havadurum

Mini Etek

Yusuf Eroğlu Uzman Veteriner Hekim E.T.F.F. Temsilcisi

702

 Yumurta`yı hepimiz severek yiyoruz. Ancak, yıllar önce, bu değerli besinin kolesterol yaptığı ve tüketilmemesi gerektiği inanışı vardı. Böylece, bu mineral ve protein deposundan mahrum kaldık. Gelelim  tereyağına Bu güzide yağımız için de  aynı şeyler söylendi. Uzak durulması gerektiği empoze edildi. Bir nesil yumurta ve tereyağı yemeden büyüdü. Belki de iki nesl. Bilemiyoruz. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Tıp geliştikçe, araştırmalar derinleştirildikçe gerçekler ortaya çıkmaya başladı. İstersiniz futbol oynadığımız yıllarda çektiğimiz çileyi de anlatalım. Efendim,idmanda ya da maç esnasında, arasında, sonrasında su içmek zinhar yasaktı. Asla ve kat’a suya dokunulamazdı. Kavrulurduk. Yanardık. Tutuşurduk. Immm.Yas-sak hemşerim! Bizim kuşak top oynarken suya hasret kaldı. Neymiş? Müsabakadan ya da antrenmandan en az iki saat sonra su içilebilirmiş. Neyapalım. Bizler de limon ile idare ettik. Yıllar sonra, bunun yanlış olduğu ortaya çıktı. Kulübeler su kolileri ile dolup taştı. Müsabakanın duraklama anlarında sahaya futbolcular içsin diye pet şişeler atıldı.Tabi bu arada,futbolcuların kafasına gelsin diye atılanları saymıyoruz! Sıcak havalarda,müsabakalara, sırf oyuncular su içsin diye, mola verilmeye başlandı. Buları görünce; vah, vah dedik.Vah ki,ne vah!

 
Futbol da, değişti
Tıbbın gelişimine paralel olarak  futbol  da gelişiyor? Doğru bildiğimiz yanlışlar bir bir ortaya çıkıyor. Bunlardan birisi de,topa sahip olma konusu. Çoğu Teknik Direktör,bunun müsabakayı kazanmak için elzem olduğu görüşündeydiler. ”Top sende kalsın.Bir fırsatını bulup,  gol yaparsın.Maçı kazanırsın”anlayışı ön plandaydı. Ancak, istatistikler,bunun yüzde yüzdoğru olmadığını ortaya koyuyordu. Geçen gün Habertürk yazarı Serdar Ali Çeliker’i ,bu konu ile ilgili bir yazısını okuduk. Sizlerle de paylaşmak istedik. Buyurunuz.”Aykut Kocaman, bilhassa İsmail Kartal döneminde sıkça duyduğumuz bir istatistik vardı: “Topa sahip olma oranı. Yani.”‘Topa sahip olma yalanı’  Kartal tarafından sıklıkla olumlu oyuna örnek olarak gösterilirdi. Hatırlayın, puan kayıplarından sonra Kartal, ”Topa sahip olduk”; “tüm istatistiklerde rakiplerden öndeyiz” falan derdi. Heynckes’in Bayern’i ve Klopp’un Dortmund’u ile sarsılan; özellikle 2014 Dünya Kupası’ndan sonra tamamen iflas eden “Önemli olan topa sahip olma oranı değil, sahip olduğun top ile ne kadar hızla gol aramaya çıktığın’ düsturu, bizim Türk hocalara uğramadı. ‘İyi oyun’ anlayışını istatistiğe indirgeyen bu anlayıştan, Fenerbahçe bıkmıştı. Çünkü;  açıkça geveleme futbolu olan bu ‘benden sana, senden bizim oğlana’ futbolu güvenli ama kabızdı. Sonra bir adam geldi; Sir Alex
 
 
Ferguson’un “İstatistik mini etek gibidir. Birçok şeyi gösterir ama asıl görülmesi gerekeni gizler” lafını benimsemişçesin bu olumsuz oyun anlayışını reddetti. Türk hocalar kollama yarışına giren yorumcuların saldırısına karşın, daha güvenli olan defansif anlayışı ön planda tutan; 2 kazma ön libero ile oynama zorunluluğu varmış gibi ezber futbol yorumlarına başvuranlara inat akışkan oyunu tercih etti. Böylece,Türkiye’de, bu uygulamanın ilk örneğini Fenerbahçe’de görmüş olduk. Sarı-Lacivertliler, pas futbolunu Pereira sayesinde terk etmeye karar verdi. Yazı böyle. `Al ileri -  Ver geri` devri bitti. Yaşadıkça, daha ne çok doğru bildiğimiz yanlışlar ortaya çıkacaktır. Sağlıcakla kalınız.