havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

LİDERLERİN SORUMLULUĞU VE SEÇİM SÖYLEMLERİ

İnsanlığın, topluluklar ? toplumlar halinde yaşamaya başladıkları günden, sınıflı toplumlara değin düşünsel ve/veya politik önderler içinden çıktıkları koşulların tüm çelişkilerinin geleneklerinin ve inançlarının ve renklerinin izlerini taşırlar.

7031

  Bu, hikayenin bir yönünü oluşturur. Burada bir başka yön ise onlar(liderler) içinden çıktıkları toplumların ilerlemesinin, ileriye akışının, hayatın bütün yönlerini kapsayacak bir genel gelişimin de dinamiklerinden birisi olma özelliğini de üzerlerinde barındırırlar.

            Ancak toplumların sınıflara bölündüğü, ara kategorik tabakaların oluştuğu, toplumsal ilişkilerin karmaşıklaştığı ve yine mülkiyeti ve maddi servetleri elinde bulunduran sınıflarla, mülksüzleştirilmiş emekçi sınıflar arasındaki çelişkilerin iyiden iyiye görünür hale geldiği kapitalizm/emperyalizm çağında ise ortadan söylersek liderlerin toplumu, toplumlara yön verebilecek pozisyonda olanların sorumlulukları da o ölçüde derinleşerek artmıştır.

            Günümüzde toplumların iletişim kanalları, iletişim olanakları, bilim ve teknolojide ulaşılan düzeyler, bilgi ve haberin debisinin inanılmaz hızlara ulaştığı, kültür ve sanatın her türden baskılanmaya karşın ülkeleri ve sınırları aşacak ölçüde derinleşip genişlediği düşünüldüğünde ve politikaların ulusal sınırlara hapsedilemediği, yansımalarının ulusal çitleri kolaylıkla aşabildiği düşünüldüğünde politik liderlerin toplumlara karşı görev ve sorumluluklarının eskisinden daha fazla arttığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

            Ne demek istiyoruz; bugün kendilerini parti genel başkanları,  hükümet veya devlet sorumluları olarak gördüğümüz ve günlük dilde lider olarak tanımlanan kişiliklerin insanlığa karşı; insanlığın bilincinin, yaşama kültürünün ve insanın ve insanlığın kendisini gerçekleştirmesine katkı yapmak gibi bir sorumluluğu olmasının gereğidir. Burada bir şeyi daha ifade etmeliyiz,  iktidarları almış,  iktidar olmuş, seçimler kazanmış her figürün, örneğin Hitler gibi,Mussolini gibi,  Pinochet vb. lider sayılıp sayılamayacağı, bu eli kanlı katillere lider denilip denilemeyeceği ayrı bir tartışmanın konusudur. Dahası toplumların etnik, dinsel ve/veya çeşitli farklılıklarını ve “geri bilinçlerini” yedekleyip iktidarları ele geçirerek, politikalarını egemen kılanlara ki bu mümkündür ve gerçekleşmiştir. Lider denilip denilmeyeceği ki bizce lider değildir. Başkaca bir tartışmaya esas olarak bu şekilde değerlendirilmelidir. Dar anlamda bu sıraladığımız, tanımlamaya çalıştığımız bu durum bir başarıdır(!) Bu başarıyı elde eden figürlerin özel ve ayrıcalıklı yeteneklerinden bile söz edilebilir. Ancak bunlar o figürlerin önder-lider olduklarını göstermez.

            Tüm yukarıda sıralamaya çalıştığımız, özetlediğimiz bu nitelikler, gerçek liderlerin, sadece kendi iz sürücülerini, taraftarlarını ve kendilerini onaylayıp alkışlayanları değil cepheden her yönüyle karşısında duranları, farklı düşüncelere sahip  olanları, farklı kültürlere ve yaşama biçimine sahip olanları da etkileyip, onların bilincinde sıçrama yaratıp onlarda öğrenme ve değişim ihtiyacı yaratabildikleri ölçüde işte ancak o zaman gerçek önderlik/liderlik sıfatını hak edebilirler.

            Bunun için düşünceleri, söylemleri, eylemleri, geniş ve derin bir öngörünün politikaları,  bu geniş çerçeveyi yansıtan, her türden karşıtına bile örnek olabilecek  kişiliklerin tarihsel ve toplumsal açıdan gerçek liderler sıfatını hak edebileceklerini söylemeliyiz. Biz ister karşı olalım ister safında olalım, bu tarihsel gerçekliği değiştirmez. Ülkelerin tarihlerine baktığımızda anlatmaya çalıştığımız örnekleri görebilirsiniz. Buraya özellikle isim yazılmadı.

Bu genel ifadelerden sonra bizim seçim söylemlerine dönelim. Egemen siyasetin aşağılama, iftira, tehdit üçgenine sıkışmış söylemleri, kimi, hangi dinleyeni ne ölçüde geliştirip ilerletebilir!? Biz, siz, onlar bu söylemlerden ne öğreneceğiz!? Örneğin rakibine “zillet” demek için derin bir felsefi görüşe, engin bir hayat felsefesine ve kültürüne sahip olmaya gerek var mı? Gidin, sokakta bolca eşdeğer kavramları, sözcükleri ve ifadeleri bulabilirsiniz. İktidar erkini elinde bulunduranların tehditleri, üst perdeden asıp kesme söylemleri ve hatta direktif anlamındaki ifadeleri, toplumların bilgi birikimini, öğrenme ihtiyaçlarını, tartışma kültürlerini etkileyecek, onları geliştirecek bir değerden yoksundur.

Belki propaganda tekniği ve özellikleri açısından bir anlamı olabilir. Belki birileri geçici bir süre korkabilir, endişe edebilir ama nihayetinde ve toplam olarak sözün sahibine kazandıracağı hiçbir şey yoktur.

            Toplumları eğiterek, bilinçlendirerek, iyi örnekler sunarak değil de, parmak sallayarak, kırbaç göstererek, korkutarak uzun süre yönetemezsiniz. Ayaklarının dibine bakıp yerde ne bulup da rakibime atarım diye düşünenler değil yıldızlara bakıp özgürlük şarkıları söyleyenler kazanır sonunda.

            Sığ, bilgiden ve bilgelikten uzak ve artık gelecek üzerine bütün hikayesini tüketmiş, söylemlerini bitirmiş bir politik önermenin, bu ülkeye ve topluma kazandıracağı hiçbir şey yoktur.

            Atlamadan geçmeyelim; gerçek dindarlar, din felsefesini kavramış olanlar, teolojinin, saygın ve toplumlara yön veren şahsiyetleri, asla cenneti günlük tartışmaların içerisine çekmemişlerdir. Bu nedenlerledir ki her zaman bu alanın saygın isimleri olarak değerlerini korumuşlardır.

            Oysa bugünün, “yeni yetme” din istismarcıları; ülkenin geleceğine, varlıklarının artmasına, özgürlük alanlarının genişlemesine ve bir bütün olarak yurttaşlarının refahına dair,tüm sözlerini tüketmiş olacaklar ki, neredeyse cenneti bir seçim rüşveti olarak vaat etme densizliğini gösterebilmektedirler. Bunlara söylemeliyiz ki, bütün dinlerin tarihi, cennetin anahtarından tutun da orada mekan vaat eden o kadar çok din istismarcısına tanık olunmuştur ki, eğer onların sözlerinin zerre kadar gerçekliği olsa, günümüzün “yeni yetmelerine” gelinceye kadar, cennette ne anahtarı verilmemiş  bir kapı ne de bir metrekare kadar yer kalırdı!... Bunlar, siyasi hırslarından geleceğe dair söyledikleri sözün tükenmiş olmalarındandır ki, benzetmeyi hoşgörün, cenneti “hazine arazisi” gibi sunma, din istismarcısı politik bezirganlığın gülünç bir figürü olma özelliğinden başka bir değere sahip olamazlar/olamayacaklar.

            Şimdi biz, bütün bu boş lafları elimizin tersiyle bir yana iterek; bizi harekete geçmekten, seçim sandığıyla buluşmaktan, oylarımızı kullanmaktan geri tutmaya yönelik “içimizdeki” tüm duygu ve düşüncelerden, dışımızdaki tüm söylem ve propagandalardan sıyrılarak yurttaşlık görevimizi, demokratik hak ve ödevlerimizi yerine getirmek için seçimlere katılmalıyız…

            Mırın-kırın ederek… “O öyle dedi” , “bu böyle dedi” , vıdı vıdılarını elimizin tersiyle iterek, ilk adım olarak sandıklara gitmeliyiz!…^Oylarımızı kullanmalıyız… Ve sonra ülke için , gelecek için , çocuklar için ve bir bütün olarak hayatımız için, cesaretle bugünün önümüze koyduğu görevleri yerine getirmek için sorumluluklarımıza dört elle sarılmalıyız.