havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Nevruz Barışı Müjdeledi

1538
2013 Nevruz`u tanık olduğumuz tüm Nevruzlardan daha coşkulu, daha farklı, daha kitlesel olarak gerçekleşti ve kutlandı. Milyonlarca insan sokakları, caddeleri, alanları doldurdu.
Başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye`de; barış isteyenler, demokrasi isteyenler, halkların eşit haklar temelinde birliğini isteyenler el ele, kol kola, omuz omuza taleplerini, coşkularını, heyecanlarını birlikte paylaşmak için meydanları doldurdular. Özellikle Diyarbakır görkemli bir kutlamaya ev sahipliği yaptı.
Bu yıl ki Nevruz`u farklı kılan temel neden, çözüm süreci diye tanımlanan "barış görüşmeleri" ve Abdullah Öcalan`ın yapacağı açıklamalara duyulan ilgi ve beklentiler oldu. Her şeyden önemlisi; meydanları dolduran milyonlarca insanın neyi istedikleri, neyi talep ettikleri ve bunun yarattığı ve yaratacağı enerjinin anlamlandırılması üzerinden gerçekçi olarak anlaşılabilmesi idi.
Daha açıkça söylemek gerekirse Kürtler ne istiyordu!... Barış mı, savaş mı? Bölünmek mi, birliktelik mi? Düşmanlık mı, dostluk ve kardeşlik mi? Ayrı bir devlet kurmak mı, yoksa eşit haklara dayalı birlikte yaşanılabilecek bir Türkiye mi?
Önyargıları, gizli niyet okumaları ve niyet dedektifliği yapmayı bir yana bırakırak somut verileri değerlendirdiğimizde, bu soruların karşılığını gerçekçi olarak verebiliriz.
Kürtler; dilleri, kimlikleri, kültürleri ile birlikte ve bu temel haklarının anayasal güvenceye alınması talebi ile, esas olarak Türklerle ve diğer azınlıklarla demokratik bir Türkiye`de ve yineleyerek söyleyelim "birlikte" yaşamak istiyorlar.
Kürtler barış istiyor, çatışmaların durmasını, silahlı mücadelenin sona ermesini, evlatlarının dağdan inmesini ve bunlara bağlı tüm sorunların çözülmesini istiyor.
Eğer gerçekten ve yalnızca Nevruz ve olguları olduğu biçimi ile değerlendirirsek, aşağı yukarı hepimiz bu sonuçları görebiliriz.
Abdullah Öcalan`ın İmralı`dan gönderdiği açıklamalar, bu yönü ve anlamı ile Kürtlerin talepleri duyguları, beklentileri ile tam bir örtüşme içerisindedir. Silahlı mücadelenin sona ermesinin, demokratik siyasi mücadelenin verilmesini gerekliliğinin formülasyonunu içeren; tarihsel ortaklıklar üzerinden inşa edilmesi gereken bir geleceğe ait paradigma değişikliği önermesini içeriyor diye özetleyebiliriz.
Öcalan`ın açıklamaları ve Nevruz kutlamaları, bir avuç ırkçı-şoven çevre dışında genellikle olumlanan bir hava yarattı. Söylenenleri ve tartışılanları tekrar etmeden diyebiliriz ki ; kaba bir milliyetçi hamaset sergileyenler bu büyük coşku, birlikte yaşama arzusu, demokratik bir Türkiye`yi inşa etme çabası karşısında kuşkunuz olmasın ki her gün biraz daha ufalanacaklar. Nesnel durumu, gelişmenin gücünü ve yönünü görmeyenler, anlamayanlar; ancak kendi sonlarını yakınlaştırmaya katkı (!) sunabilirler.
Bu ırkçı-şoven çevreleri anlıyoruz. Geçmişleri Kürdü yok saymakla tescilli bu çizgiyi savunanlar, elbette şimdi Kürtlerle eşit haklara sahip olmayı bir aşağılama olarak görecekler, içlerine sindiremeyecekler. Siyasetlerinin sonları ancak tarihteki benzerleri kadar görkemli (!) olacaktır.
Henüz başlangıç noktasında olduğumuzu bir kez daha yineleyelim. Kürt sorununun barışçı ve demokratik çözümü, gerçekten demokratik bir Türkiye`de yeni bir gelecek inşa etmek; ideolojik, politik, kültürel, sosyal ve toplumsal, zorlu ve kendi içinde çatışmalı yeni bir yolculuk olacaktır. Ama açığa çıkan potansiyel, halkların gücü ve bilinci tüm zorlukları aşacak büyüklüğe ve derinliğe sahiptir.
Biz de bir çok çevreden insanın ifade ettiği gibi umuyoruz ki bundan sonra tek bir can kaybı yaşanmadan, ifade edilen görüşler, iyi niyetler gerçekleşmiş olur. Bu sorunu daha çok tartışacağız, yeni durumlar ve yeni gelişmeler üzerinden görüşlerimizi sıkça paylaşacağız. Ortaya çıkan umutların büyümesini, kalıcılaşmasını umuyoruz. Esas olan barıştır, barış çabalarıdır. Ötesi laf-ı güzaf, teferruattır.
Yukarıda anlatılanlarla doğrudan ilintili olmamakla birlikte düşünceye saygı, ifade özgürlüğü vedemokrasi iklimi açısından utanç verici bir olaya değinmeden geçmeyelim.
Duydunuz mu ey ahali, ey millet!...
Gazeteci Hasan Cemal`in işine son verildi. Hasan Cemal`e tahammül edemeyen bir gazetecilik, gazetecilik sayılabilir mi? Bu duruma sessiz kalanlar, korkarak söylemlerini yumuşatanlar, kalemlerini eğip bükenler; sizlere gazeteci, aydın, yazar, çizer denilebilir mi!? Hasan Cemal`e tahammül edemeyen gazete patronu, gazetecilikten elinizi çekin, size tüp satmak daha çok yakışıyor!...