havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

MEMLEKETİN HALLERİ

1054
           Neresinden tutsanız elinizde kalan bir vaziyetle karşı karşıyayız. Tepeden tırnağa problem üreten, sorun yaratan bir yönetsel mekanizmanın dişlileri arasında; hak, hukuk, adalet, eşitlik ve demokrasi kavramları parçanalıp duruyor. Saygılı bir dille eleştiri yapmak, değerlendirmeler yapmak olabildiğince zorlaşıyor. Biz yine de hakaret etmeden, küfür dili kullanmadan düşüncelerimizi ifade etmeye gayret edelim.
     Tepeden başlayalım; Cumhurbaşkanı, AKP genel başkanı gibi kimi kez doğrudan, kimi kez arkadan dolanarak seçim çalışmalarını sürdürüyor. Ettiği yemini özellikle tarafsızlık ilkesini elinin tersiyle bir yana itmekte sakınca görmüyor. Şimdi basit bir soru soralım: Cumhurbaşkanları, bir siyasi parti lideri gibi seçim faaliyetleri sürdürürse, anayasa veya yasalar bu duruma nasıl bir önlem alabilir, var mı bir yaptırımı, bir karşılığı var mı ? benim bildiğim kadarıyla yok!...
     Peki öyleyse nerelere bakmalıyız, teamüllere... Yani önceki uygulamalara. Varmı böyle bir örnek? Bildiğim kadarıyla yok. Daha genel bir perspektiften bakalım; Demokratik teammüller. Var mı Türkiye’de demokratik teammül? Yok. Demokrasinin olmadığı bir ülkede elbette demokratik gelenekler de olmaz. Ne deniyor; AKP dahil olmak üzere tüm siyasi çevreler: Türkiye 12 eylül anayasası ile yönetiliyor. Onca sene üzerinden geçmiş olmasına rağmen 12 Eylül’ün oluşturduğu ideolojik, politik, kültürel ve en önemlisi yönetsel paradigma olduğu gibi yaşıyor. Bu ne demektir? Faşizmin hukukuyla, anayasasıyla, yasal mevzuatlarıyla ve yönetsel kültürüyle ve hatta kurumlarıyla öz olarak yaşadığı anlamına geliyor.
     Halkın mücadelesi elbette bu faşist çerçeveyi, yıpratmasına gedikler açmasına ve halk yararına mevziler kazanmasına rağmen 12 Eylül rejimi öz olarak yaşıyor. Hükümet ve cumhurbaşkanı bu rejimin nimetlerinden fazlasıyla yararlanmaktan geri durmuyor. Şimdilerde ise iç güvenlik yasalarıyla 12 Eylül rejimini tahkim etme telaşı içerisinde. Ha bir de şunu hatırlatalım, yoğunlaşan ve giderek keskinleşme yoluna giren çelişkilere, şimdiden bir günah keçisi bulma gayretini de görmüyor değiliz. Olası bir ekonomik krizin faturasının şimdiden Merkez Bankası başkanına ve Ali Babacan’a kesileceği anlaşılıyor. Yani yukarı katlar hukuku elinin tersiyle bir kenara itmiş, bütün olumsuzlukların sorumluluğunu üzerine yıkacağı günah keçileri arama gayretinden de geri durmuyor.
     Öteki argümanları, Kabataş yalanının yeniden dillendirilmesini, parti kapatma hikayelerini, cumhurbaşkanının kızına suikast söylentilerini, Hakan Fidan mevzularını şimdilik bir kenara bırakıyoruz.
     Ama Fidan’ın yeniden MİT müsteşarlığına atanmasını önümüzdeki sürecin iç ve dış gelişmelerinden bağımsız değerlendirmiyoruz.
     İkinci mesele, yine bir kadın öğretmeninin Tokat’ta 12-13 yaşındaki başı açık kız öğrencilere, Özgecan göndermesi  yaparak; ‘başı açık olmanın taciz ve tecavüzü mübah hale getirdiği’ anlamına gelen sözleri ise çocuklarımızın nasıl bir tehditle, tehlikeyle, alçaklıkla karşı karşıya olduğunun göstergesidir. Bu kadın Din Kültürü ve Ahlak dersi öğretmeni... Dindar nesilleri yetiştirmek isteyen kafaya bakın!... Bu cesareti nereden ve kimden alıyor. Öğretmenin yerinin değiştirilmiş olması çözüm gibi sunuluyor. Utanç verici bir durum. 
     Gazi mahallesi olaylarının ve Berkin Elvan’ın ölümünün birinci yılı, gösterilerle anıldı. Failler ortada yok. Cezasızlık devam ediyor. Katiller korunup, kollanıyor.
     Grev yapan işcilere, sokağa atılan madencilere hak talebinden bulunmak için sokağa çıkanlara baskı ve şiddet sürüyor. Bir el, üniversiteleri yeniden karıştırmaya çabalıyor. Diyarbakır sokaklarında plakasız tomaların akreplerin dolaştığı iddaları basında yer buluyor. Ve her gün bu ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan yurttaşların yaşadığı sıkıntılar... Hadi fıtrattandır deyip, çıkın işin içinden nasılsa kraldan çok kralcı yalakalarınız emre amede hazır duruşta bekliyorlar.
     Bir telaş daha, Demirtaş’a saldırıyorlar. Besbelli ki Demirtaş’ın HDP/HDK proğramı ile ortaya çıkmış olması ve bu proğramın önemli ölçüde emekçiler ve ezilenler içerisinde karşılık buluyor olması 400 milletvekilli hayali kuranları telaşlandırıyor. Telaşlansınlar hatta korksunlar. HDP ile AKP arasında gizli anlaşmanın olduğunu söylemekten başka hükümete yönelik, tüm bu sorunlara yönelik söyleyecek sözü olmayan siyasi parti ve çevreler ise; siyasi akıldan, siyasi öngörüden, somut durumu anlamaktan uzak, siyasi körlükle adım atamaz, politika üretemez duruma düşmüş, biçarelik manzaraları sunmaktan öteye bir değer taşımıyorlar diyebiliriz.
     HDP, AKP’ye karşı onun(AKP’nin) hayatın her alanına dair yarattığı sorunlardan Türkiye’yi çıkaracak, bir demokratikleşme ve çözüm önermesiyle halkın karşısına çıkıyor. Bu politik çizgi ve önermeleri sahiplenmek, ona güç vermek Türkiye’nin geleceğine değerli bir katkı olacaktır. Evet memleketin halleri böyle, bu koşullarda dolu dizgin 7 Haziran’a koşuyoruz.