havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

ŞİDDETİN VE ERKEK EGEMEN KÜLTÜRÜN DAYANAKLARI VE KAYNAKLARI

1163
     Türkiye, son günlerde şiddeti çok geniş ve kapsamlı biçimde tartışıyor. Elbette şiddet yeni bir olay değil ancak son günlerde şiddetin ve şiddet olaylarının kapsamlı bir biçimde tartışılmasını zorlayan haklı nedenler ve olaylar yaşandı. Biz bu yazımızda, şiddetin kaynağına ve yeniden üretilmesine kısaca değinmenin gerekli olduğunu düşünüyoruz.
     Sınıflı toplumlarda; mülkiyetin özel karakteri ile üretimin ve üretim ilişkilerinin toplumsal karakteri arasında var olan uzlaşmaz karşıtlık ve bu karşıtlıkların bir ürünü olarak ortaya çıkan devlet mekanizmasını anlamadan şiddeti ve onun temellerini anlamak ve şiddeti yeryüzünden silip atmak olanaklı görünmüyor.
     Devlet, başka şeylerin yanı sıra şiddetin ve şiddet kültürünün genelleşerek yeniden üretilmesinin en temel aracıdır. Sınıflar arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı; şiddet yoluyla sürekli kılmak, egemen sınıfın üretilen toplumsal değerlerden aslan payını almasının garantiye alınması devletlerin en temel ve en işlevsel görevi olarak karşımızda durmaktadır.
     Başta emperyalist devletler olmak üzere sınıf egemenliğine dayalı tüm devletler, başka ülke kaynaklarını yağmalamak ve yağmalayıp, sömürdükleri ülkelerin halkları ile olan çelişmelerini çözmek için şiddeti kullanırlar. Yalnızca başka ülkelerin halkları için değil, kendi halklarını da sömürmek için onları uysal köleler haline getirmek için kullandıkları en temel `çözüm yöntemi` şiddet ve şiddet araçları ola gelmiştir.
     Devletler, silah tekelini ve diğer tüm şiddet araçlarını bu nedenlerle kendi ellerine toplamışlardır. Silah kullanma tekeli ve ayrıcalığı yalnızca devletlere ait bir gerçekliktir. Konuya ilişkin bütün yasal düzenlemeler, şiddet kullanmayı meşrulaştırmak üzerinden şekillendirilir.
     Kimler şiddetin hedefidir; sömürge ve bağımlı ülke halkları, işçi sınıfı ve diğer halk kesimleri ve kadınlar... Sömürü düzenine karşı çıkan siyasi iktidarları eleştiren aydınlar, yazarlar, gazeteciler ve düşünürler...
     Nasıl ki toplumlar ve toplumsal ilişkiler, her gün ve her koşulda yenilenir ve kendisini yeniden üretirse şiddet de aynı eksen üzerinde kendisini yenilemek, yeniden üretmek, yeni biçimler ve söylemlerle şekillenme çizgisi izler. Çelişkilerin keskinleşmesi, şiddetin daha doğrudan ve yalın biçimde açığa çıkmasının koşullarını ve hatta nedenlerini oluşturur. Şimdi bir cümleyle söylersek, TBMM gündeminde olan iç güvenlik yasa tasarısı; keskinleşen toplumsal çelişkileri, halk muhalefetini önlemeye yönelik şiddetin yeniden üretilmesinin yasal kılıflar ve gerekçelerle perdelenerek, toplumun önüne getirilmesinden başka bir anlam taşımaz.  
     Bu kısa ve genel belirlemelerden sonra yaşadığımız olaylara da bir göz atmak da yarar var sanırım.
     TBMM`de görüşülen iç güvenlik yasa tasarısı nedeniyle ortaya çıkan şiddet görüntülerini, iktidar milletvekillerinin saldırganlığını anlamlandırabiliriz. Düşünün ki, TBMM iç tüzük hükümlerine göre muhalefet haklarını ve düşüncelerini ortaya koymak isteyen milletvekilleri saldırıya uğruyor, darp ediliyor ve yaralanıyor. Şiddetin, TBMM`ye ulaştığı bir ülkede sıradan yurttaşların şiddetin hedefi olmamaları elbette düşünülemez.
     Yolsuzluklarını, hırsızlıklarını gizlemek isteyenler; elbette öncelikle sokakları terörize ederek, halkı korkutarak, muhalefeti sindirerek durumdan sıyrılmaya çalışacaklardır!...
     Bir başka örnek, Antalya`da bir okulun kadın müdür yardımcısı, erkek sınıf başkanlarını toplayarak; etek boyları kısa olan kızları taciz etmeleri için bir tim kurmalarını öneriyor... Taciz timi!... Ve bir kadın yöneticinin önerisi…
     Taciz; en aşağılık, en ahlaksız bir şiddet biçimidir. Bu tacizi öneren kim olursa olsun aynı sıfatları fazlasıyla hak eder. Ama bir cümleyle de olsa şunu belirtelim; erkek egemen kültür ve bu kültürün bir sonucu olarak ortaya çıkan her türlü şiddet, yalnızca erkeklerin ürettiği bir kültür değil, bu kültür(erkek egemen kültür) aynı zamanda kadınlar tarafından da yeniden üretilir. Ailede üretilir, okullarda üretilir, diğer kurumlarda üretilir. Bu durum, kadınlar açısından kendi çıkarına olmayan bir kültürün yeniden üretilmesinin aracı olması, bir yabancılaşmadır. Ve tehlikenin başka bir boyutuna işaret eder. Bir kadın yöneticinin taciz timi kurma önerisini bu çerçevede ele alıyor, bir yabancılaşma olduğunu söylüyor ve anlamlandırıyoruz.
     Kaynağını, sınıflı toplumdan alan ve devletler eliyle kurumsallaştırılıp genelleştirilerek bir kültür haline getirilen bütün toplumsal ve sosyal ilişkilere damgasını vurarak yeniden üretilen şiddet ve erkek egemen kültür iç içe geçmiştir. Bu nedenlerledir ki sınıf egemenlik sisteminin; kapitalist, feodal düzenleri ve bu düzenlerin toplumsal sistemlerin, ideolojilerine, politikalarına, kültürüne karşı çıkmadan yeni ve özgür bir toplumu hedeflemeden şiddeti ve erkek egemen kültürü tarihten silmek olanaklı değildir!...
     Bir kez daha yineleyelim kadınlar, bağımsız kadın örgütlenmeleri de dahil olmak üzere hayatın her alanında bütün toplumsal üretim birimlerinde komşuluk ilişkilerinde örgütlenip mücadele etmeden, kalıcı sonuçlar elde edemezler. Eğer sorunun esas kaynağı üretimin toplumsal karakteri ile mülkiyetin özel karakteri arasındaki çelişkide yatıyorsa ve bu temel üzerinden örgütlenmiş olan toplumsal sistemleri değiştirmek gerekiyorsa, kadınların; ezilen  ve sömürülen sınıf kardeşi erkeklerle, kendi özgül ve özgün sorunlarını unutmadan bu alandaki mücadeleden geri durmadan diğer sınıf kardeşleriyle birleşmeleri güç birliği yapmaları kaçınılmaz tarihsel bir zorunluluktur. Ülkemizde son zamanlarda yaşanan şiddet olaylarını ve siyasi iktidar sahiplerinin tüm aldatıcı söylemlerini, kadınları aşağılayan söylemlerini bu genel çerçeve içerisinde değerlendirmek gerekiyor. Grevleri yasaklayan, sokakları gösterilere kapayan anlayışın kaynağı nerede ise kadına uygulanan şiddetin kaynağı da aynı noktalarda aranmalıdır.