havadurum

Kentte bir kentli; İzzet Melih Dilmaç

2207

 Çanakkale’nin en önemli isimlerinden biri, 100 yaşında bir koca çınar… İzzet Melih Dilmaç, 1917 yılında Birinci Dünya Savaşının ikinci yılında dünyaya gelir. Bahriyeli Yüzbaşı Halil Dilmaç, İntepe’nin altındaki sahilde projektörcüydü. Denizaltılar hücuma geçtiği zaman emir veriyor, projektörler yanıyor, mayınlar atılıyor. “O atılan mayınlar ile batıyor İngilizlerin gemisi. Yani o gemileri batıranların başında projektörcülük yapan babam” diye gururla anlatıyor Dilmaç, babasını… Birinci dünya harbi bitiyor, Baba Halil Dilmaç da emekliliğini istiyor. İşte bu dönemde 1917 yılında Kepez’de dünyaya geliyor İzzet Melih Dilmaç, babasının emekli olmadan önceki yaşantısına dair ise; “Babam sabah denize mayın döküyor, akşam Kepez’e eve geliyor” diyor. Anlatmaya devam ediyor hayat hikayesini; “Ben Kepez’de doğmuşum. Beni doğurtan ebe köylü. Affedersiniz, inek doğururken, bir taraftan ineği doğurtuyor, bir taraftan beni doğurtuyor. Ben ikizim. Kardeşim gayet iri yarı, ben ufacık tefecik.  O kızmış, doğarken ölüyor, ben yaşamışım. Sonra harbin sonuna doğru Lapseki’ye geliyorlar. Çanakkale’den kaçıyorlar. Bizim evimiz de ‘büyük cami’ anlamına gelen Camikebir’in karşında iki katlı bir evdi. Orada otururduk. Akşam oldu mu komşular gelirler, bizim evin bahçesinde çay içerler, ben de onları dinler, oyun oynardım. Yerde bir tek büyük taş göremezsiniz, ufak taşları gömmüşler, geri bir ilçe merkeziydi…” 

 

 
“İşgalci İngilizler çocuklara bisküvi çikolata verirlerdi”
Bir dönem İngiliz işgalinde olduğu bilinen Çanakkale’deki yaşantılarını anlatan Dilmaç, “Bizim evle Çimenlik Kalesi arka arkaya dururdu. Biz her sabah mahalledeki arkadaşlarımızla beraber İngilizlere giderdik. Evimizin arkası arsaydı, İngilizlerin de kamyonları orada dururdu. Biz de onlara gider, karşıdan bakardık. Onlar da bizi görünce çikolata, şeker verirlerdi. Severlerdi bizi. Yani İngiliz işgal askerleri ile Çanakkale’deki cami mahallesinin insanları kaynaştılar. Korku yoktu yani. Günün birinde sabah kalktık, yine gidelim de bisküvi, çikolata alalım diye gittik, çocuk aklımızla. Bir baktık, ne İngiliz var, ne Fransız var. Hepsi kaçmış gitmiş. Çanakkale bu şekilde o ecnebilerden kurtuldu. Bize böyle yıkılmış bir Çanakkale kaldı birinci Dünya harbi sonrasında. Her taraf yıkılmış, zaten de yıkıktı” dedi… 
 
 
Rumlar, Yahudiler, Almanlar, Türkler…
İşgal yıllarının ardından yıkık bir kent kalıyor geriye… Çanakkale’de,  Rumlar, Yahudiler, Almanlar, Türkler ve daha kim varsa, hep birlikte bir kent kuruyorlar. İşte o dönemleri; “Çanakkale ufacık bir şehir. İşgal bittikten sonra “vilayet olsun mu olmasın mı?”  tartışmaları oluyor. Tarihi göz önüne alınarak Çanakkale vilayet yapılıyor. Biga da istiyor vilayet olmayı. Hala da vardır o istek. Bigalıları bırakıyorlar, orası ilçe oluyor, Çanakkale de vilayet oluyor. Bu süreçte Çanakkale yavaş yavaş başlıyor kendini toparlamaya. Biz de büyümeye. Çocukken ilkönce ortaokul açılıyor, ilkokuldan sonra. Önce Yunanlıların bıraktığı Cumhuriyet ve İstiklal okulları vardı. Onlar Yunanlıların okullarıydı. Çanakkale’de ilk açılan okular onlar. Ondan sonra bir Yahudi Okulu açılıyor. O bölge Rumların oturduğu bölgeydi zaten. Alman sokağı da Almanların oturdukları yerdi” ifadeleri ile anlatıyor… 
 
 
Kimler yoktu ki Çanakkale’de o dönem? 
Çanakkale için, “Küçük bir kasaba” diye bahseden Dilmaç, sonra da eklemeyi unutmuyor, “Ama, uygar bir kasaba. Halkı uyanık bir kasaba…” Dilmaç, “İlkokulu bitirdikten sonra ortaokula gittik. Şimdi meydanda olan öğretmen evinde ortaokulu okuduk. Orası okul olarak yapılmıştı zaten. Orada mezarlık vardı. Meydanla mezarlık yan yanaydı. Biz de mezarlığın içinden okula giderdik.  Hacı Musa Beyler, Cebi Delik Mehmet Efendiler vardı. Onları siz tabi çok tanımazsınız. Onlar belediyecilik yapmışlardı. Onlar, Naci Bey, Selahi Bey, Cebi Delik Mehmet Efendi, bunların Çanakkale’ye büyük emekleri vardı. Ama Çanakkale gelişmiyor. Daracık sokaklar, küçük taşlarla yapılmış yollar var. Çıplak ayakla yürüyemezsin yani. Çanakkale küçücük bir kasaba, ama uygar bir kasaba. Halkı uyanık bir kasaba” dedi. Dilmaç, “Başlıyor Atatürk’ün ilkeleri yavaş yavaş ortaya çıkmaya. Şapka giyilmeye başlıyor. Bunların hepsini tebdil eden Halkevleri açılıyor. Halkevlerine gelenler müzik öğreniyor, dans etmesini öğreniyor. Türk kızları ile Yahudi kızları birleşiyorlar. Ahenk var. Ama yine Çanakkale ufak Çanakkale. Yani bir il olabilecek Çanakkale değil” ifadelerine de yer veriyor…
 
 
“Ülgür Gökhan başarılı bir belediye reisidir”
“Kötü insan belediye reisi olamaz diyen Dilmaç, “Biz biraz modern bir aileyiz. Modern de demeyim de sosyal işleri seven bir aileyiz. Babam öyleydi, ben de ona çekmişim. Kardeşim benim gibi değildi. Çanakkale böyle böyle bugünlere geldi. Şimdiki reisimiz Ülgür Gökhan, başarı sağlamış bir belediye reisidir. Sevmeyenler olabilir. Belediyecilik öyle her şeye benzemez. Önüne gelen herkes kendini belediye reisi zanneder. Bir şeyler söyler. Şimdi Çanakkale her yönü ile modern bir şehir oldu. Ne lüzumu var birbirimizi yemeye. Başarı sağlayan bir belediye reisi olarak görüyorum. Birçok belediye reisi geldi. Hepsi iyiydi. Kötü insan zaten belediye reisi olamaz” sözleri ile övüyor Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ı… 
 
“Küçük ama sıcak bir kentti; Çanakkale”
“Çanakkale köy gibiydi. Bir köyün büyüklüğünü düşünün, öyleydi” diyen kentin yüzyıllık çınarı Melih Dilmaç, “Kaldırım yok, taş yok, binalar küçücük. Bir bu mahalle, (şimdiki Kayseri Ahmetpaşa Caddesi ve Yalı Caddesi bölgesi) bir bu tarafta güzel evler vardı. Çanakkale ufak bir yerdi. Çanakkale uygar bir yerdir. Şehir olarak küçüktür. Ama halkı kültürlüdür. Neden o da, bir tarafta İzmir, bir tarafta İstanbul var. Bulunduğu muhit zorluyor medeniyete. İstanbul hiçbir zaman düşmedi, daima kalkındı. İzmir de öyle. Burada Biga Çanakkale rekabeti vardı. İlk kuruluşundan beri. İşgalden sonra Biga m vilayet merkezi olsun, Çanakkale mi olsun. Bigalılar ağır basıyor, ama Çanakkale’yi kabul ettiler. Çanakkale Cumhuriyetin ilk dönemlerinde vilayet oldu. Ama esasında Kalai Sultaniye burası. Yani sultanın, padişahın özel kalesi. Fatih’in özel kalesi. İstanbul’daki kaleler, buradaki kaleler. Niye, İstanbul’u müdafaa etmek için. Biz Çanakkaleliler, İstanbul’un fedaisiyiz. İşin özeti bu. Hala daha öyle yani, göbeğimiz İstanbul’a bağlı. Türkiye’nin iki büyük şehri arasında Çanakkale. Çanakkale’nin il olmasında Çanakkale halkının rolü vardır. İstemesini bilmiş yani” ifadeleri ile anlatıyor o dönemki kenti… 
 
Kordon Boyu her zaman gözde!
“Her kesin gözü bu evlerdedir” diyerek, bugünkü Kayseri Ahmetpaşa Caddesi’nde, Halk Bahçesi’nin karşısına denk gelen bölgedeki evlerin güzelliğini hala anımsayan Dilmaç, “Çünkü o zaman başka ev yok. Her yer yıkılmış, yanmış. Yeni evler olduğu için bunlar ikişer katlı, en fazlası işte üç katlı, sahilde, bizim eskilerin yalı dedikleri yer. Yalı caddesi derdik buraya.  Halk Bahçesi İngilizlerin, Calvertlerin eviydi. Ben şahsen hiç konuşmadım. Sahildeki bu evler de dahil olmak üzere onlarındı. Orada güzel bir konak vardı, şimdiki Niyazi Önen’in evinin olduğu yerde. O kadar güzel ve modern bir konak vardı ki, yalnız bazı yerleri yıkılmıştı. Bunu yıkmayın, onaralım, tarihi bir yer olarak müze yapalım, hem bina sağlam kalsın, hem de tarihi vazife görsün arzusu hep içimizi yakmıştır Çanakkale’de. Ama maalesef burada bir kumandan vardı, o kumandan kendine bir ev yaptırıyordu. Onun taşlarından istifa edeyim diye, maalesef yıktı. Bir çeşme var ya kalenin dibinde, oradaki bina için hep söylüyorum, hala daha o bina da duruyor orada. O binayı restore etsinler. Belediye reisinin özel binası olsun o. Orada misafirlerini kabul etsin. Eski hali ile muhafaza edilsin, ama içi yeniden düzenlensin. Belediye reisi kim olura olsun, misafirlerini orada ağırlasın. Yani protokol binası olsun orası belediyenin. Gözüm açık gidecek öyle olmazsa. Bunu ihmal etmeyin. Çok enteresan bir bina orası. Çanakkale’de o bina gibi bina yok. İlk belediye binası orasıydı. Esasında belediye binası olarak yapılmış. Her şeyi ile tam manası ile belediyeyi temsil edebilecek bir bina. O bina tamir edilir, boyanır, belediye reisi de misafirlerini orada ağırlar. Ben belediye başkanı olsam, il yapacağım iş o olur” diyerek eski belediye binasına duyduğu ilgiyi anlatıyor… 

Atatürk’ün kenti gelişi… 
Atatürk’ün Çanakkale’ye geldiği dönemi ve bugünkü Şehir Kulübünün olduğu yerdeki sinemada Atatürk onuruna düzenlenen balo gecesini ise şöyle anlatıyor İzzet Melih Dilmaç, “İlkokul üçte miydim, dörtte miydim, tam hatırlayamıyorum, Atatürk geliyor dediler, Çimenlik Kalesi’nin oradan çıktı. Orada da O zamanlar ilk okul talebesiydim. Çağırdılar bizi o belediye binasının önüne. Ortaokulular en başta, sonra biz ilkokullular, Atatürk de geldi, iskeleden çıktı, arka taraftan dolaşıp, kapıdan girdi, merdivenlere çıktı ve o merdivenlerde konuştu. İkinci gelişinde yine ben gittim. O zaman ortaokuldaydım. Bir kız arkadaşım ile beraber Atatürk’e çiçek verdik. Atatürk Çanakkale’ye geleceğini bildiriyor. Çanakkale’de bir telaş. Hangi evde kalsın, nerede kalsın. Bina yok Çanakkale’de. O zaman da babam yeni almış bu evi, tamir ettik, gayet güzel ir ev yaptık. Burada kalsın dediler. Burası tehlikelidir olmaz demişler ve nihayet Vali Konağı’nda Vali ile beraber kalmasına karar vermişler. Buraya geldi. Şimdi çoluk çocuk alınmıyor baloya. Atatürk de gelmiş buraya. Şimdiki Şehir Kulübü’nün olduğu yerde sinema vardı. Sinema salonundaki sandalyeleri kaldırdılar, balo salonu haline getirdiler. Atatürk de oraya geldi. Salonun arka tarafına bir masa koydular, Atatürk de orada oturuyor, diğer misafirler de oturuyor. Babam da salonu dolaşıyor. Babam Halkevi reisi o zaman dolaşıyor. Bir ara eli ile işaret ediyor. Halkevi reisini çağırın bana diyor. Babam da gidiyor, buyurun paşam diyor. Halil diyor, ‘Ben Vali Bey’in kızını kaldıracağım, sen de Hettie’yi kaldır, dans edelim’ diyor. İlk dansı orada yapıyorlar. O arada geldi yerine oturdu. Bir ara birisi geldi bir şeyler söyledi kulağına. Nasıl kızardı, nasıl bozardı, o gülen gözü soldu. Eyvah, herkesi bir korku aldı. Orada localar vardı, ben de locaların oraya saklanmışım seyrediyorum. Ben de korktum, eve kaçtım. Sonra akşam geldi babam eve, saat yarım mıydı, bir miydi, İtalyanlar Hatay’ı istiyor demişler. Atatürk ona sinirlenmiş. ‘Gelsinler de alsınlar, bir daha derslerini alırlar’ demiş. Ama bir insanın yüzünün böyle değişeceğini hiç düşünmemiştim. Enteresan adamdı. Allahın yarattığı muhterem bir varlık. Saygıyı, hareketleri, mimikleri, kültürü, görüşleri, yansıyor yüzünde. Yüzüne bakmaya imkan yoktu, parlardı. Yahut da bize öyle gelirdi. Onu görmek bahtiyarlığına eriştim…”
 
“Çok partili hayata geçmeyelim”
“İsmet İnönü ile zaten çok samimiydik, parti başkanı olduğum için uzun zaman beraber çalışma fırsatı buldum” diyen Dilmaç, İnönü’yü anlatırken çok partili hayata geçiş sürecini ise; “Hatta bir münakaşamız var. Ülgür’ün babası (Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın babası Rıfat Gökhan) ile beraber Ankara’ya bizi çağırdı. Sabah saat 10’da gelin dedi. Ülgür’ün babası o zamanlar peynir yapardı. Kaşar peyniri aldık, ona götürdük. Bu ne böyle dedi, ‘ben hediye istemem’ dedi. Biz de kandırdık verdik. ‘Yine yaktınız beni’ dedi. ‘Yine diyecekler ki, hediye aldı diyecekler’ dedi. Enteresan adamdı. Çok partili hayata geçmek istiyordu o dönemlerde. Ben de aleyhine konuştum. Erken yapıyorsunuz, harcanacaksınız, bizi de harcayacaklar, yapmayın dedim. Geç bile kaldık dedi. ‘Demokrasi zor iştir, onun için derhal yapılacak bu iş’ dedi. Böyle bir konuşma geçmişti aramızda” diye anlatıyor. 
 
Not: Bu yazı TROİA Dergisi’nin Kasım 2017 sayısında yayınlanmıştır.
Paylaş