havadurum
Turgut Çamer

turgutcamer@hotmail.com

MUMCU’LU – NESİN’Lİ ANILAR…

2102
                           Değerli okurlarım, ülkemizin yetiştirdiği ancak değerlerini yaşarken de öldükten sonra da tüm toplumca yeterince bilemediğimiz bu iki insanı yakından tanıma onuruna sahip biri olarak; onlarla ilgili iki anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
                                                           ***
            Sevgili Uğur MUMCU’yu katledilmesinin 21. Yılında bir kez daha özlemle, saygıyla anıyorum. O, gerçekten halkımızın vicdanıydı. Kendini ülkemizin toplumsal sorunlarına adamıştı. Türkiye’de demokratik bir rejimin tüm kurum ve kurallarıyla yerleşmesi için kalemiyle olağanüstü çaba harcadı ve ne yazık ki bedel ödedi. O bir demokrasi şehididir.
            Türkiye’mizin aydınlık yüzü, araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu’nun şu sözleri onun temel karakter özelliğini yansıtıyordu;
            “Ben Atatürkçüyüm, ben Cumhuriyetçiyim, ben Laikim, ben Antiemperyalistim, ben bağımsız Türkiye’den yanayım, ben insan haklarının savunucusuyum, ben terörün karşısındayım, ben yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım….”
            Onun, 70’li 80’li yıllarda “Rabıta” ve “Tarikat-Siyaset-Ticaret” adlı kitaplarında yazdığı yolsuzluk araştırmaları adeta Türkiye’nin bugünkü anatomisiymiş!.. Özetle Mumcu, her şeyin İmam Hatip Okulları ve İslami sermayeye tanınan ayrıcalıklarla başladığına dikkat çekiyordu. Mumcu, 30-35 yıl sonrasını yani bu günleri öngörmüş! İşte bu nedenle o, unutulmazdır, günceldir, özlenendir…
                                                           ***
(*) O yıllarda Cumhuriyet gazetesinin Ankara Temsilciliği Bürosu Sakarya caddesinde SSK İş Hanının karşısında bir apartmandaydı. Gazeteci arkadaşım Hasan UYSAL’ı zaman zaman ziyaret ederdim. Büro Şefi Yalçın DOĞAN’dı. Tuncay ÖZKAN, Ufuk GÜLDEMİR’de oradaydı. Hasan, beni Uğur MUMCU ile de tanıştırdı. İlk gözlemim; sevgili Mumcu’nun masasının üstündeki dosya ve yazılara pür-dikkat yoğunlaşmış görüntüsüydü… Onu fazlaca meşgul etmemek için de özen gösterdiğimi anımsıyorum.
            Yıl 1992, Yaz sıcağı…. Mithatpaşa caddesindeki PTT’ye bir mektup atmak üzere caddede yürüyorum, tam PTT’nin içine adımımı atacağım, karşıdan Uğur Mumcu geliyor.. Çelik yelek yüzünden o sıcak havada deyim yerindeyse ter-sucuk içinde ve tek başına!
            Ben: “Hayrola Uğur Bey nereye böyle?.. Böyle de olur mu tek başınıza! Siz ki Mecliste bile koruma ile dolaşırsınız..” diye kaygılandığımı görünce;
            -“Çamer sakin ol.. Adamlar öyle ekabir öyle rahat ki onların yüzünden programlarım aksıyor.. Adamlara söylüyorum benim şu saatte şu konferansım var, şu saatte şu etkinlikte olmam gerekiyor diyorum ama kime söylüyorsun kardeşim.. Adamlarda zaman mevhumu diye bir şey yok…” diye hayıflanınca ‘haklısınız’ dedim. “Zaten fazla uzağa değil, DOST Kitabevine gidiyorum” diye ekledi.
*Yazık ki onu son görüşüm o günmüş…
***
            Sevgili Aziz NESİN’i yitireli de 19 yıl olmuş, onu da özlemle saygıyla anıyorum.
Aziz NESİN bilindiği gibi 1984’te “Aydınlar Dilekçesini” kaleme alanların başında gelir. 1985’te Ekin A.Ş’ninkurulmasına ön ayak oldu. “Onbinler” adında bir gazete çıkarmayı düşünüyordu. Şirketin yönetim kurulunda gazeteci arkadaşım Hasan UYSAL vardı. Onun isteğiyle ben de 200 TL’lik katılımla hissedarlardan biri olmuştum.
(*) Şirketin Genel Kurulu Gençlik Parkında bir salondaydı. Yine çok ilginçtir, genel kurula gitmek üzere işyerimden ayrıldığımda Mithatpaşa caddesinde Aziz NESİN ‘le karşılaştım. O da yürüyor tek başına! Üstelik “Bu milletin yüzde 60’ı aptaldır!” sözünü söyleyeli 2-3 ay olmuş.. Tutucular burunlarından soluyor! Aziz Bey koruma istemiyordu.
Ben: “Aziz Hocam, niye risk alıyorsunuz?.. Böyle yolda tek başınıza yürümek te neyin nesi!?. Bilmem farkında mısınız? Yolda yanınızdan geçen ve sizi tanıyan bazı insanlar hiç de iyi gözlerle bakmıyorlar size! Bir taksiye binseydiniz” deyince.. -“DOST Kitabevindeydim. Gençlik Parkına kadar yürürüm diye düşündüm” dedi.
Aziz NESİN oldukça tutumluydu, kendisine gönderilen mektup zarflarının arka yüzlerini bile heba etmez, not tutmak için kullanırdı. Zafer Çarşısı önünde taksi için ben işaret edince ‘gerek yok’ diyerek belediye otobüsüne yönelince, “hocam lütfen risk almayalım..” diyerek taksiye binmeye ikna ettim. Gençlik Parkı önünde taksiden indik, salon yaklaşık 200 metre uzakta.. Yürürken bana dönerek; “biliyor musun Çamer bu milletin yüzde 40’ı akıllıdır deseydim şimşekleri bu kadar üzerime çekmezdim!” deyince “peki, 12 Eylül Cuntasının Anayasasına yüzde 92 ‘evet’ oyu verenlere ne diyeceğiz hocam demiştim.” Yolda durdu ve : “Evet diyenlerin bir bölümü kurnaz! Yeter ki askerler başımızdan gitsin diyerek oy verdiler” dedi. Hak vermiştim…
Salona yaklaşırken; “biliyorsun Çatalca’da ki Vakfımızda kimsesiz yoksul çocukların ilkokuldan yüksek okulu bitirene dek her türlü gereksinmelerini karşılıyoruz.. Bir gün yemekhanedeyim. Çocuklar 2-3 kaşık pirinç pilavını tabaklarında bırakıyorlar çöpe dökülüyor. Sence ne yapmışımdır, tahmin et..” deyince; “çok kızmışsınızdır hocam” dedim.
-“Hayır kızmadım, yemekhaneye bir kara tahta getirttim. Pirincin nasıl üretildiğini; dizine-beline kadar su içinde pirinç eken insanları resmettim. O günden sonra çocuklar tabaklarında tek pirinci bile bırakmadan yediler…”
***
            Sevgili Çanakkale OLAY okurları, bu anıları yaşamım boyunca unutamam.. Ruhları şad olsun… İnanır mısınız? Nasıl etkilendiysem ben de tabağımda pirinç bırakmıyorum!
ANMA: Gazeteci Turhan NARLER ve Yaşar TÜRE’yi Ölümlerinin 7. Yılında sevgi saygı ve özlemle anıyorum.