havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

MEĞER “TÜRKİYE ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR HUKUK DEVLETİ”İMİŞ!...

1368
                Son günlerin gelişmelerini sıralayıp değerlendirmeden önce üç açıklamayı bir kez daha yinelemeyi gerekli görüyorum. Önce Bülent Arınç; galiba bölgede açılan ve Kürtçe eğitimi amaçlayan üç okulla ilgili değerlendirmeler yaparken bir ifade kullandı; “Türkiye bir hukuk devletidir.” Ne güzel!... Yüreğimize su serpildi, diyebiliriz. Sonra Başbakan Davutoğlu Bülent Arınç’ın tanımlamasını biraz daha ileriye götürerek “Türkiye özgürlükçü bir hukuk devletidir” ifadelerini kullandı. Daha ne isteriz; özgürlükçü, evet yanlış duymuyorsunuz özgürlükçü bir hukuk devletidir!... Sokaklara çıkıp özgürlükçü naralar atarak hukuk devletinin nimetlerinden faydalanıp şölenler yapabiliriz. Sonra Nabi Avcı’nın okullarda ibadethaneler açılması ve buna yönelik sözleri gündeme düştü; ne diyordu Nabi Avcı; “ibadethaneler açılıyor ancak ibadet zorunlu değil.” Daha ne istiyorsunuz; ey laikler, aleviler, gayrimüslimler, ateistler!... İbadet zorunlu değilmiş!... Özgürlükçü bir hukuk devletiyiz ya; yemede yanında yat!...
                Şimdi burada AİHM kararını da anımsatalım; zorunlu din dersi uygulamalarına karşı bir karar hükümet yetkililerinin açıklamalarıyla eşzamanlı olarak gündeme düştü. Şimdi uygulamalara bir bakalım; daha doğrusu Başbakan’ın ifade ettiği, tanımladığı “Türkiye, özgürlükçü bir hukuk devletidir” nitelemesinin hayat içerisindeki karşılıkları nelerdir!? Önce, Kürtlerin anadilleriyle eğitim talepleri hala bir talep olarak orta yerde duruyor. İmam Hatip okulları özel olarak teşvik ediliyor, sayıları arttırılıyor. Din kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri bütünüyle Sünni mezhebi odaklı olarak hayata geçirilmek isteniyor. Sanki bu ülkede milyonlarca alevi çocuğu okullara gitmiyormuş gibi, gayrimüslimler yaşamıyormuş gibi mezhepçi bir anlayış üzerinden dindar nesiller yetiştirme projesi adım adım uygulamaya sokuluyor. Burada en yakın örnek olarak Çanakkale’de yılların Merkez Ortaokulu, halkın bütün direnişine rağmen İmam Hatip Ortaokulu olarak eğitim hizmetine sokulmak isteniyor. Yani kısaca şunu söyleyebiliriz; Türkiye’de özgürlükçü bir hukuk devleti olduğu iddia edilen Türkiye’de; laikliğin, laik eğitimin lafı bile dillendirilmezken; bütün uygulamalar eğitimden hayatın her alanına doğru genişleyip yayılan daha doğrusu iktidar merkezinden çevreye doğru genişletilip derinleştirilen dini referanslar üzerinden yeni bir toplum yaratma çabası, toplumu yukarıdan aşağıya doğru dini esaslara göre biçimlendirme çabaları giderek debisi artan ölçülerde hayata geçirilmeye çalışılıyor. Bülent Arınç’ın ve Başbakan’ın hukuk devleti tanımlamalarına rağmen belki de tanımlamaları eşliğinde yaşanılan gerçekler ve gelişmeler Arınç ve Davutoğlu’nu her gün ve yeniden yalanlayıp açığa düşürüyor.
                Eğitim konusuna ve okullara ilişkin görüşlerimizi biraz daha sürdürelim.
                Okullara yeni idareciler atanıyor. Ve bu idareciler ayaklarının tozuyla kız öğrencilere türban takmalarını öğütlüyor ve hatta zorluyor. Karşı çıkan Eğitim-Sen’li öğretmenler anında okullarından uzaklaştırılıyor. Emin olun ki Bakan Nabi Avcı’nın ibadet zorunlu değil sözünü “ibadet zorunludur” durumuna çevirecek ve baskılarla, yönlendirmelerle tüm öğrencileri ibadetin zorunluluğuna inandıracak idareciler okullarda rastlanmayacak şeyler değildir. Bakan Avcı, atadığı idarecilerin neleri yapıp yapmayacağını herhalde biz sıradan yurttaşlardan daha iyi biliyor. Sınıflar giderek karma olmaktan çıkarılıp kızların ayrı erkeklerin ayrı ders gördükleri kurumlara dönüştürülmek isteniyor. Bu konudaki gelişmelerin örneklerini basında bulabilirsiniz. Biz, Çanakkale’de bile kızların ve erkeklerin merdivenlerinin ayrıldığına tanık olmadık mı!? Yani iktidar sahipleri başka şey söyleyip başka şeyler yapıyorlar, eğer sessiz kalınırsa; laik, bilimsel, çağdaş, demokratik eğitimi mezara gömmek isteyen kazmacıların an kolladıklarını, hazırlıklarını sürdürdüklerini söylemek kehanet olmamalı!... Baksanıza AİHM kararı üzerine Diyanet İşleri Başkanı Prof. Görmez; AİHM’in Din eğitimi ile Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerini özdeşleştirip karıştırdığını ima ederken bir yanıyla iktidara perspektif sunuyor, öte yanıyla sanki okullarda Sünni mezhebi odaklı bir eğitimin yapılmadığı algısını oluşturma gayreti içerisine giriyor. Davutoğlu ise daha da ileri giderek; zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerini savunma adına daha doğrusu bu dersin zorunlu olmasını savunma adına; “herkesin ve hatta ateistlerin bile Din Kültürü eğitiminden geçmesini” önerebiliyor. Hani kendilerini inançlı Müslümanlar olarak gösterme gayreti içerisinde olanların Din Kültürü “ve özellikle Ahlak gibi” konulardan nasiplerini aldığına inansam çiçeği burnunda Başbakan’a hak verebilirim. Davutoğlu şöyle bir etrafına bakınsa ne demek istediğimizi anlayacaktır sanıyorum!...
                Evet, kuşkusuz ki sorun yalnızca eğitim alanında ortaya çıkmıyor. Biz sıradan yurttaşlar çıra ile hukuk devleti arıyoruz. Cumhurbaşkanı’nın TÜSİAD’ın düzenlediği toplantıda yaptığı konuşmaları duyunca Arınç ve Davutoğlu’nun hukuk devleti söylemine rağmen endişeye kapılıyoruz. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan; bıraktığı yerden devam ediyor; yine muhalefete çatıyor, Gezi Direnişçilerine çatıyor, paralel yapıya çatıyor hatta hiç yetkisi olmadığı halde bir bankanın battığını ilan ediyor; esip, yağıp, gürlüyor!... Bir hatırlatma daha yapalım; HSYK seçimlerine yönelik yapılan tartışmalara ve gelişmelere baktığımızda gerçekten Türkiye bir hukuk devleti niteliğini taşıyor mu sorusunu rahatlıkla sorabiliriz. Son bir örnek üzerinden bir cümle daha yazalım; Katar’dan sınır dışı edilen Müslüman Kardeşler örgütü liderlerinin Türkiye’ye kabul edilip edilmeyeceği tartışılıyor. Bence kabul edilmelerinde hiçbir sakınca yok, ülke içindeki gelişmelere baktığımızda Katar’dan Türkiye’ye gelecek İhvan liderlerini geride bırakacak, onların lafını bile ettirmeyecek çok sayıda kafa zaten var. İhvan liderleri Türkiye’ye gelse ne yazar gelmese ne yazar!...
Galiba biz Başbakanın bu sözünü ettiği özgürlükçü hukuk devleti söylemini şöyle anlamalıyız; iktidar sahipleri güç ve erk sahipleri açısından Türkiye o kadar “özgürlükçü” ki onlar hukuku çiğneyecek, yargı kararlarını yok sayacak, haklarında ortaya atılan yolsuzluk iddialarına “takipsizlik kararı” verdirecek kadar özgürlük içerisinde yaşıyorlar. Biz sıradan yurttaşlar ise hukuk ve özgürlük değerlerini arıyoruz. Ona ulaşmaya, onu elde etmeye çalışıyor, uğruna mücadele ediyoruz. Yani, özgürlük ve hukuk yoksunluğu çekiyoruz. Garip bir paradoks; iktidar sahiplerinin “yeni Türkiye” diye cilaladıkları ve kendi elleriyle yarattıkları müesses nizamın garip, paradoksal bir tecellisini yaşıyoruz. 
Son sözüm; aslanın sırtındaysanız herkesi korkutursunuz ve onun sırtından düşmemek için her şeyi yaparsınız, çünkü bilirsiniz ki aslanın sırtından düştüğünüz anda aslan önce süvarisini parçalayacaktır!...