havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

SORUMLU OLAN SİYASİ İKTİDARDIR

1350
                Nereden başlamalıyız bu yazıya; günlerdir yapılan tartışmaları, suçlamaları, savunmaları; karşı suçlamaları, karşı savunmaları nasıl sadeleştirip durumu anlaşılır kılabiliriz. İsterseniz öncelikle hükümet cenahının söylemlerinin ana temalarını basitleştirerek sıralamaya çalışalım.
                Neler söyleniyor; öncelikle rüşvet, yolsuzluk, ihaleye fesat karıştırma, kara para aklama iddialarını Başbakan nasıl özetliyor, onu ifade edelim.
1)      Bir “siyasi mühendislik” var.
2)      Devlet içinde “paralel bir devlet” var.
3)      Yargı ve Emniyet içerisinde bir çete oluşumu var.
4)      Son olarak Yalçın Akdoğan’ın bir ifadesini de yazımıza not düşelim; “orduya kumpas kuruldu.”
5)      Bu komplonun veya siyasi mühendisliğin arkasında faiz lobisi, dış ve iç mihraklar bulunuyor.
 
Bütün bu tezlere ve savunmalara karşı, biz sıradan yurttaşların aklına şöyle bir sorunun gelmesi kaçınılmaz oluyor; “siyasi mühendisliği” planlayanlar, “paralel devlet” oluşturanlar, “çete” kuranlar, “orduya kumpas kuranlar”; sizin devr-i iktidarınızın bir ürünü ve sonucu değil mi!? Ya da soruyu yumuşatarak soralım; hükümetinizin bugün şikayet ettiğiniz oluşumlar gerçekleşirken bir zaafı, sorumluluğu, ihmali yok mudur!? Veya biraz daha yumuşatarak soralım; hükümet içerisinde ve bürokraside bulunanların kusurları olmamış mıdır!? “paralel devlet” yaratılırken, “çete” palazlanırken, “orduya kumpas kurulurken”; siz bu ülkeyi yönetmiyor muydunuz!? Hadi yargı bağımsızdı diyelim, sizin denetiminizde değildi diyelim; ya yasama en önemlisi de yürütme organının başında başkalarımı bulunuyordu. Bu süreçte hükümetiniz, istihbarat örgütleriniz ne işle iştigal ediyorlardı da; bugünkü vahim durumu fark edemediler!...
                Hükümet yetkilileri bu soruların cevaplarını aramak, bulmak yerine kendilerine yeni bir savunma hattı örmeyi yeğlemiş görünüyorlar. Bir cümle daha söylemeliyiz; bugün söyledikleri her şeyin, savundukları tüm tezlerin tam karşıtı olan görüşleri; daha önceki davalarda ve gelişmelerde söylediklerini, yakın tarihin gazete manşetlerine bakarsanız görürsünüz. Biz bunları açığa çıkarmak, kanıtlamak gibi beyhude bir çabanın içerisine girmeyeceğiz. Ama küçük bir anımsatmayı da yapmadan geçemeyeceğiz; şimdi hedefe aldığınız ve bütün kötülüklerden sorumlu tuttuğunuz Fethullah Gülen ile ilgili en kalbi duygularınızla, en dokunaklı sesinizle “hasret bitsin”, “Türkiye’ye geri dön” çağrılarını yaptığınız günlerin üzerinden daha çok fazla zaman geçmiş değil!...
                Hükümetin yenilemek istediği savunma hattının merkezinde “ ikinci İstiklal Savaşını yapacağız”, “siyasi mühendisler çözüm sürecini baltalıyor”, “bedduaları dualarınızla gömün”, “bunlar Deniz Baykal’a da tuzak kurdular, MHP’ye de kaset tuzakları kurdular” görüşleri yer tutuyor. Burada öngörülen hükümet stratejisi, sadeleştirerek söylersek; dindarları, anti-emperyalistleri, özel olarak da Amerikan karşıtlarını, çözüm sürecinden yana olan Kürtleri, Baykalcıları yani CHP tabanının en azından bir bölümünü ve MHP tabanını seferber ederek geniş bir cepheyi yedeklemek ve örgütlemek istiyor. Somut hedef olarak da bu sıralamaya çalıştığımız kesimlerin yerel seçimlerde AKP’ye oy vermelerini sağlamak istiyor. Bu savunma hattının daha doğrusu savunma stratejisinin hayat içerisinde, toplumda nasıl bir karşılık bulacağını göreceğiz. Öngörülen, gerçekleştirilmek istenen bu savunma hattının başarıya ulaşması imkânsız değil ama imkânsızdan daha zor diyebiliriz. Burada kastettiğimiz şey yalnızca gerçekleşecek olan oy oranları değildir elbette. Hükümet, kendisine yöneltilen tüm iddiaları etkisiz kılarak sorumluluğu başka güçlere yükleyerek halkı ikna edebilecek mi, bunu da göreceğiz!...
                Bir kez daha söylemeliyim, bugün söylenenlerle dün söylenenleri tekrarlayarak düşülen çelişkileri anlatmak için sayfaların yetmeyeceğinin farkındayım ama konunun benim gibi sıradan yurttaşlar açısından anlaşılması için bir örnek vermek istiyorum; karakola giden bir yurttaş karakolda kendisine nasıl davranıldığına bakar, davranış sahibi emniyet görevlisinin “paralel devlet” mensubu mu yoksa gerçek devlet temsilcisi mi, “çete” mensubu mu, “cemaatçi mi” olduğuna bakmaz. Her koşulda sorumlu siyasi iktidardır, yürütme organıdır. Yürütme erkinin temsilcileridir. Veya yargı yurttaşın hak ve hukukunu korumuyorsa, sorumlu savcıların, yargıçların hangi hükümetin iddia ettiği yapıya mensup olduğu vatandaşın sorunu değil, doğrudan doğruya siyasetin, hukukun ve bu alanlarda yasalar yapma yetkisine sahip olan erklerin sorunudur. Hani Başbakan sandık diyor ya, biz yarın seçimlerde cemaat için, Fethullah Gülen için oy kullanmayacağız; hükümetin mensup olduğu parti için ve ya diğer partiler için oy kullanacağız.
                O nedenledir ki bir an için, bir saniye için Başbakan Erdoğan’ın tüm karşı iddialarının; “paralel devlet”, “çete”, “faiz lobisi”, vb. doğru olduğunu varsayalım; bu Başbakan Erdoğan’ın ve onun hükümetinin sorumluluğunu hukuken ve siyaseten ortadan kaldırmaz. Her iki durumda da ister iddialar gerçek olsun ister yalan, durumdan birinci dereceden sorumlu olan siyasi iktidardır. Erdoğan’ın başında bulunduğu hükümettir. On bir yıldır AKP Hükümetinin uyguladığı politikalar, Türkiye’yi bu noktaya getirmiştir. Eğer bugün hukuk kilitlenmişse, savcı ve başsavcısı karşı karşıya getirilmişse, emniyet güçleri savcının talimatlarını yerine getirmiyorsa; bunun sorumlusu bu ülkeyi yönetenlerdir.
                Tüm yaşananlar, bırakınız hukukun üstünlüğünün egemen olduğu demokratik bir ülkede, bırakınız hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir ülkede, bir anayasası olan hukuk devletinde yaşanması ve hatta yaşanacağının öngörülmesi imkânsız olan durumlardır.
                Köşenin sınırlarını zorlamadan şunu söyleyebiliriz; ortaya çıkan şey bugüne değin sıkça tekrarlanan kuvvetler ayrılığı ilkesinin ne denli geçersiz olduğunu göstermekten başka bir anlam taşımıyor. Türkiye’nin bir temizlenmeye, arınmaya, kirlerinden ve lekelerinden kurtulamaya ihtiyacı vardır. Bunu yapacak tek güç, gerçek güç; demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, iktidarların eleştirilmesine ve denetlenmesine hayati derecede ihtiyaç duyan milyonlarca Türkiyeli emekçiden, onun örgütlü aklından başka bir güç değildir!...
                Hiçbir söylem, ileri sürülen tez; iktidarın sorumluluğunu ortadan kaldıramaz!...