havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

MİLİTARİZASYON HEVESİ

1498
               Aynı sahne, aynı oyun… Yalnızca yeni aktörler sahneye çıkıyor, eski aktörler ise eski söylemlerini yeni argümanlarla, yeni söylemlerle güçlendirmeye; izleyicileri etkilemeye ve daha güçlü alkışlar almaya soyunuyor.
                Evet, nihayet Sayın Cumhurbaşkanı sessizliğini bozarak ortadan ve ortalama bir retorik ile varlığını ve ağırlığını hissettirmeye çalışıyor. Başbakan Erdoğan ise yeni argümanlarla vaziyeti toparlayıp daha yeni ve daha etkili olacağını düşündüğü soyut düşman hedeflere işaret ediyor. “Bizi kıskanıyorlar” diyor. “Müslüman coğrafyasını hedef alıyorlar” anlamında sözler söylüyor. Irak ve Suriye halklarının Müslüman olduğunu unutmuş görünüyor. Ve yine Başbakan iki suikasttan söz ediyor; Gezi Direnişleri ve 17 Aralık Operasyonunu kastederek!... Gezi Direnişleri Başbakan açısından “darbe teşebbüsü”, 17 Aralık yolsuzluk operasyonu ise “yolsuzluk kılıfında suikast girişimi”!... Algı böyle olunca “Gezi Darbesini” kanla ve terör ile göz çıkararak, kafa kol kırarak ve hatta gencecik insanları öldürerek bastırmak (!) meşru kılınmaya, haklı gösterilmeye çalışılan olağan devlet refleksleri oluyor!...
                “Yolsuzluk kılıflı suikast” ise “paralel devletin”, “çetenin” yargı ve emniyet ayaklarının ve oluşumunun tasfiyesi, etkisizleştirilmesi hedefine yönelik adımların yolsuzlukların üzerinden atlayarak ve örterek örtülmesi ve gündemden düşürülmesi gereken başka bir savunma refleksini Başbakan ve hükümeti açısından bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor!...
                Savcıyı görevinden alarak etkisiz kıl ve daha da ileri giderek yargının verdiği arama ve gözaltı kararlarını hükümet zoruyla engelle!... HSYK’yı topa tut. Danıştay’ı yerden yere vur. Sonra bunu hukuk devleti, demokrasi adına izah et!...  Ve dahası bu tutumun alkışlanmasını iste… Bir cümle de daha öncesinden geriye giderek söyleyelim; belleklerimizi biraz zorlarsak, biraz geriye götürürsek; Başbakan Erdoğan’ın yargının “ayak bağı” olduğunu, hükümetin “hızını kestiğini” söylediği konuşmaları hatırlarsınız. Şimdilik burada bırakalım, Ali Babacan’ın sözlerine dönelim. MÜSİAD toplantısında “güven ve istikrarımızı elimizden alamayacaklar”; doğrusu Ali Babacan’ın altını çizdiği güven kavramı ile neyi ifade ettiğini anlamakta zorlanıyoruz. Hükümetin yargıya ve Emniyete güvenmediği, Başsavcı ile Savcının birbirlerine kuşku ile baktığı, Emniyet müdürünün yargı kararlarını uygulamadığı, Başbakan’ın her sokak gösterisini acaba “darbe mi tezgahlıyorlar, aralarına faiz lobisi mi sızdı” diye düşündüğü bir genel güvensizlik ortamında Babacan hangi güvenden söz ediyor, anlayan öne çıksın!...
                Babacan’ın kastettiği istikrar; Dolar ve Euro’nun rekorlar kırdığı, bütçenin cari açıklarla istikrarsız bir görüntü sunduğu, Borsanın allak bullak olduğu bir tablo içerisinde herhalde tuzu kuruların, malı götürenlerin istikrarından söz etmiş olsa gerek!...
                Dönelim AKP’nin Prof’u Burhan Kuzu’ya… O da sahnede yer tuttu, iki bin kişilik liste var incisini ortaya attı. Bülent Arınç anında Burhan Kuzu’yu tekzip ederek “yok böyle bir şey” dedi. Tam perde kapanıyor derken; bu kez de Hatay’da bir tır sahnede rol aldı. Savcının arama kararı, Hatay Valisinin emri ile Emniyet-Jandarma güçleri refakatçı MİT görevlilerinin olduğunu söyleyerek tırı aramaktan vazgeçti. Hükümet bir kez daha yargının kararını işlevsiz kıldı. Rivayet odur ki tırın içerisinde silah ve mühimmat bulunmaktadır. Hükümet yetkilileri ise neredeyse tırın içerisinde “gülsuyu” taşınıyordu diyecek kadar pişkinlik gösterisine soyundular.
                Şimdi buradan, sözü fazla uzatmadan yürütmenin yargıyı “ayak bağı” gördüğü ve etkisiz kılmaya çalıştığı, her sokak hareketini baskılayarak şiddetle sindirmeye çalıştığı, balkonuna ayakkabı kutusu astı diye evlerin yasadışı bir biçimde basılarak ev sahibinin gözaltına alındığı bir ülke, bir siyasal sistemin demokrasi olmadığı; çok açık değil mi!?
                Genel olarak hukukun işlevsiz kılındığı, yargının yürütmeyi denetlemesinin cebren engellendiği, Sayıştay raporlarının “milli irade”den gizlendiği, yürütmenin kendisine yönelen, yönelebilecek her türlü denetimi sıfırlamaya çalıştığı, sokaklarda yalnızca kendini alkışlayanların, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diyenlerin bulunmasının istendiği, aykırı soru soran gazetecilere bile tahammül gösterilmediği, sorularının cevaplandırılmadığı ve hatta azarlandığı, medyanın susturulduğu bir ülke tasavvurunun siyasi literatürdeki karşılığının adı; MİLİTARİZASYON diye ifadesini bulur.
                Türkiye toplumu militarizmi, devletin ve toplumun militarize halini Kenan Evren cuntası ile tanıdı. Şimdi seçimle gelmiş ve her fırsatta bununla övünen sivil bir hükümetin Başbakan’ı eliyle gerçekleştirilmek istenen militarizasyon tehdidi ve tehlikesi ile karşı karşıyadır.
                Evet, militarizm ve militarizasyon Ali Babacan’ın ve Başbakan’ın altını çizdikleri, göklere çıkardıkları istikrarı gerçekleştirir. Denetimsiz, eleştirisiz, şeffaflıktan ve saydamlıktan uzak, hukukun esamesinin okunmadığı, yargı bağımsızlığının ayaklar altına alındığı, susturulmuş, sindirilmiş, korkutulmuş bir toplumun yaratıldığı; köleleştirilmiş bir medyanın, ruhunu zorbalığa teslim etmiş gazeteciliğin gerçekleştiği bir istikrar!...
                Tek ideoloji, tek inanç, tek felsefe ve tek adamın hükümranlığının kayıtsız, şartsız hayata geçirildiği bir istikrar!... Yani, halkın ifadesi ile; “taşların bağlanıp köpeklerin salıverildiği” bir tasavvur, bir istikrar!... Bir avuç sömürücünün, rantçının; iktidardan beslenen asalaklığın egemen olduğu dikensiz bir gül bahçesi istikrarı!...Hukukun üstünlüğünün yalnızca lafzının olduğu,insan hakları değerlerinin esamisinin bile okunmadığı bir istikrar!...
 
                Bir kez daha yineleyelim; hayal edilen bu siyasal yönetme paradigmasının adı MİLİTARİZASYONDUR!... Yalnız küçük bir sorun var; hani şu Gezi Parkına çıkarak “darbe teşebbüsünde” bulunan ve giderek bütün şehirleri sokaklarını dolduran; ölüm pahasına, gözünün çıkarılması pahasına, kolunun ve kafasının kırılmasını hiçe sayarak alanları, meydanları dolduran yaşlı, genç, kadın, erkek; aydın, yazar-çizer demokrasi savunucuları olmasa MİLİTARİZASYON sevdalılarının hevesleri kursaklarında kalmayacak!...
                Son olarak Deniz Baykal sahne aldı; henüz rol mü aldığı rol mü çaldığı pek belli değil gibi görünüyor. Umarız yolsuzlukla yangınlara düşen hükümet için açığa çıkan sistemin açmazlarını ve pisliklerini perdelemeye, ötelemeye; ateş düşmüş hükümet bacalarını söndürmeye hevesli itfaiyeci rolüne soyunmuş olmaz!...