havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Sanat ve piyasacı eleştirinin çöküşü

1713
Sanat gazetecisi Sarah Thornton; “komisyoncuların şef garsonu olduk” diyerek mesleğini bıraktığını açıklamış; sanat, piyasa, eleştiri-eleştirmenlik alanlarına ve disiplinlerine yönelik bir tartışmanın fitilini de yeniden ateşlerken, temel bir soruna da dikkat çekmiş oldu. Gerçekten eleştirmenler, komisyoncuların “şef garsonu” mu olmuşlardı!… Yoksa sanatı; piyasaya bağlamak isteyenağlayan eleştirmenliğin çürümesinin dayanılmaz bir hale gelmesine isyan etmenin vardığı son nokta mıydı!...
Ama buradan başlayan-başlatılan tartışmanın “kendisi”; eleştirinin, sanatın ve piyasanın günümüzde geçerli olan ilişkilerini sorgulamaya, yeni sonuçlara ulaşmaya katkı yapacağını düşünerek olumlanabilecek bir tutum olarak ele alabiliriz.
 
Sanatın metalaştırılması ve piyasaya sürüklenmiş olmasının, sanat adına yarattığı, yaratacağı doğal ve kaçınılmaz sorunları bir an için öteleyerek, doğrudan eleştirinin itibarsızlaştırılmasına ve çöküşe uğramasına neden sayabileceğimiz bir kaç noktayı, yine kapitalizmin o genel, devasa piyasasından soyutlamadan dillendirmeye gayret edelim.
 
Eleştiri, eğer sanatın beslendiği temel kaynaklardan; doğadan ve toplumdan, tek sözcükle söylersek hayatın kendisinden beslenmiyor, kaynaklanmıyorsa; kaçınılmaz olarak sanatın anlaşılmasına, sanat bilincinin ve kültürünün gelişmesine, toplumsallaşmasına katkı sunmak yolundan saparak sanat adına tüm gelişmelerin önünde bir ayak bağı, piyasanın hizmetine girmiş bir getir-götürücü olma yolunda ilerlemesi, yabancılaşması beklenmeyecek bir sonuç değildir.
 
Sanatla aynı kaynaktan beslenen ve onun üzerinden yükselen bir eleştiri; sanatla değil, piyasa ve onun tüm değerleri (!) ile çelişir, çatışır ve kendi varlığını buradan şekillendirir ve yeniden üretir. Piyasanın, sanatı ve sanat eserini kendi sınırları içerisine çekerek büyük kârlar elde etmek istediği ilişkilere karşı çıkmadan, çatışmaları göze almadan eleştiri ve eleştirmenlik sanat adına olumlu bir pozisyon tutamaz.
 
Aksi tutumun eleştiriyi ve eleştirmeni sürüklediği nokta ise; reklamcılığa, tanıtımcılığa, piyasa hizmetkârlığına ulaşmış, sanat karşıtı bir figür görüntüsünden ve rolünden ibaret olur.
 
Eleştirinin içeriğini ve eleştirmenin tarihsel rolünü; sanat eserinin anlaşılmasına, sorgulanmasına, sorularla sanat eseri konusunda yeni ufuklara ulaşılmasına, sanat bilincinin, sanata olan ilginin ve giderek bir sanat kültürünü genişletip derinleştirmesine ve bütün bunların toplumsal karşılıklarını yaratmasına katkı sunması sanıyorum temel bir işlev olarak beklenen ve bilinen, ihtiyaç duyulan gerekliliktir diyebiliriz.
 
Bunun karşıtı tutum, eleştiriyi ve eleştirmeni piyasanın dümen suyuna ve yörüngesine girmekten alıkoyamaz. İşte eleştiriyi ve eleştirmeni itibarsızlaştıran, yıkıma uğratan nedenlerin aranması gereken noktalardan birisi olarak bu duruma işaret edebiliriz.
 
Belki sanat ile piyasaya bağlanmış sanat eleştirisi arasında ortaya çıkan çelişkilerden birisi de; sanat eserinin gerçekleşme süreci, sanatçı ile sanat eseri arasındaki ilişkinin kendiliğinden ve doğal olarak aynı zamanda bir “iç” eleştiri ve özeleştiri süreci olarak yenilenen, değişerek gerçekleşiyor olmasına karşın; piyasaya sımsıkı bağlarla bağlanmış eleştiri ve eleştirmenliğin, kendisini mükemmel, yetkinleşmiş, normları ve ilkeleri belirlenmiş bir tamamlanma halinde görmesi ve kabul etmesinde yatmaktadır.
 
Sürekli değişen ve yenilenen sanata karşı; mükemmel olan, değişmeye gerek duymayan bir eleştiri ve eleştirmenlik!... Bizce bu nokta; eleştiri ile sanat, eleştirmen ile sanatçı arasında bir çelişkiye işaret ediyor görünmektedir.
 
Bu tarihsel kopuş, bu verili durum eleştiri kurumuna ve eleştirmene hangi itibarı kazandırır, üzerinde düşünülmeye değmez mi!...
 
Sanki eleştirmen, Hz. Âdem’in soyundan gelen ve hep mükemmel olan; değişime, yenilenmeye ihtiyaç duymayan, ulaşılmaz, tanrısal bir noktada; öte yandan sanat ve sanatçı ise; maymun atalarının çalışa çabalaya, dokuna dokuna, yoklaya yoklaya evrimleşerek öğrenen, yenilenmeye ihtiyaç duyan, her gün yeniden öğrenen, alçak gönüllü, insanlığın ilerlemesine katkı sunan, hayatı yeniden şekillendiren, durumu ile birincilerin arasında bir kan uyuşmazlığının ortaya çıkışı, çelişkisi!...
 
“Kadir-i mutlak”, “var ol!” deyince var eden , “yok ol!” deyince yok eden, erişilmez bir kudrete sahip olduğunu sanan eleştirmen, eleştirmenlik…
 
Elbette bu anlayış, bu görkemli duruş (!); hayatın ve sanatın gücü, dinamizmi ve yaratıcılığı karşısında sarsılacak ve kendi durağanlığı içerisinde itibarsızlaşacak ve çürüyecektir.
 
Belki, son olarak konunun bu yönüne ilişkin söyleyebileceğimiz nokta ise; piyasaya karşı iddialar ortaya süren bir başka eleştiri anlayışı eleştirmenlik prototipi; yalnızca kendi yazı dilini, konuşma tarzını, paradigmalarını oluşturan, sözde eleştirinin çeşitliliğini ve özgürlüğünü savunuyor görünen ama özünde kendi piyasasını ve hatta statükosunu oluşturan, kendine hayran, narsist, başka biçimler altında ortaya çıkan eleştirmenliğin, asimetrik piyasacı şeklidir.
 
Onlarla aynı dili konuşuyoruz, aynı gramer yapısına uygun yazmaya çalışıyoruz, ama bu seçkin, asimetrik piyasacıların dilini bir türlü anlayamıyoruz.
 
Bunların şatolarının duvarlarını aşamazsınız, onlar gibi konuşmuyorsanız onların ifade tarzına uygun yazılar yazmıyorsanız, eserler üretmiyorsanız, bu seçkinciliğin kapıları sürekli yüzünüze kapanır.
Sanatı, yalnızca onlar bilir; nesnel ölçütler, sanatın felsefesi ve kültürü, estetik bilinç, doğru yorum, uygun sorular onların tekelindedir, patenti onlara aittir ve onlardan sorulur. Kendi o görkemli ve muhteşem surlarının içerisinde bir tek kuş bile uçamaz. Bir seçkinci ve aydın kompleksi!...
 
Yeni olan için, yeni bir sanat eseri, yeni bir sanatçı, farklı bir söylem için bu cenahta “yer demir gök bakır” olarak karşılık bulur.
 
Buraya kadar anlatılanlar, ifade etmeye çalıştığımız piyasaya doğrudan veya dolaylı onlarca bağ ile bağlanmış eleştirinin ve eleştirmenliğin çöken, çürüyen, itibarsızlaşan serüvenine yönelik düşüncelerimizin toplamından ibarettir.
 
Peki eleştirinin sonu mu geldi!? Piyasanın dışında, onun karşısında, onun tüm kurallarına, gücüne, görünen etkinliğine rağmen bir eleştiri alanı yaratılamaz mı? Bu sorunun en yalın cevabı kuşkusuz ki “evet” olacaktır.
 
Evet, piyasaya rağmen eleştiri var olacaktır; çünkü sanatın var olduğu koşullar eleştirinin var olmasını besleyen koşullardır aynı zamanda.
 
Sanata yol arkadaşlığı eden bir eleştiri; sanatın beslendiği, üzerinde yükseldiği ve yine sanatla ayağını aynı doğal kaynaklara basan, toplumların sanata olan ilgisi, bilinci ve kültürü ile demokratik ve özgürlükçü bir toplumsal-sosyal ilişkilerin karşılıklı etkileşiminin yarattığı iklim içerisinde var olacaktır. Sanat eleştiriyi, eleştiri sanatı ilerleterek karşılıklı etkileşim içerisinde, toplumların bilincinin yükseldiği ölçüde kendi gerçek, yaratıcı, özgürlükçü rolüne yaklaşabilecektir.
 
Eleştirinin, eleştiri bilincinin toplumsallaştığı ölçüde ve yerde; eleştiri ve eleştirmenlik, sanatın doğasına uygun, piyasacılığın tüm metalaştırma çabalarına karşı en aşılmaz barikatları oluşturabilir.
Buradan, kısaca meta ve metalaşma konusundaki düşüncelerimizi ifade etmeye çalışalım.
 
İktisadın kavramları açısından düşünüldüğünde, metanın iki temel özelliği ile karşılaşırız; değişim ve kullanım değeri. Metanın değişim değerini soyut emek( bu noktada ortalama toplumsal emeğin rolü unutulmamalıdır), kullanım değerini ise somut emek belirlemektedir. Ve yine bu tanımlamaların sanat eseri dışındaki metaları tanımlamış olduğunu ifade etmiş olalım.
 
Peki; “sanat eserinde içerilmiş olan emek hangi emek türüdür, soyut emek somut emek bir sanat eseri söz konusu olduğunda sanat eserinin hangi değerleri üzerinden ayrıştırılabilir” sorusu önem kazanmaktadır. Sanıyorum, bu noktada sanat emeğinin ki birçok sanat alanı için doğrudan yetenek olarak ifade edebileceğimiz emeğin özel, özgün, yüksek yaratıcılık değerlerini ifade eden, niteliğini ve özelliğini ele almamız ve düşünmemiz gereken temel bir yön olarak karşımıza çıkmaktadır.
 
Ve bu noktada denilebilir ki; bir sanat eserini ve o eserin içerdiği emeğin özelliklerini, yine sanat alanının kendi özgün emeği ile ve tarihsel olarak yaratılmış olan sanat eserleri ile birlikte değerlendirildiğinde ve düşünüldüğünde, anlamlı ve gerçekçi olacaktır.
 
Kuşkusuz ki burada basit bir kıyaslamadan, karşı karşıya getirmekten ve getirilmekten söz etmiyoruz. Farklılıkların ve yaratıcılıkların tarihsel birikimden yararlanılarak ele alınmasından ve değerlendirilmesinden söz ediyoruz.
 
Bir eserin, kendini gerçekleştirmiş olması yani bir sanat eseri olarak tanımlanabilir ve kabul edilebilir niteliklere ulaşmış olması, aynı zamanda ve esas olarak onu yaratan sanat emeğinin en özgün, kristalize, sanatçıya ait olan bütün nitelikleri içeriyor olma durumunu da ifade etmektedir.
 
Burada değerlendirilmesi gereken yön; o eserin hangi ölçülerde kendini gerçekleştiriyor olmasının anlaşılması, tarihsel ve güncel olarak içerdiği farklılığın ve estetik özelliğin derinliği!...
 
İfade etmek istediğimiz yön; sanatçının ve sanat eserinin “kendini gerçekleştirme hali”, piyasanın tüm kural ve ilişkilerinden bağımsız bir durumdur. Ve bu yön; sanat emeğinin bir sanat eserinde kristalize olma yönü, onu diğer tüm metalardan ayıran en temel yön ve özellik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yön; sanat emeğinin farklı olma yönü, aynı zamanda sanat eseri ile insan arasındaki ilişkiyi belirleyen ana ekseni de ifade etmektedir.
 
Sanat eseri ile insan arasındaki ilişki; insanın duygusunu, düşüncesini etkileyen, geliştiren ve bu temel üzerinden duygu ve düşüncenin derinleşmesini, yeniden üretilmesini, estetik bilincin ve kültürün ilerlemesini, insanlığın tarihsel yürüyüşüne katkı yapmasını sağlayan kalıcı özellikler sunuyor olmasıdır.
 
İnsanın yaşam karşısında ve yaşamla ilişkisinde moral değerlerini yükselten, onun hayatla bağlarını güçlendiren, motivasyon kaynağı olan bir değere sahip olmasıdır. Bu durum, diğer metalarda görülen kullanım özelliğinden, tüketme ve tüketilme biçiminden farklı olarak bir yeniden üretilme ve yenilenme biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.
 
Sanat eserinin, hayat içerisinde bulduğu bu karşılığın yarattığı etkinin geriye dönerek sanatçıya ulaşması, sanatçının motivasyonunu ve yaratıcılığını besleyen, geliştiren bir sonuca yol açtığını, kaynaklık ettiğini ifade edebiliriz.
 
Sanat eseri ile insan arasındaki bu ilişki; aynı zamanda eleştirinin ve eleştirmenliğin tutacağı pozisyonu, üstleneceği rolü ve işlevini belirlemesi gereken temel bir özellik olarak savunulabilir.
 
Bu özellik, bu yön piyasaya bağlanmış, kendini piyasanın ihtiyaçlarına göre konumlandırmış eleştiri ve eleştirmenlik ile gerçek bir eleştiri ve eleştirmenliğin arasındaki temel fark olarak ifade edilebilir.
 
Son söz olarak; piyasa gereksiz bir gerçekliktir. Bu gereksizlik ile piyasa gerçekliği arasındaki ilişki, bir sorun ve çelişki olarak sanatın önünde durmaktadır. İnsanlığın ve konumuza ilişkin olarak sanatın, daha genel bir ifade ile emeğin, tarihsel yürüyüşü içerisinde çözeceği bir sorun, bir çelişki!...
 
Sanat ve sanata bağlanmış eleştiri; kapitalist piyasa ile çeliştiği, çatıştığı, ona direndiği ölçüde özgürleşerek gerçek rolüne ve kimliğine ulaşabilecek; insanlığın ileri yürüyüşünün ayrılmaz, kopmaz bir parçası olarak değer bulacaktır.