havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

ŞENGÖR,DÜNDAR,GÜL VE ABDULLAH TKP`Sİ

Bu yazıda bir Rus uçağının düşürülmesinden,hükümetin Suriye politikasından falan söz etmek istemiyorum.

908

  Bir profesörün hatta ünlü bir profesörün işkence mantığından işkenceyi  ele alış tarzından söz etmek istiyorum. Hani her deprem sonrası ekranlarda aşina olduğumuz Celal Şengör`ün insanlara kibarca söylersek ``dışkı``,kitabın ortasından söylersek zorla ``bok`` yedirmenin işkence sayılamayacağı görüşleri üzerine birkaç satır yazmak istiyorum. Ey Celal Şengör Efendi! İnsan hakları,hukuk,uluslar arası normlar (Bu kavramları yazmaktan bıktım usandım!...) konusunda cehaletinizden söz edemeyiz!... İnsan onuru,erdem vb. kavramlarda da değerlerden de bir haber misiniz?!... Bu nasıl bir çürümüşlük!... Bu nasıl vicdani ve ahlaki deformasyon!...Aklım almıyor!...

Celal Şengör efendiye uzun uzadıya  laf yetiştirmeyelim. Madem ki neyin işkence sayılıp sayılmayacağı konusuna el atmış kendisine yeni bir uzmanlık alanı seçmiş o halde biz de kendisine bir soru yöneltelim. Ey Celal hoca şimdi sana zorla Çengelköy’ün hıyarlarından ve hatta en organiklerinden taze bir hıyarı zorla ve hatta üstünü başını soymadan takım elbiseli ve kravatlı haliyle yedirmeye kalkışsak bu işkence sayılır mı sayılmaz mı? Bak öyle -affedersiniz- bok falan değil Çengelköy’ün taze organik bir hıyarını zorla yedirmekten söz ediyoruz, ne dersin?

     İkinci değinmek istediğimiz konu Can Dündar ve Erdem Gül`ün tutuklanması. Basına yansıyan ilk haberlere göre ``Devlet sırlarını ifşa etmek, casusluk ve terör örgütüne yardım .`` Hangi ülke yararına casusluk yaptığını, hangi terör örgütüne yardım ve yataklık yaptığını ve yine hangi terör örgütünün propagandasını yaptığını tutuklama kararını veren yargıç sanırım açıklar. Ama biz bir şey söyleyelim bu karar ve tutuklama için açıklanan gerekçeler sanırım Cumhurbaşkanı,hükümet yetkilileri ve ``sahibinin sesi`` olmaktan başka bir özelliği olmayan malum medya organları dışında geniş bir kesimi ikna etmeye yetmeyecektir.  Bu karar ne Can Dündar`ın ne Erdem Gül`ün başını öne eğdirecek, onların onurunu zedeleyecek bir karardır. Aksine halkın haber alma hakkı, basın ve ifade özgürlüğü adına Dündar ve Gül`e onur kazandıran bir karardır!... Çoğunluğun vicdanı bunu böyle kabul edecektir ve tarih bunu böyle yazacaktır!... Bu konuya ilişkin fazlaca söz söylemeye gerek yok ama kıyaslama yapılması açısından bir örnek aktarmak istiyorum.

   Galiba kasım ayının ilk haftasında Der Speigel ( Alman dergisi) dergisi Alman Federal Haber Alma Teşkilatı BND`nin bir çok devlet yetkilisini daha doğrusu Almanya`nın dost ve müttefik olarak kabul ettiği devlet yetkililerini, kurumları, bir çok örgütü dinlediğinin haberini yayınladı yani BND`nin  istihbarat faaliyetlerini, kimleri dinlediğini ifşa etti. Dikkat BND ``yerli,milli,safkan Alman bir örgüt.`` İşte Der Speigel (ki o da milli ve yerli bir Alman dergisi) Kendi ülkesinin istihbarat örgütünün kirli çamaşırlarını açığa çıkardı. Der Speigel hakkında bugüne değin ne ``vatan hainliği`` ne ``casusluk`` ne de ``terör örgütleri propagandası yapmak`` iddiasıyla bir soruşturma açılmış değildir. Aksine Avrupa ve Alman kamuoyu Der Speigel`in gazetecilik görevini yerine getirdiği düşüncesinde birleşmiştir. Hiç bir Alman sağcısı ``devlet sırrını niye açıklıyorsun?`` diyerek adı geçen derginin yakasına yapışmamıştır. Bu hatırlatmayı sadece Can Dündar ve Erdem Gül`ün tutuklanması üzerine düşünmek isteyenler için not etmek istedim.

   Bir örnek de olumsuz bir örnek olarak kendi tarihimizden not etmek istiyorum. Hani herkesi çok kolayca örgüt bağlantısı içerisine alabiliyoruz ya, gülümseten bir örnek olsun. 12 Mart döneminde öğretmenlik yapan Abdullah diye bir yurttaş arkadaşlarına mektup yazar. Arkadaşına yazdığı mektupta ``B nerede çalışıyor, C ile haberleşiyor musun? D den haber alırsan bana da bildir,adresini bana da yaz.`` gibisinden mektuplar. Unutmadan Abdullah öğretmen TÖS üyesidir. Ankara``da öğretmenlik yaptığı yıllarda daha doğrusu 70`li yılların ortalarında bir arkadaşım beni Abdullah öğretmenle tanıştırdı. Hikayeyi Abdullah`ın kendisinden dinledim. Bu mektupların sonucunda ne olmuş biliyor musunuz? Abdullah ve onun yazıştığı mektuplarda adı geçenler 12 Mart`ın cunta yönetimi tarafından bir örgüt kabul edilmiş hiçbir örgütle bağlantı kuramadıkları için de konu dava dosyalarına Abdullah TKP`si olarak geçmiş. 70`li yıllarda TÖB-DER üyeleri arasında bu ``Abdullah TKP`si`` mizahi bir konu olarak sohbetlerin gülümseten bir yanını oluşturmuştu uzun bir süre..

   Ne zaman zorlama bir örgüt bağlantısı haberini duysam Abdullah`ı ve Abdullah TKP`sini hatırlarım...

ACI BİR NOT : Önce,insanı ve yaşamı anlamlandıran kavramları;barış ,demokrasi, adalet ve hukuk kavramlarını çarpıttılar yok ettiler sonra bir cinayet iklimi yarattılar barış savunucularını  adalet ve hukuk talebiyle mücadele veren insanları katlettiler.Kirlenmiş, kirletilmiş politikalarına kan bulaştırdılar.Cumartesi günü insan hakları savunucusu ,hukukçu, Kürt halkının yiğit evladı, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’yi güpe gündüz güvenlik güçlerinin gözleri önünde alçakça katlettiler.Bu büyük acıyı asla unutmayacağız. Başta Kürt halkı olmak üzere barış isteyen , demokrasi isteyen, adalet ve hukuk isteyen kısacası insanım diyen herkesin başı sağ olsun.Üzüntümüz büyüktür,öfkemizde öyle …. Bu arada yaşamını yitiren güvenlik mensuplarının ailesi ve yakınlarına başsağlığı diliyor acılarını paylaşıyoruz.

 

Tahir Elçi’nin savunduğu ve uğruna öldüğü değerleri  sonuna kadar kararlılıkla savunmak bizlerin  bir yurtseverlik ve namus borcudur.Cellatlara rağmen ,katillere rağmen , faşizme rağmen , kardeşlik kazanacak , halklar kazanacak ,emek kazanacaktır.Bir kez daha acımızı yineleyerek acı duyan herkese baş sağlığı diliyor bu katliamı lanetliyoruz.