havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Savaş, kahramanlık ve cesaret

Geçen hafta, haklı ve haksız savaşlar, politika-savaş ilişkisi üzerine bir yazı kaleme almıştım.

8812

 

 

 

Şimdi, savaş ve kahramanlık ilişkisine dair kısa bir not düşerek bir önceki yazının eksik bir yönünü de tamamlamış olalım.

 

Haksız savaşlar; kahramanlar yaratmaz!... Haksız savaşlar, zalimler ve katiller yaratır. Halklara, kıyım ve zulüm rüzgarları estirenler, tarihe, zalimler ve katiller olarak geçerler ve geçmişlerdir de!...

 

Kahramanları, haklı savaşlar yaratmıştır!... Kahramanlar, haklı savaşların içerisinden çıkar ve çıkmıştır.  Hitler’i ve benzerlerini, onları orta çıkaran sınıf ilişkileri ve çelişkileri bağlamında değerlendirdiğimizde ve bunun üzerinden yaratılan savaşı düşündüğümüzde, dünyayı kan gölüne çeviren, bütün bir hayatı ve hayata dair olan her şeyi tahrip eden bu zulüm rüzgarını, tarihin niçin o savaşı haksız savaşlar ve onu yönetenleri de katiller ve zalimler olarak not düştüğünü anlayabiliriz.

 

Emperyalist çıkar ve amaçlarla yapılan savaşlardan zalimler, haydutlar ve katiller çıktığını sayısız örneklerle anlatabiliriz ve anlatılabilir.

 

Mustafa Kemal’i bir tarihi kahraman yapan, önderlik ettiği savaşın haklı bir savaş olmasıdır, ulusal bağımsızlık savaşı olmasıdır ve Anadolu halkıyla, onların gönüllü katılımıyla bu savaşa önderlik ediyor olmasıdır.

 

Bu temel nedenlerledir ki, tarih, Hitler ve benzerleri ile Mustafa Kemal, Ho Chi Minh ve benzerlerini çok temel iki kategoride, iki ayrı sayfaya ve iki ayrı nitelikle not düşmüştür.

 

 

Buradan daha güncel CHP kurultayına atlayalım; Adalet ve cesaret kurultayı!...

 

Tartışmalar, her şey gözümüzün önünde oldu. Önce CHP’nin adalet arayışını kurultaya taşıdığını ve bunun, ülke coğrafyasında hala adalet aranıyor olmasının bir göstergesi olduğunu söyleyelim. Elbette ve en basitiyle OHAL koşullarında adaleti aramaktan daha doğal bir şeyin olamayacağı aşikardır.

 

Cesarete gelince öyle uzaklara, öyle oraya buraya bakmaya gerek yok. Kılıçdaroğlu dahil, bütün CHP genel başkanları, köklerini Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna, Mustafa Kemal’e ve ulusal bağımsızlık savaşına dayandırmaktadır. Eğer cesareti bulacaksa, bu tarihsel referanslar içerisinde sonsuz cesaret kaynağının olduğunu görebilir. Hatta Mustafa Kemal’i anlarsa, kendisine fazlasıyla cesaretlendirici kaynaklar yakalayabilir. Ancak o, bugüne değin diğer şeyleri unutarak ve sadece “devleti kuran parti” paradigması üzerinden, kendisini iktidarların ve statükonun devlet adına söylediği, ileri sürdüğü yanlışlara bile sahip çıkma, onu savunma ve yanlışlara ortaklık etme ve “müesses nizama” körü körüne bağlanma garabetinin içerisine sürüklemiştir. 

 

Dokunulmazlıkların kaldırılmasına “evet” demiştir… Yenikapı’da AKP’ye yedeklenmiştir… gibi… “AKP ve Erdoğan ne der?”, “Eleştiriliriz” korkusuyla, cesaretsizliği ile bağımsız, halkçı, ülkenin temel sorunlarını esas alan, özellikle Kürt sorunun demokratik çözümünü öneren farklı bir hat izleyeceğine, kendisini eleştirilerden koruyacak bir söylem çizgisi tutturmuştur. Eğer, en yakın tarihi örnek olarak, bırakınız Mustafa Kemal’i, Bülent Ecevit’in halkçı ve millici çizgisi kadar bir reformcu çizgi bile tutturup, bu çizgi üzerinden, kararlılık ve cesaretle yürüse, bugün sokaklarda ve kurultaylarda adalet aranıyor olmazdı…

 

Özetle, bugün neredeyse 7’den 70’e herkese, Türkiye’nin sorunları nelerdir diye sorsanız, en azından beş temel sorunu tek nefeste sıralayabilir.

 

Bu sorunlar üzerinden mücadele saflarına atılındığında Türkiye’yi yönetenlerin, egemen siyasetin bugün yaptığı birçok şeye cesaret edemeyeceğini söylemek kehanet olmaz. Kendisini sola, sosyalistlere, Kürt’lere, işçi sınıfına, onların taleplerine kapatarak ya da asgari ölçüde bunları dillendirerek muhafazakar kesimlere kazanmak için, onların temel taleplerini savunmak yerine ikincil ve sembolik söylemler üzerinden hareket etmeyi yeğleyerek; ne refah, ne huzur, ne de adalet gelebilir.

 

Cumhuriyetin giderek, sadece isminin kaldığını, içinin boşaltılıp, değerlerinin itibarsızlaştığını görmeyen bir politik gözün, sadece cesarete değil, paradigma ve eksen yenilemesine de ihtiyaç olduğu, her gün biraz daha fazla gözle görülür hale gelmektedir.

 

Sonuç olarak, önümüzdeki süreç, çelişkilerin ve çatışmaların keskinleşeceği ve aynı zamanda mücadele potansiyellerinin de artacağı ve açığa çıkacağı bir dönem olacaktır. Bu gerçeği görmeyenler, ona göre mevzilerini ve platformlarını yenilemeyenler, tarih karşısında, halklar karşısında, insanlık karşısında sorumlu olacakları gerçeklerle yüz yüze geleceklerdir.