçen yıldan beri başlattığı çalışmalarını bu yıl genişleterek sürdürecek.
 
Bütün bunlar, Bergama’dan bu yana bütün karşıtlık mücadelelerinde önümüze konan, “siz her şeye karşısınız” yapıştırmasına yanıt olarak büyük bir değer taşıyor. Sermayeden ve sanayiden yana olanlarla gerçek çatışma şimdi başlıyor.
 
Biz doğadan ve emekten yanayız. Doğadan ve emekten yana bir yaşamı örmek istiyoruz. Bunu Anadolu ve Trakya başta olmak üzere bütün dünya için istiyoruz. Bayramiç ve Biga Yarımadası bunu resmedebileceğimiz yerlerden birisi ve altın karşıtı mücadelede hepimizin desteğine gereksinim var.
Son söz siyaset ile ilişkili. Doğadan ve emekten yana olanlar birçok siyasi parti ve oluşumda yer alabilir. Önemli olan onların yerleşim yerinde(tabanda) bir araya gelip ortak bir mücadele yürütebilmeleridir. Sonuçta altın madenciliği işletmesine izin verip vermemek de, doğa ve emekten yana süreçleri destekleyip desteklememek de siyasi bir karardır ve bu karara siyaset yapılmadan erişilemez.
 
Bugün yaşadığımız bu coğrafyanın hemen her yerinde doğanın yıkımına ve emeğin sömürüsüne yol açacak binlerce uygulama ve girişim ile karşı karşıyayız. Doğa ve emekten yana olanlarla, hem ekonomik, hem sosyal, hem bilimsel, hem hukuksal, hem de siyasal alanda birlikte bir mücadele yürütmek durumundayız. Herkese yapacak iş var. Hem de çok iş. Yeter ki biz onu yapmak isteyelim, doğadan ve emekten yana bir yaşamın peşinden koşalım.