havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

ONLARA BİR ÖMÜR BORÇLUYUZ

Diyarbakır`da katledilen Baro Başkanı Tahir Elçi`nin eşi Türkan Elçi bir konuşma yaptı. Bir eş,bir sevgili, dost, arkadaş, anne ve kadındı konuşan. Ne kadar da vakur,onurlu,içten bir sesle bir duyguyla ve her şeyin bilincinde olarak dökülüyordu sözcükler ağzından.

779

  Güvercinlerden söz ediyordu,kınalı güvercinlerden... Bilirsiniz, güvercinler barışın ve masumiyetin sembolü olarak kabul edildiği gibi biraz da yarı kutsal sayılır bizim geleneklerimizde. Aslında anlatılanlar Türkan Elçi`nin dilinden dökülen sözcükler Mezopotamya ve Anadolu halklarının hikayesiydi. Tıpkı Hrant`ın ölümünden sonra Rakel Dink`in konuşmasının ifade ettiği gibi bu coğrafyanın ezilen halklarının ve azınlıklarının acılarla dolu serüveniydi sanki kulaklarımıza yansıyan. Katledilenler Hrant Dink ve Tahir Elçi farklı kalkış noktalarından aynı ütopyanın hayalini kuruyorlardı. Barış, kardeşlik, eşitlik ve özgürlükle taçlanmış bir ülkede insanca yaşama ütopyası!... Dağlarda çiçekler açsın, silahların namlusundan çıkan mermi çekirdekleri değil çiçek tohumları düşsün toprağa... Barut kokuları değil kekik, meneviş koksun yaylalar, yamaçlar doruklar... Halkın evlatları ölmesin! İnsan kanıyla sulanmasın topraklar! Ağıtlar yankılanmasın! Mezar başlarında pınarların sularıyla ıslansın topraklar... Düğünlerde halaylar çekilsin ve türküler yankılansın insanın olduğu her yerde... İşte bu kadar basit ve insanca hayallerdi kurdukları, buydu ütopyaları. Bunun için öldüler bu sebeple öldürüldüler. Bu kadar insana hayata yakışan düşünceler besledikleri ve bu düşünceleri korkusuzca savundukları için katledildiler.

    İşte Türkan Elçi ve Rakel Dink`in benzeşen konuşmaları kaybettiklerinin, dillerinin ve savundukları değerlerin benzeşmesinden ve düşündüklerini korkusuzca ifade etmelerinden beslenen aynı acının ortaklaştığı ve hatta özdeşleştiği; yalnızca tarihe değil geleceğe de sunulan en anlamlı ana öğütleri gibiydi. Aslında bir parça da ve belki daha fazlasıyla hepimiz sorumluyuz!... Korkaklığımızdan, ırkçı- şoven milliyetçi dalgalara karşı yeterince ve cesaretle gerektiği kadar ve cepheden açık, anlaşılır ve korkusuzca tavır alamadığımız için sorumluyuz!... Hayatı ve gerçeği, yaşamı ve insanı gereğince savunamadığımız için sorumluyuz!... Zulme ve zalimlere karşı beslenemediğimiz ve cesaretle ayağa kalkamadığımız için bu katliamlardan ve cinayetlerden sorumluyuz!... Toprağı,suyu,havayı ve güneş`i savunamadığımız için suçluyuz!.. Hep güneşe güneşe, ışığa ışığa gülümseyerek akan Fırat`ı ve Dicle`yi anlayamadığımız için suçluyuz!... İşte bu nedenlerle yalnızca Tahir Elçi`ye ve Hrant Dink`e karşı değil Türkan Elçi`ye ve Rakel Dink`e karşı da borçluyuz. Türkan Elçi`nin de dediği gibi ``O zaman gülümseyen yüzüne bir akşam indi...`` Onların gülümseyen yüzüne akşamların ve karanlıkların inmesinden sorumluyuz!... Aydınlıklar için, güneşli sabahlar için yeterince birleşik, örgütlü, bilinçli bir mücadeleyi öremediğimiz için ; onlara, eşlerine ve çocuklarına bir ömür borçluyuz!... Ama henüz herşey bitmedi. Şair Adnan Yücel`in dediği gibi; ``Bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek / Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek `` Ne zulüm sonsuza kadar sürer, ne zalim ölümsüzdür. Sonunda mazlumlar kazanır,halklar kazanır,insan ve yaşam kazanır.

İster coşkun, ister durgun aksın sonunda bütün nehirler denizlere ulaşır!.... 

 Bakınız Dehak`ın adını anan yok, ama demirci Kawa`nın çekicini örse vururken demire şekil verirken çıkan kıvılcımlar hala Newroz ateşlerinde ve meşalelerinde ışıldıyor. Yeni günler, yeni bir dünya kurma hayallerine ve mücadelesine evriliyor ve zalimliğin ve zulmün çağdaş DEHAK`larının yüreğine korku salmaya devam ediyor...