havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Küçücük insanlardı onlar!...

Kürsülerden ``sonuna kadar `` diye kükreyenler, ``ev ev temizleyeceğiz`` diye haykıranlar, kasabaları , şehirleri savaş aygıtlarıyla kuşatanlar !... Büyük insanlar! Kuvvetli ve kudretli olduklarını haykıranlar!... Kocaman büyük büyük insanlar!... O kasabalarda , şehirlerde sokakları yasaklayanlar!... Dilsiz , kimliksiz , kültürsüz bırakmaya karar verdiğiniz o şehirlerde , kasabalarda ; çocukların da yaşadığını biliyor muydunuz!... Oralarda , zulümle köleleştirmek istediğiniz o coğrafyada ; küçücük çocukların yaşadıklarından haberiniz var mıydı?!... Yaşadıklarından diyorum, şimdilerde elli kadarının kurşunlarla öldürüldüğünden haberiniz var mıydı?!... ``Elli`` yalnızca birsayı değil , bir istatistik verisi değil ; en az sizin çocuklarınız kadar yaşamayı hak eden , gelecek adına beklentileri olan , hayalleri olan gerçek birer çocuktular , küçücük insanlardı onlar!...

720

  Evet , şimdi o coğrafyada yokluk ve yoksulluk iklimine direnen o coğrafyada , o kasabalarda ,o şehirlerde ; sokaklar çocuklara, çocuklar sokaklara hasret bırakıldı. Köşe başları , kuytular saklambaçları özlüyor...  Oyunsuz bırakılıyor çocuklar!.. Ne kadar da çabuk teslim oldular çocuklar üzerine , çocukların oyunla hayatı öğrendiği üzerine... Laf eden , yazıp çizen  büyükler oyunsuz bırakılan çocukları çocuksız kalmış oyunları hiç düşündünüz mü?!... Sessizliğinizden , umursamazlığınızdan utandınız mı hiç ?!... Utanacak kadar bir vicdanınız kaldı mı hala?

    Yalnızca oyunsuz değil, masalsız da bıraktınız çocukları... Masallarına kıydınız!... Karanlıklarda bıraktınız!... Kitaplarına koyduğunuz o renkli resimleri göremez oldu çocuklar. 

   Evet ! Top sesleriyle , palet gıcırtılarıyla ; gecelerine korku saldınız , düşlerini bölüp parçaladınız, ışıksız bıraktınız !... Gökyüzüne bakmalarını bile çok gördünüz!... Kasabalarının, şehirlerinin ufuklarını ; ölüm kusan savaş aygıtlarıyla , henüz tanımlayamadıkları ateş kusan büyük büyük makinalarla donattınız!... Karanlık , buz gibi soğuk bodrumlara , merdiven altlarına mahkum ettiniz onları!...

    Yetmedi - yetinmediniz , öğretmensiz bıraktınız!... Okulları çocuksuz , öğretmensiz ; çocukları öğretmene , okula , kitaba , deftere, kaleme , bilgiye hasret bıraktınız!.. `` Utanın! `` diyeceğim, ama utanmayacağınızı biliyorum...

    ``Yoğunlaştırılmış eğitim`` vereceklermiş , telafi edeceklermiş (!) Alın , başınıza çalın o yoğunlaştırılmış eğitimizi!... Neyi telafi edeceksiniz?!...Uykusuz, susuz , ışıksız geçen günlerini mi? Parçaladığınız , böldüğünüz hayallerini , düşlerini ve uykusuz geçen gecelerini mi telafi edeceksiniz?!...Aralarından , o savaş aygıtlarıyla yanlarından , içlerinden kopardığınız ; mezarlıklara uğurlanan arkadaşlarını mı , onların yokluğunu mu telafi edeceksiniz?!... Yalnızca arkadaşlarını mı ? Ellerinden aldığınız babalarını , dedelerini , annelerini , kardeşlerini  geri mi vereceksiniz?!...

     İnsan olan açısından farketmez ! Ne öksüz bıraktığınız ölen polislerin çocukları , ne o gencecik askerlerin küçük kardeşleri , ne sivil insanların çocukları ve yakınları açısından ölümlerin sonuçları  geri getirilemez ; yerine konulamaz hayatların bıraktığı izler , bıraktığı acılar ve anlar...

     Ağıtların yükseldiği evlere bakın. Yanlarına yıkılan -yıktığınız- evlere...Dinleyin bütün ağıtları!.. O gencecik askerlerin evlerinden yükselen ağıtları . Polislerin , sivillerin ve gerillaların evlerinden yükselen ağıtları dinleyin!... Aynı ağıtlar değil mi? Aynı sözcükler değil mi aynı dillerde söylenmiyor mu? Aynı kültürün ve geleneğin ürettiği ağıtlar değil mi ? Ne kadar da aynı acılar... Ne kadar da aynılaşıyor ağıtlar... Ne kadar kardeşleşmiş acılar ve ağıtlar... Kardeş ağıtları gözyaşlarıyla söyleyen kadınlar , sessizliğe sinmiş çocuklar ne kadar da çok benziyorlar birbirilerine...

     ``Emir böyle`` diyor silahı kullananlar. Emir böyle!... Kim vermiş bu emirleri , nerede onlar? Gören var mı? Onlar nasıl evlerde oturuyorlar ? O emir verenlerin evleri , ocakları hiç ağıtlarla tanışmış mı? Hiç yakınlarını , çocuklarını dönülmez uzaklara göndermişler mi?!... Hiç arkalarından gözyaşı döküp ağıtlar yaktıkları olmuş mu? Halkın çocukları , yoksulluğun evlatları nasıl da yabancılaştırılarak düşmanlaştırılarak birbirilerine kurşun sıkar duruma getirmişler. Kim yazmış bu kaderi ? Bu , kimin hikayesi?!...

    Evet , sayıları hergün artıyor yaşamdan koparılan çocukların. Kırkdört diyorlar , kırkyedi diyorlar , artıyor sayıları hergün ... Masal dinlemesi gereken çocuklara top sesleri , silah sesleri dinletiyoruz bu ülkenin bir bölümünde!... Unutmayacak o çocuklar!... Yıkıcı politikalarınız  ve hoyrat ellerinizle yaşattığınız hiçbir şeyi unutmayacaklar!... Tıpkı masallarda olduğu gibi bir yolunu bulup devlerin elinden kurtulan çocuklar gibi hayatı zindan ettiğiniz o coğrafyanın çocukları da bu karanlıkları parçalayıp yok edip oyunlarına , sokaklarına , saklambaçlarına , geleceklerine -ışıklı geleceklerine- kimlikleriyle , adlarıyla hayal ettikleri bir ülkede - bu ülkede- özgürce , insanca yaşamanın bir yolunu bulacaklar!... Acılardan , ağıtlardan öğrenerek... Ağıtların kardeşliğini ; bugün onlara sunduğunuz , çektirdiğiniz tüm acılardan öğrenip bilince çıkararak ışıklı dünyalar kurmanın hayalini gerçekleştirmek için koşacaklar.. Onun için büyüyecekler..

   Haa bir de çocuklar , hani o çatıdaki güvercinlerini annesine emanet edip sokağa çıkan ve bir daha dönmeyen -dönemeyen- Süleyman abinizi ve onun güvercinlerini de unutmayın...  Özgürlük günlerinde, barış günlerinde o güvercinlere dokunun, olur mu?