havadurum

Ofreneion'dan Erenköy'e... (11)

EV KAPILARINDA KİLİT OLMAYAN KÖY; ERENKÖY

3771
TARİH: Yalnızca bayramlarda, renkli elbiselerle, bir düzen ve disiplin içinde uygun adım yürüyerek, marş söyleyip, davul ve borazan çalmaktan ibaret değildir. Ne, niçin, nerede, ne zaman, nasıl ve kim sorularının ardına düşüp, araştırıp öğreniyorsak, tarihi bilmiş oluruz. Tarih yazımı, yüzyıllarca, 19’uncu yüzyıla kadar kralların, hanedanların, padişahların yaşamlarını, eğlencelerini konu edinen merkezlerdi, yani iktidar odaklıydı. 19’uncu yüzyılda; toplum, vatandaş, ulus kavramlarının keşfiyle, tarih yazımının şekli de değişmeye başlamıştır. Halk, vatandaş, ulus… bugüne kadar ancak destanlarda yer alıyordu, o da kuşaklararası söylemler yoluyla aktarılıyordu. Bu sürecin tamamında, siyasetin ruhu daima baki kalmıştır. 19’uncu yüzyılda tarih, toplumsal bellek yaratmış ve ulusların inşa sürecinde rol oynamıştır. 20’nci yüzyılda tarih, toplum merkezli olmaya başlamıştır. 
Erenköy’de, zamana ayak direyen Rum’lardan çeşme…

Tarihe, geçmişe, bugünün içinden bakıyorsak ve kendi duygularını, yani “şimdi”sini katıyorsa, geçmiş ölü sayılmaz. Geçmişin içinde bir tur atmak, mekanları dolaşmak, insanlarla empati yapmak, bugünü geçmişe taşımak, geçmişi bugüne taşıyarak, yönetenleri değil halkı doğrudan tanımaktan başka bir şey değildir. Osmanlı’nın, çok geniş bir coğrafyada, Osmanlı egemenlik örtüsünün altında yaşamlarını sürdüren, ulus olma çabaları içinde olan toplumlar ve bunların dışında farklı etnik topluluklar, var olma kavgası veren insanlar, tarihin  öznesi olma durumuna gelmişlerdir ve yaygınlaşmaya başlamıştır. Erenköy’ün yerel tarihi de bu kapsam içerisindedir. Her ne kadar çevre Türk köyleriyle sorun yaşanmıyorsa da, ilişkiler çok iyi olsa da çevre köyler için Erenköy, “Gavur Köy”dü, “öteki”ydi, arada görünmeyen duvarlar örülüydü. Erenköylü Rumların bir arada sağlam durmasını, dayanışmasını sağlayan şey, belki de bu dillendirilmeyen ama yaşanan gerçeklerdi. Yaşamın her alanında örgütlü olmaları, yaşamı da kolaylaştırıyordu. Erenköy’de, evlerin kapılarına kilit vurulmazdı. Hırsızlık yok, güven çoktu. 
Erenköy’de bulunan çeşmenin 2021 ve 1880’lerdeki görünümleri 

ERENKÖY’DE “TUÐLA” YAPIMI
Erenköy’de inşaatçılık ve taş ustalığının yanında, tuğla yapımı da gelişmişti. Tuğla yapımı için fabrika çapında üretim tesisleri yoktu. Her inşaat ustası, aynı zamanda bir tuğla imalatçısıydı. İnşaatlarda kullanacakları kadar tuğla üretiyorlardı. Tuğlalar, ev yapımlarında, odaların bölmelerinde, kemer yapımında, bahçelerinde veya mahalle meydanında yaptıkları ekmek fırını için kullanılıyordu. Tuğlaların üzerinde genelde, tuğlayı yapan ustanın isminin baş harfleri veya “OFRENEİON”un baş harfi ve “Renköy” yazılı olurdu. Şimdiyse, bulabilirsek, o tuğlaları, duvarlarda süsleme ve dekoratif malzeme olarak kullanıyoruz. 
Erenköy’de çeşme başında bir kadın…
 
ÇÖMKLEKÇİLİK: Erenköy (Gavur Köy)ün, meşhur olan bir yanı da “ÇÖMLEK” yapımıydı. Çömlek yapımıyla birlikte, su testisi, çatı kiremidi, su künkü, vazo …vb. malzemelerin yapımında ustaydılar. Her ne kadar “çömlek” konusunda Çanakkale’nin adı ön plana çıksa da çömlek yapımının merkezi Erenköy’dü. Çömlek buradaki ustalar tarafından üretilir, Çanakkale’de pazarlanırdı.  Sadece Çanakkale’de değil, Troia Bölgesi köyleriyle, Ezine ve Bayramiç bölgeleri bu tür ihtiyaçlarını buradan karşılıyordu. Gökçeada (İmroz) ve Bozcaada (Tenedos) da buralara dahildir. Öyle ki, hangi özelliğinden dolayı olduğunu bilmesek de “GAVUR KÖY’ÜN SARHOS ÇÖMLEKLERİ” diye marka olmuştu ve ünlenmişti. Yağ ve şarap için büyük “küb”ler, su testileri (tek kulplu veya çift kulplu) üç veya dört kulplu ağzı geniş, omuzda taşınan su kapları, çiçek saksıları, yoğurt kapları, süt kapları, toprak tencere ve topraktan yapılabilecek kullanım malzemesi burada yapılırdı.  Bazı ürünler, süsleme yapılarak satılırdı. Süsleme işini köyün genç Rum kızları yapardı. Süslemeler genellikle yöreye özgü geometrik motifler ve çiçek motiflerinden oluşuyordu. 
 
KÜNK: Suyu taşımak amacıyla topraktan yapılmış su borularıdır. Erenköy, yerleşim yerinin ortasından, kıyısından derelerin akmadığı, su sıkıntısının olduğu bir yerdi. Erenköy’ün fiziki yapısından ve deniz seviyesinden 218 metre yüksek olmasından, akarsu kaynağı olmaması, yeraltı su kaynaklarının azlığından dolayı Erenköy’ün su ihtiyacını bulundukları yerden daha yükseklerde aramışlardır. İşte, daha yükseklerde buldukları su kaynaklarının suyunu, topraktan yaptıkları “KÜNK”ler aracılığıyla köye taşımışlardır. Erenköy’ün suyu, köyün kuzeyinde, yaklaşık 6 kilometre uzaklıkta “KİRAZPINAR” mevki denen yerden toprak altına 50-60 cm uzunluğundaki toprak “KÜNK”ler döşenerek “CAZİBE” yoluyla akıtılarak getirilmiştir. 
Gökçeada’dan Erenköy’e ziyarete gelen bir Rum genci
 
ÇEŞMELER: Suyun, cazibe yoluyla yerleşim yerine gelmesinden sonra çeşmeler yapılmış ve aynı zamanda çeşme mimarisi de ortaya çıkmıştır. Yapılan her çeşmede gelen su, doğrudan akıtılmıyor. Çeşme iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm; Suyun depolandığı “HAZNE” bölümüdür. Diğer bölüm; haznenin önünde çeşme suyla insanların buluştuğu yer. Hazneler taş kemerli yapıdır. Gelen suyu depolar ve dinlendirme görevi yapar. Çeşme mimarisinin ortaya çıkması, su mühendisliğini de çeşmelerle ortaya çıkarmışlardır. Çeşmeler, insanların, hayvanların, kuşların, kısacası tüm canlıların birleştikleri merkezlerdir. Hayvanların su içmesini kolaylaştırıcı tarzda mimari yapıları vardır. Kirazpınar’dan suyun getirilmesiyle köyün her mahallesine çeşme yapılmıştır. Bundan başka, köyün dışında da en ufak su akıntısını veya su kaynağını çeşme yaparak kullanılır hale getirmişlerdir. Kuyular kazılmış, yağmur suları depolanmış, su içilmeyecek kadar kaba su olsa da mutlaka çeşme yapılmıştır. Bahçe sulamada veya çamaşır yıkamada kullanılmıştır. Ne yazık ki, köyün çevresinde yapılan yüzlerce çeşmeden üç-beş tane çeşme kalmıştır. Geriye kalanlar ise, taş yığınına dönüşmüş veya tamamen ortadan kalkmıştır. 
 
Önce köyün dışındaki çeşmeler ortadan kaldırıldı, gözden uzak olan çeşmeler yok edildi…
Çeşme başında sohbet eden Rum kızları ile Osmanlı askerleri…
 
DEFİNECİLER… DEFİNECİLER… DEFİNECİLER…
Rüzgarın esişini, suyun akışını, ağacın gölgesini, taş duvardaki çizikleri, akla hayale gelmeyecek şeylerden ilham alıp fantezi kurarlar, bir “MİT” yaratırlar ve onun gerçek olduğuna inanıp yollara düşerler. Defineciler için hiçbir şey engel değildir, yeter ki ona inansın. O artık hayallerini gerçekleştirme peşindedir. Hayallerini de hedeflediği noktadan çıkaracağı hazineyle gerçekleştirecektir. İşte en kolay hedef gözden uzak olan çeşmelerdir. Bu yolla köyün çevresindeki çeşmeler yok olmuştur. Yerinin var olduğu bilinen çeşmeler, ikinci, üçüncü kuşak defineciler tarafından teknolojik aletlerle tekrar, tekrar yoklanmıştır, kontrolden geçmiştir. Metruk evlerin tabanları mutlaka kazılmıştır, duvarlar delinmiştir. Yerli ve milli arkeologlarımız köy içindeki çeşmeleri de kontrollü olarak denetimden geçirdiklerinden “Schlimann” tarzı kazı yapamadıklarından dolayı üç-beş çeşme ayakta kalabilmiş, halen işlevini yerine getirip “HAYAT” vermeye devam etmekte, “TARİH” olarak ayakta durmaktadırlar. 
Erenköy’ün Rum’lardan kalan son tuğlaları…

Erenköy’ün altı büyük mahallesinde, altı tane büyük çeşme vardı ve bu çeşmelerden “KİRAZPINAR” mevkisinden gelen su akardı. Evler sularını bu çeşmelerden alırlardı. En çok sabah ve akşamüzeri kalabalık olurdu çeşme önleri. Sabah tarlaya, işe gidecek olanlar, tarladaki ihtiyacı için su almak zorundaydı. Çeşmelerin önlerinin en kalabalık olduğu saatler, tarladan dönüş saati, akşamüstüydü. Burada toplanırlar, sıraya girerek sularını doldururlardı. Çeşme başında su almak için kısa süreli toplanmalar, bir anlamda sosyal iletişim, haberleşme işlevini de görüyordu. Çeşme başında alınan haberler evde değerlendirilip yorumlanıyordu. Köyün geneli hakkında bilgilenmiş oluyorlardı. 
Erenköy’ün son çömlekleri
 
ÇEŞMELER… ÇEŞMELER… ÇEŞMELER…
Çeşme başında koyulaşan sohbetler nedeniyle ocakta pişen yemeği unutanlar oluyordu. Çeşmeler, genç kızların, genç delikanlıların buluşma merkeziydi aynı zamanda. Yeni başlayacak hayatların şekillenmesinde önemli rolleri vardı. Su içme, su isteme, su doldurma ve bu ortamda ortaya çıkan ilişki, burada başlayan diyalogların çoğu, evlilikle sonuçlanırdı. Her çeşmenin farklı bir adı olsa da ortak adları “AŞIKLAR ÇEŞMESİ” de diyebiliriz. 
 
Erenköy’de suyun dağdan akıtılmasında kullanılan toprak Künk…

ÇAMAŞIR GÜNLERİ; Erenköy’de çamaşırlar da ortak olarak yıkanırdı. Çeşmelere yakın olan bir alanda, büyük bir ateş yakılır, kazanlar buraya kurulurdu. Suyu taşıyanlar, ateşi yakanlar, çamaşırları yıkayanlar… tam bir iş bölümü yaparak “İMECE” usulü ile büyük bir işin üstesinden geliyorlardı. Genç kızlar, su taşıma, getir-götür işlerini yaparlar, anneler ise yıkama işlerini yaparlardı. Deterjan olarak, palamut odunundan elde edilen “KÜL” ve “ÇİVİT” kullanılırdı. “KÜL” yıkanan çamaşırları beyazlaştırıyor ve yumuşatıyordu. Çamaşır yıkamada en az yorulan, en çok ilgi gören anne, oğlu çok “yakışıklı” olan annelerdi. Genç kızlar, o annenin gözüne girmek, sempatik görünmek için hiçbir yardımı esirgemezlerdi. Erenköy’deki bu çeşme başları ayrı dünyaların yaşandığı anılarla, hatıralarla dolu… Nelere tanıklık etmiştir bu mekanlar, dilleri olsa konuşsalar kim bilir neler anlatırlar…