havadurum

Ofreneion'dan Erenköy'e (21)

İKİ KIYI GİBİYİZ. BİZİ AYIRAN DENİZ ASLINDA TEK BAĞIMIZ. SENİN ÜSTÜNDEN GEÇEN BULUT, BENİM YAĞMURUM. İKİ KIYIYIZ HEP, BİRAZ UZAK AMA SONSUZA DEK BİR ARADA.

3155
10 Nisan 1821`de Patrik V. Grigorios`un asılarak cezalandırılmasından sonra Mora Yarımadasındaki olaylar katliam düzeyinde bastırıldı. Bastırılmış olsa da Ege`deki adalara yine de yayıldı. Mora`nın dışındaki diğer bölgeler de Rum nüfusa ciddi bir darbe vuruldu. Mora`daki isyana köylü kesimini katan sınıf ruhban sınıfın alt kademesinde olanlardır. Köylüler seküler devrimcilerin söyledikleri "Cumhuriyet, laiklik" kavramları için değil, "Yunanistan" hayali ve Antik Yunan medeniyetini diriltmek için değil, Osmanlı saltanatından kurtulmak için katılmışlardı. Bu isyana millet kimlikleriyle katılmışlardı. Bu nedenle dil farklılığı, etnik farklılık isyana katılmada caydırıcı değildi. Bu isyancıların çoğunun dili Yunanca bile değildi. Arnavutça, Bulgarca, Ulahça ortak paydaları Osmanlı`dan kurtulmak, alt ruhban sınıftakilerde "Laiklik" kavramına inanmasalar da din devlet işlerinin ayrılmasını sonra çözümlenecek konular arasına bıraktı. Yunan devletinin kurulması davasında, seküler devrimcilerin yanında yer aldılar.
 
Avusturya ve Rusya`nın "Greek PROJESİ" olarak Mora`da Bağımsız Yunanistan Krallığını 1830`da kurunca, Yunan nüfusunun büyük çoğunluğu Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içinde kaldı. Yeni devlet Balkanların güneyinde küçük bir devlet olarak Mora Yarımadasında kuruldu.
 
Yunan nüfusunun büyük çoğunluğu Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içinde kaldı. Yunan nüfusunu içeren büyük Osmanlı şehirlerinden hiç birini kendine katamadı. Bu durum, yeni oluşmakta olan devlet seçkinlerinin beklentisini karşılamıyordu. Beklentilerinden çok uzaktı. Bu nedenle "ilhakçılık" yeni devlet için asli bir varoluş sebebi haline geldi. "Megali idea" fikri de "ilhak" ve "büyümek" için ortaya atılmıştır ve kaybedilen bütün Bizans topraklarını içermektedir. Oysa Bağımsız Yunanistan Krallığı çok ufak ve en yoksul kara parçasında kurulmuştur. Ama ortaya attıkları politikada "Yunan Krallığı Yunanistan`ın tamamı değildir. Yalnızca bir parçasıdır. Bir yunanlı yalnızca bu toprak parçası üzerinde yaşayan değildir. Yunan tarihi ya da Yunan ırkıyla ilişkilendirilen herhangi bir kara parçasında yaşayan kimse Yunanlıdır" diyerek "Biz daha büyüyeceğiz" mesajını vermektedirler.
 
Bu proje, Yunan kültürünü ve dilini benimsemeyi isteyen Balkanlardaki ve Anadolu`daki tüm Rum nüfusu hedefliyordu. Bu projenin tutması için esnek politikalar uygulanmalıydı. Yunan dilini ve kültürünü kabul etmeyi istedikleri takdirde, Yunan ulus devletine katılabilirlerdi. Çünkü; Balkanlar`da Türkçe konuşan yerel Hristiyan bir topluluk, Arnavut, Bulgar, Ulah çok akışkandı. Bugün Bulgar olan yarın Yunan, bugün Yunan olan yarın Bulgar olabiliyordu. Bir Ortodoks olan Arnavut`un seçenekleri daha fazlaydı. Balkanlarda bu tavırlar yadırganmazdı. Büyümeyi hedefleyenler bu tablo üzerinden politikalar geliştirmek zorundaydılar.
 
Yeni kurulan Yunan devleti, tüm bu projelerini hayata geçirmek için Ekümenik Patrikhaneyle bağların koparılması ve bağımsız Yunanistan Kilisesi kurulmasına karar verildi. Bu karar devletin egemenliğini yabancıların müdahalelerinden korumayı hedefliyordu. Patrikhaneyi Osmanlı Sultanının piyonu olarak görüyordu. Yeni hükümet bünyesindeki Patrikhane mallarının tamamına el koydu. Devlet kilisesinin kurulmasıyla, Devlet dini kontrol altına almış oldu. Kilise devlete rakip aktör olmaktan çıkartılmış, yeni Yunan ulus devlet inşasında hizmet eder konuma getirilmiştir. Bağımsız Yunan kilisesinin kurulması, Ortodoks dünyasında tek otorite olan Patrikhaneye büyük darbe olmuştur. 1833`te tek taraflı olarak kurulan Yunan kilisesi 1850`de Patrikhane Yunan kilisesini resmi olarak tanıdı. Bu tanınmadan sonra Rum, Bulgar, Sırp, Romen, Arnavut, Arap bölünmelerine yol açtı. Ardışık kopuşlar ve ayrışmaların başında Bulgar Ekserhanesi (Bulgar Ortodok Kilisesi) geliyordu. Balkanlarda yaşayan geniş etnik toplulukların bağlılığını kazanmak kendi şemsiyeleri altına almak için Bulgar ve Yunan milliyetçileri arasında çok yoğun bir rekabet başlamıştı. Ekümenik Patrikhaneye bağlılığı Yunan milliyetçiliğine bağlılıkla özdeşleştiren, Yunanlıların karşısında Ekserhaneye bağlılığı Bulgar milliyetçiliğine bağlılıkla özdeşleştiren Bulgarlar vardı ve ortada farklı etnik yapıda ama ortodoks olan Balkan toplumları vardı. Bunları kendine bağlı hale getirerek üzerinde yaşadıkları toprakları da sahiplenerek büyümeyi hedefliyorlardı.
 
Yunanlılar ve Bulgarlar milli kimliklerinin pekiştirilmesinde din faktörünün önemini kavramışlardır. Bu süreç "Bulgar-Hristiyan"-"Yunan-Hristiyan Sentezi" olarak kendini gösteriyordu. Milliyetçilik ve din uzlaşma yolunu seçmişti.
 
Bu gelişmeler aynı zamanda ileride ortaya çıkacak "Balkan Savaşları`nın" alt yapısını da oluşturuyordu. Yunan coğrafyasının dışında yaşayan Rumlar bu gelişmelerden doğrudan etkileniyor kimisinin haberi bile olmuyordu. İmparatorluk coğrafyasında yaşayan Rumlar homojen bir alanda olmadıkları farklı noktalarda yaşadıkları için etkilenmeleri de farklıydı.
 
Bu noktalardan biri de Erenköy`dü. Erenköy`de yaşayan Rumlar bu gelişmelerden doğrudan etkilenmiyor ama duyarsız da kalınmıyordu. Geleneklerini, göreneklerini devam ettiriyorlardı.
 
KLİDONAS YORTUSU
Yollarda ateş yakılır, mayıs çelenkleri hazırlanırdı. Yakılan ateşin üstünden büyük küçük herkes üçer kez atlardı. İnanca göre ateşin üstünden atlayanlar hastalık ve kötülüklerden korunuyordu. Üç kız hiç konuşmadan üç ayrı çeşmeden su alır, aldıkları suyu bir küpe doldururlardı. Toplanan tüm kızlar yüzük, kolye, bilezik gibi kendine ait şeyleri küpe atar sonrada küpün ağzını kırmızı bir bezle örterlerdi. Dileklerini kitlemek için küpü balkona çıkartırlar ve bir gece yıldızların altında bekletilirdi. Yortunun arifesinde küp açılırdı. Küpü açan kız kilitçiydi. Diğer kızlar onu süslerlerdi. Başına giydiği kırmızı tülbenti çiçeklerle donatırlardı. Tüm mahalle küpün açılışına katılırdı. Kilitçi kız küpün içindeki takıları çıkartıp sahiplerine vererek onlara birer mani okurdu ve gelecekleriyle ilgili yorumlar yapardı. Kurşun eritilerek küpün içine atılır kurşunun alacağı şekille eşlerinin ne işle uğraşacağını anlamaya çalışırlardı.
 
EKİN DÖNEMİ: Ürün alma dönemlerinde evin her yeri kutsanırdı. Bir nar kırılır ve narın parçaları gibi nasıl doluyorsa tarlalarım böyle bereketli olsun duası yapılırdı. Yağmur yağmadığı seneler bütün köylü yağmur duasına çıkar, yağmur yağması ve o yılın bolluk ve verimli olması için dilekte bulunurlardı. Özel bir gelenekte küçük bir kız çocuğu çiçeklerle süslenir ve köylüler şarkı ve Türklülerle bütün köyü gezdirirlerdi.
 
HALKIN UYGULADIĞI TIP YÖNTEMLERİ
Halk, hastalıkların üstesinden ancak tanrının ve yerel azizlerin güçleri ile gelinebileceğine inanıyorlardı. En önemli çözüm papaz tarafından yapılan ayazma töreniydi. Yüksek ateşi olanlar, papaz tarafından okunmuş, kutsanmış suyla yıkanırdı. Bu yıkanmanın o hastayı iyileştireceğine inanılırdı. Yaşlı kadınlar yaraları otlardan yapılmış özel kremlerle tedavi ederlerdi. Köyde pratisyen hekimde mevcuttu. Ağır vakalara hekim bakardı.
 
ÖLÜ BUĞDAY EFSANESİ
Troia kazılarında küplerde saklanmış o güne ait buğdaylarda bulunmuştur. Kazılarda çalışan Erenköylü işçiler bu buğdayları alarak tarlalarına ekerler be ciddi anlamda verim alırlar. Kazılarda çıkarılan buğdayların ekildiği tarlalara "ÖLÜ BUĞDAY" tarlaları adı verilmiştir. Bu araştırılması gereken önemli bir konudur. 
 
FRANSIZ DEVRİMİNİN BALKANLARA ETKİLERİ:
1789`da Fransa`da gerçekleşen devrim, düşünce bazında Avrupa`nın güney batısında yaşayan Osmanlı`nın eyaleti olan topraklardaki etnik toplulukları ciddi anlamda etkilemiştir. Osmanlı`nın yıllarca bu farklı etnik toplulukları birbirine düşürerek, çatıştırarak yönetmeyi kolaylaştırmışlardır. Bu formül tutmamaya başlamıştır. Abdülhamit`in Selanik`ten İstanbul`a getirilirken kendisini getiren görevli subaylara söylemiş olduğu söz Osmanlı`nın Balkanlar`daki politikalarının en açık örneğidir. "Rum komitacılara, Bir Bulgar Ortodoks kilisesi yaktıramadınız mı?" Bu politikalar artık dikiş tutmuyordu. Balkanlar kaynayan kazan gibiydi. Birlikte yaşama büyüsü bozulmuş bastıkları toprak kaygan hale gelmişti. Tarihte örneği olmayan tek savaştı beklide hem üzücü, hem heyecanlı, hem de siyasal anlamı ve sonucu olan bir savaştı.
 
Avrupa ülkelerinin "doğu sorunu" olarak adlandırdığı içinden çıkılmaz bir konuymuş gibi gözüken Balkanlarda her biri Osmanlı`nın eyaleti olan dört küçük devlet Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ bunların daha düne kadar birbirlerini boğazlayan bu toplumlar Fransız Devriminin etkileriyle özgüven kazanmışlar, harekete geçmişlerdir.