havadurum
Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Seçim rüşvetleri ve sadaka ekonomisi

Ülkemizin en önemli sorunlarından biri yoksulluk sorunudur. Ancak düzen partileri bu sorunun çözümünden değil, sürdürülmesinden yanadırlar. Sadaka ekonomisi olarak adlandırılabilecek bu sistem bir oy deposu olarak ele alınmakta, hükümetler sosyal yardım adı altında kurdukları sistemle oldukça geniş bir kesimi kendilerine bağlı hale getirerek kontrol altında tutmaya çalışmaktadırlar. Sadaka ekonomisi, seçim dönemlerinde devreye sokulan seçim rüşvetleriyle desteklenerek; vatandaşın iradesine ipotek koyma yöntemi olarak hükümetlerin bir seçim taktiği haline getirilmiştir.

1084

 Seçimlere 20 gün kala bir şova dönüştürülerek dağıtılan araçlar ve bisikletler ile yaratılan seçim popülizminden medet uman AKP, Çanakkale’de tükenmişliğin işaretlerini vermektedir.

Çanakkale halkı böylesine rüşvetlere kanmayacak,  prim vermeyecek kadar bilinçli ve ilkelidir.

3 milyon 96 bin 489 hanenin düzenli olarak yardımlardan faydalandırılması üzerine kurulan oy devşirme sistemi bir avuç sermayenin ve onların temsilcisi siyasi iradeyi kurtarmaya yetmeyecektir.

 TÜİK’in aile araştırmasına bakılırsa Türkiye ’de aile bireyi sayısı ortalama 4. Dolayısıyla bu 13 milyona yakın bir nüfus yardım alıyor demektir.

Yetişkin sayısının yüzde 50’lerde olduğu hesaba katılırsa, 6 milyona yakın insan yardımlardan faydalanmaktadır.

Bu kurulmuş bir tezgahtır ve sistem bu tezgahı sürdürmekte kararlıdır.

Bu tezgah;  sömürü düzeninin devamı için siyasi iradenin oy tezgahıdır.

Kapitalist sistem kendi varlığını sürdürmek adına her şeyi sömürmekte ve kullanmaktadır.

Savaşın acı sonuçları olarak ortaya çıkan mülteci sorunu ve yaşanılan onca acının kapitalist sistem temsilcileri tarafından nasıl değerlendirildiğini okuduğunuzda bu vahşi sistemden bir kez daha nefret edecek ve öfkeniz artacaktır.

Bodrum sahillerine vurmuş 3 yaşındaki bir bebeğin acısı vicdanlarımızı sızlatırken, vahşi kapitalist düzenin temsilcileri; ölüm, gözyaşı demek olan savaştan kaçan insanları bir sömürü aracı olarak görmektedirler.

İnsanlıktan nasibini almamış bu sömürücüleri her geçen gün daha iyi tanıyoruz.

Emperyalist, kapitalist sistemin amiral gemisi Uluslararası Para Fonu(IMF) Başkanı  bir Amerikan gazetesine verdiği röportajında insanlık düşmanı yüzünü ortaya koymaktan hiç çekinmiyor.

Bu söyleşide IMF başkanı   ‘Suriye mülteci krizi’nin, iktisadi durgunluktan bir türlü kurtulamayan Avrupa ekonomilerini ayağa kaldırma konusunda işe yarayabileceğini söylüyor. Bu konuda da özellikle Almanya’yı işaret ediyor.  Bütçesi fazlası olan, ama ciddi genç nüfus açığı da olan Almanya’nın bu fırsatı değerlendirmesinin gerekliliğinin altını çiziyor.

Nitekim bundan kısa bir süre önce Almanya Başbakanı Merkel de bu yıl 800,000 Suriyeli mülteciyi kabul edebileceklerini açıklamıştı. 

Zira Almanya’da genç emek gücü hızla azalıyor 2014 yılındaki bir rapora göre Almanya kısa bir süre sonra 1,5 milyon genç nitelikli işgücü açığı sorunu ile karşı karşıya kalacak.

Kuşkusuz Suriyeli mültecilerin hepsi nitelikli değil, ama belli eğitimlerle nitelik kazandırılabileceklerine inanılıyor.

IMF Başkanından gelen bir diğer itiraf ise çok daha çarpıcı;başkana göre , IMF bünyesindeki bir ekip tarafından  hali hazırda “son mülteci akımının Avrupa ülkeleri ekonomileri üzerinde neden olabileceği maliyetler ve sağlayabileceği faydalar üzerinde ciddi bir analiz çalışması” yürütülüyor.

İşin iktisadi mantığı açık: Daha fazla genç, örgütsüz, her şeyi yapmaya ve her koşulda çalışmaya hazır insan daha fazla emek gücü demek. Bu daha fazla üretim, daha fazla büyüme ve daha fazla kâr demek.

Üstelik bütün bunlar savaşın bir parçası emperyalist bir ülke olmanıza, bu savaşın çıkmasında devletinizin de sorumluluğu bulunmasına rağmen, bu iyilikseverlikle savaşın yaralarını saran bir devlet haline gelir ve böylece hem içerden hem de dışarıdan gelen eleştirileri de savuşturmuş oluyorsunuz.

Ayrıca Almanya’da hali hazırda yaşayan yabancılar, Alman devletinden eğitim, teknik eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve sosyal yardımlar biçiminde sağladıkları faydalardan çok daha fazlasını vergi olarak Alman devletine ödemişler.  Nitekim aynı rapora göre, 2012 yılında Almanya’daki 6,6 milyon yabancı, devletten sağladıklarından daha fazlasını,  22 milyar avroyu, vergi olarak Alman devletine geri ödemişler. Yani sadece Alman sermayesi ucuz mülteci emeğinden yararlanıp, üretimini ve kârını artırmayacak, Alman devleti de alacağı vergilerle bu işten kârlı çıkacak.

Bu arada yaratacağı yardım severlik görüntüsü de işin cabası olacak.

Diktatörlük ve emperyalist savaş yüzünden yurtlarından kopartılmış, yollarda ölmemeyi başararak uygarlığın en önde bölgelerinden olduğuna inanılan bir bölgeye sığınmış insanların ülkeye kabulünün onların sömürülmesi şartına bağlanması ise 21. yüzyılda tüm insanlığın duyması gereken bir diğer utançtır.

İşte insanlığını unutmuş kapitalist emperyalist sistemin mülteci sorununa bakışı kendi sömürü düzenlerinin tahkimine dayalı bir yaklaşıma tekabül etmektedir.

Kapitalizmin vahşi sömürü sisteminin, savaşlardan nasıl beslendiğinin örneği olarak mülteci sorunu ayrıca öğreticidir.

Ülkemizdeki savaş kışkırtıcı politikalardan beslenen AKP hükümetinin sadaka ekonomisi, seçim rüşvetleri uygulaması; sömürülerini, zenginliklerini, eşitsiz adaletsiz, hukuksuz toplumsal sistemi sürdürme gayretinin sonucudur.

Tıpkı mülteci sorununu bir sömürü aracı olarak Avrupa ülkelerinin yaklaşımında olduğu gibi …

Ancak 1 Kasım’da; “inadına barış”, “inadına adalet” ,”inadına demokrasi”, “inadına emek” diyenler artık bu gidişe dur demek için bir kez ayağa kalktılar.

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak; “seni diktatör yaptırmayacağız” .