havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Kadir Topbaş, Barzani falan?

Nihayet ya da söylendiği ve beklendiği gibi Kadir Topbaş, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından istifa etti? Yorumcuların önemli bir bölümü damat meselesinden başlayan, vetoya uzanan, belediye meclisinin Kadir Topbaş'ı görmezden gelerek aldığı tutum?

6684

 

 
Mesele elbette bu kadar basit değil… Ancak bir soru soralım; gerçekten bugüne değin İstanbul’u Kadir Topbaş mı yönetiyordu!? Sorunun kapsamını daraltalım, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni ve İstanbul’a dair alınacak önemli kararları, siz bu önemli karar sözünden ‘önemli ve büyük rant’ anlayın… Bu kararları Kadir Topbaş mı alıyordu!? 
Kadir Topbaş’ın damadının FETÖ soruşturmaları kapsamında tutuklanması tek başına ikna edici bir neden değil… Damat konusu, sonuçlardan, hikayenin bütününden bağımsız olmayan sadece bir tanesidir… Öyle olsaydı, Fethullah Gülen’i “Yunus’un, Mevlana’nın katına yükselten(!)” şahsiyetlerden ya da “Fethullah Gülen, seversiniz sevmezsiniz, bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymettir” diyenlerden ve Pensilvanya’ya ulaşmak için bin bir takla atan ve onun reklamını yapanlardan da hesap sorulurdu!... 
Bizim eldeki verilerle söyleyebileceğimiz şey, sorunun daha derinlerde yattığıdır, Türkiye’yi ve İstanbul’u demokratik, olağan, hukuk normlarına uygun yönetememenin ve henüz bütünüyle gün yüzüne çıkmamış o büyük çekişme ve çatışmanın bir sonucudur. İzleyerek göreceğiz… 
İkinci önemli konu, Barzani’nin referandum konusudur… Biz bu yazıyı Pazar günü kaleme alırken, henüz durumda bir değişiklik yoktu. Ancak parlamentoda AKP-MHP ittifakına eklemlenen CHP oyları ile sınır ötesine askeri müdahale izni veren tezkere oy çokluğu ile kabul edildi. Biz burada, AKP ve MHP’yi anlıyoruz, ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ sözünü dilinden düşürmeyen CHP’nin tutumunu anlamakta zorluk çekiyoruz. 
Belki Türkiye, olağan, demokratik parlamenter bir sistemle ve hukukun tüm evrensel normları ile, insan haklarına dayalı, demokratik bir cumhuriyetle yönetilmiş olsaydı ve Birleşmiş Milletlerin yabancı bir güç tarafından ülke sınırının ihlaline karşı meşru gördüğü sıcak takip kuralları yetersiz olsaydı, CHP’nin ‘evet’ yönlü oyu tartışmaya değer bulunabilirdi. 
Bir yılı aşkın süredir OHAL ile yönetilen ve parlamentosu tümüyle işlevsizleştirilen, grevlerin yasaklandığı, emeğin ve emekçilerin baskılandığı, çevrenin yağma ve talana açıldığı, cılız ve az sayıda da olsa hükümetin hoşuna gitmeyen mahkeme kararlarının geçersiz kılındığı, ana muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Enis Berberoğlu’nun 25 yıl ceza ile hapse atıldığı ve yine CHP Genel Başkanının avukatı Kemal Çelik’in ikna edici olmayan gerekçelerle gözaltına alındığı ve bizzat Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun FETÖ’cülükle ilişkilendirilmeye çalışıldığı ve tüm bunların bugünkü iktidar tarafından organize edildiği bir dönemde, koşullarda ve bütün bu faaliyetlere egemen olan bir politikanın hüküm sürdüğü bu ülkede, yurtdışına asker gönderme tezkeresine ‘evet’ demek, CHP’nin dokunulmazlıkların kaldırılmasında gösterdiği çelişik tutumdan daha büyük, daha vahim bir çelişki olarak değerlendirilebilir… 
Dahası, başbakan ve MHP lideriyle bir araya gelip çay içmeleri ‘birlik görüntüsü’ vermeleri, Yenikapı görüntüsünün hayat tarafından ortaya çıkarılan sonuçları kadar ancak bir anlam taşıyabilir…  
Herkesi, özellikle komşu ülkeleri düşman gören, komşu ülke halklarını tehdit ve tehlike gören konsept, bugüne değin Türkiye’ye herhangi bir şey kazandırmamıştır… 
Laik eğitimin rafa kaldırıldığı, laikliğin din düşmanlığı olarak kitaplara yazıldığı, küçücük çocukların tekbir sesleri ile sınıflara alındığı örneklerinin yaşandığı, bilimdışı, akıldışı yöntemlerin, çağı geçmiş hurafelerin eğitimde egemen kılındığı, şeriat bayrağını kılıfından çıkarmaya çalışanların doludizgin-dörtnala, laik demokratik eğitimi, atlarının nalları altında çiğneyerek Üsküdar’ı geçmeye yöneldiği bir dönemde, Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşü ve adalet kurultayında kazandığı, büyük çoğunluk açısından güven verici kimliğin ve ortak, birleşik bir mücadele program ve platformunun gerçekleşmesine duyulan umudun arttığı bir dönemde, hükümetin içerideki tüm sorunların üzerini örtmesine ve içine düştüğü çelişkileri gizlemesine propaganda olanağı sağlayacak, dış ülkelere asker göndermeye ‘evet’ oyu kullanma tarihsel bir çelişki olarak görülmektedir.